Son yirmi yılda, zorunlu göç nedenli insan hareketliliği benzeri görülmemiş düzeye ulaştı. Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü (UNHCR) bugün dünyada en yüksek sayıda mülteciye tanık olduğunu kaydetmektedir. Çatışma, savaş, yıkıcı doğal afetler ve hak ihlalleri, insanları daha güvenli bir yer bulmak için evlerini ve içinde yaşadıkları toplulukları terk etmeye zorlamaktadır. Zorunlu göç veya yer değiştirme, insanların yer ve toplumla olan bağını koparmakta geri dönüşü imkânsız olmasa da gecikmektedir.
Yerinden edilme, insanları kültürel peyzaj alanlarından, tarihi kentlerden ve değerli anıtlardan uzaklaştırmaktadır. Anıtları, sit alanlarını, müzeleri ve koleksiyonları tahrip eden savaş ve çatışmaların görüntülerine aşinayız. Bu gibi şiddet içeren durumlarda, profesyonel veya yarı-profesyonel kültür ve sanat üreticilerinin yok olması veya yerlerinden edilmeleri, kurumların kapanması, kültürel kamusal alanın kesintiye uğraması ve iletişim ağlarının dağılması nedeniyle sanatsal gelenekler ve zanaatkârlık eşit ölçüde tehlike altında kalmaktadır. İnsanları yaşadıkları ve çalıştıkları ortamlarından uzaklaştıran koşullar, somut ve somut olmayan kültürel gelenekler ve sanat üretimi için bir tehdit oluşturmaktadır.
Somut kültürel mirasın çoğu geride kalıp, belki de tahrip olurken, yerinden edilme sürecinde hayatta kalan somut olmayan kültürel miras, kültürel bilgi, sanatsal yaratıcılık ve ifadeler olmaktadır. Yerinden edilmiş ve başka ülkelere sığınmış somut olmayan miras aktarıcıları ve sanatçılar, işlerinin üretim ve yaygınlaştırma süreçlerinde benzer deneyimler yaşamaktadırlar. Sanatçılar, sanatsal ve kültürel miras üreticileri mülteci olduklarında, parçası oldukları kültürel ve sanatsal bağlamı, eğitim kurumlarını, yerel sanat ortamlarını ve iletişim ağlarını geride bırakmakta, ancak kültürel ve sanatsal geleneklerin, ifadelerin, uygulamaların ve becerilerin bilgi ve deneyimini beraberlerinde taşımaktadırlar.
Kültür Politikası Yıllığı (KPY) 2019 Mercek dosyası, 21. yüzyılda zorunlu göçün kültürel mirasın ve sanatsal ifadelerin yeniden üretimi ve yaygınlaştırılması üzerindeki etkilerine odaklanmaktadır. Dosya, yerinden edilen sanatçıların, müzisyenlerin, oyuncuların veya kültürel miras uzmanlarının iletişim ağlarını ve ortaklıklarını nasıl kurduklarını, yeni ortamlarında yarattıkları çalışma alanında çalışmalarını nasıl sürdürdüklerini araştırmaktadır. Öte yandan, dosya, üreticiler, onların izleyicileri ve toplum tarafından sanata ve mirasa atfedilen anlam ve değeri tartışmakta, sanatçıların ve kültür aktörlerinin kendilerini yeniden nasıl örgütlediklerini, yerel faaliyet alanlarını ve uluslararası iletişim ağlarını nasıl harekete geçirdiklerini belgelemeyi de amaçlamaktadır.
Kültürel Miras ve Yerel Bağlam
Yer değiştirme, sürgün, göç veya zorunlu göç, hem somut hem de somut olmayan kültürel mirasın şeklini ve uygulamasını etkileyebilmektedir. Göçün kültürel mirasın üretim sürecine etkisi olduğu da görülmektedir.
UNESCO’nun Dünya Mirası Sözleşmesi (1972), Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi (2003) ve Kültürel İfadelerin Çeşitliliğinin Korunması ve Geliştirilmesi Sözleşmesi (2005), kültür mirasının farklı boyutlarını ele alan başlıca yasal araçlardır. Bununla birlikte bu yasal düzenlemeler, zorunlu göç ve bunun kültürel üretime etkisi ile ilgili herhangi bir tavsiyede bulunmamaktadırlar. Somut kültürel miras kavramı, anıtlar, sit alanları veya koleksiyonlarla sınırlı değildir, aynı zamanda kültürel peyzaj alanlarını, sivil ve modern mimariyi veya endüstri mirasını da içermektedir. Öte yandan, “somut olmayan kültürel miras, yerel bilgi ve ustalık bilgisi, sanatsal ifade, el sanatları ve gelenekleri, dini uygulamalar ve ritüeller, dil ve sözlü ifadeler de dâhil olmak üzere çeşitli alanlardan oluşmakla birlikte bunlarla sınırlı değildir –bunlardan bazıları yere özeldir ve /veya somut (doğal ve kültürel) mirasla ilgilidir. Tüm bu unsurlar, tek başlarına veya bir arada, insanların bireysel ve kolektif kimliğinin, hafızasının bir parçasını oluşturmakta, sosyal uyumu güçlendirmekte ve topluluklara süreklilik duygusu sağlamaktadır” (Chatelard, 2017, s. 4).
Somut kültürel mirasın yanı sıra sanatsal ve kültürel pratikler, ifadeler, temsiller, bilgi, deneyim ve beceriler, toplulukların sosyal, kültürel ve ekonomik dokularında temsil edilebilecek kültürel izler bozulabilir.
Yerinden Edilmiş Suriyelilerin Somut Olmayan Kültürel Mirası’na ilişkin bir araştırma raporuna (2017) göre, yerinden edilmiş performans sanatçılarının sürgünde sanat pratiklerini sürdürmeleri ve var olan sanat ortamına kendilerini dâhil etmeleri veya yenilerini oluşturmaları, ev sahibi ülkedeki göç öncesine dayanan bağlantıları, bu ülkelerdeki sayısı azımsanamayacak Suriyeli somut olmayan kültürel miras uygulayıcıları ev sahibi toplumların Suriyeli kültürel ifadelere olan ilgisi sonucu sunduğu fırsatlarla açıklanmaktadır (Chatelard, 2017, s. 23).
Gönüllü veya zorunlu göç konularının yanı sıra uluslararası kuruluşların yasal araçlarında veya çalışma belgelerinde somut ve somut olmayan kültürel mirasın bozulmasına, kaybolmasına veya tahrip olmasına yol açan olası tehditlere de yer verilmesi bir gerekliliktir.
Sanatsal, Entelektüel ve Kültürel Üretim
Bu dosyada, somut olmayan kültürel mirasın kapsamını sanatsal üretim alanını içerecek şekilde genişletiyoruz. İster geleneksel isterse çağdaş bir performans olsun, her iki ifade de yaratıcı bir işgücü, üretim süreci bilgisi, izleyicilerin sanat eserlerine erişebileceği ve iletişime gireceği bir kamusal alan gerektirir. Zorunlu göç, bireylerin ve toplumların mülteci olmadan önce entelektüel ve kültürel iletişim kurdukları ve bilgi alışverişinde bulundukları kültürel kamusal alanı kesintiye uğratır. Ancak, bu dosyadaki yazarların tartışmalarında gösterdiği gibi, yerinden edilme sonucu mülteci olan kültür ve sanat üreticileri eyleyiciliklerini (agency) kaybetmiyorlar. Malkki (1997), mültecilerin yaşadıkları zorlukları siyasi, tarihi ve kültürel bağlamlarına oturtmayan mülteci temsillerinin yanlış olmakla kalmayıp aynı zamanda temelde mülteci seslerinin susturulmasına yol açacağını savunmaktadır.
Yerinden edilme sanatsal ve kültürel üretim için yeni bir bağlam ortaya çıkarmaktadır. Mülteciler medyada veya kamusal söylemde dışlanmanın ve baskının pasif kurbanları olarak temsil edilmelerine rağmen, İkinci Dünya Savaşı sırasında kendisi de mülteci olan Hannah Arendt’in ifade ettiği gibi, “ülkeden ülkeye sürülen mülteciler halkların öncüleri durumundadırlar (Arendt, [1943] 2007, s. 274). Yaptıkları katkılar girişimleri ve hikâyeleri, yeni fikirlere, sosyal ve kültürel gruplar arasındaki etkileşimlere ve mültecinin tanımına dair öğretilerin sorgulanmasına yer açmaktadır. Yerinden edilmiş sanatçılar, profesyoneller ve kültürel miras aktarıcıları öncü sayılabilir. Onların öznellikleri, kimliklerini ve çalışmalarını etkileyen belirli politik koşullarda oluşmaktadır: Onlar dışlayıcı politikaları gözlemlediler ya da yaşadılar, zulümle tehdit edildiler ve zorunlu göç deneyimine dair politik bir ifadeyi üretim süreçlerine dâhil ettiler. Resmi siyasete -siyasi eylem, oy verme ve siyasi tartışmalar gibi- katılsalar da katılmasalar da, bu öncüler yine de kamusal alandaki sanatsal ifadeleri ve kültürel üretimleriyle iktidar yapılarına karşı politik eleştirilerini ortaya koymaktadırlar. Öncüler, siyasal ve kültürel bağlamdaki sanatsal, entelektüel ve kültürel ifadeleriyle, kendileri, diğer mülteciler ve izleyicileri için özgürleştirici ve dönüştürücü süreçlerin önünü açabilmektedirler.
Bugün farklı mülteci geçmişine sahip sanatçılar ve kültürel aktarıcılar, yaratıcılıklarını, bilgilerini ve deneyimlerini yaşadıkları toplumlarda sergilemektedirler. Sanatsal, entelektüel ve kültürel yaratıları, politik konumlarının göstergesi ve iktidar yapılarının eleştirisidir. Üretim sürecinin kendisi politik bir icraattır: geleneksel bir şarkı söylemek, hikâye anlatmak, yerinden edilme konusunda bir oyun sahnelemek, yeni toplumda kültürle ilgili bir dernek/girişim kurmak, hem işe hem de üreticisine biçim veren ve onları yeniden biçimlendiren belirli bir politik bağlamda gerçekleşmektedir.
Dosyadaki makaleler
KPY 2019 Mercek dosyası, sanatsal üretim koşulları, süreçleri ve mekanizmaları ile yerinden edilmeden sonra kültürel mirasın ve sanatın aktarılmasına yoğunlaşmaktadır. Bir yandan mülteci olan sanatçılar ve kültürel üreticiler tarafından bir araya getirilen yapılar, girişimler, ortaklıklar ve kurumsal oluşumlar incelenirken diğer yandan çalışmaları aracılığıyla harekete geçirdikleri ve ortaya koydukları anlamlar, kimlikler ve eleştiriler tartışılmaktadır.
Saadet Gündoğdu ve Zeynep Gül Ünal, savaş veya çatışma durumları arasındaki ilişki, zorunlu göç ve kültürel mirasın korunması konularını Suriye’den bir örnekle açıklamakta, doktora tez çalışmasının sonuçları ile Yıllık’a katkı sağlamaktadır. Makalede, toplumu birleştirme, kültürel miras ve sistemin yeniden yapılanma sürecini tanımladığının altı çizilmektedir. Bu süreç sadece tarihi ve anıtsal yapıların yeniden inşası olarak tanımlanamaz. Kullanıcılar, sürecin en önemli unsurlarıdır.
Marianne Boqvist, 2014 yılında Ürdün ve Lübnan'da gerçekleşen Suriye halk hikâyeleriyle ilgili işbirliğine dayalı hikâye anlatımı projesini yeniden ele almaktadır. Proje, savaş sonucunda yerlerinden edilmiş kişilerin halk hikâyelerini koruma girişimidir. Suriyeli hikâye anlatıcıları ve araştırmacılar arasındaki iletişim, bir toplumsal ifade biçiminin geri kazanımı, kültürel belleğin kolektif olarak yeniden inşası sürecidir.
Benzer bir süreç, Kanada’daki kültürel sürekliliği, topluluk inşa etme ve sosyal uyum sağlamada mülteci çocuklardan oluşan bir koro deneyimini ele alan Andrea Emberly ve Tiffany Pollock tarafından farklı bir yöntemle tanımlanmaktadır. Çocuk korosu, müzikal geleneklerin ve kültürel bilgilerin nesillerarası aktarımını vurgulayarak, yeni toplumda anlam kazanma sürecine katkıda bulunmaktadır. Çocuklar, koronun sürdürülebilirliği, şarkı seçimi ve koronun izleyicisine erişimine dair tartışmalarda bizzat yer alırlar. Bu sorumluluk, korodaki çocukların Kanada’da kendi kendilerini temsil etmede söz sahibi olmaya dair taleplerini göstermektedir.
Kanada’dan bir başka örnek olay incelemesi, tiyatro sanatçısı ve yönetmen Taiwo Afolabi tarafından dile getirilmektedir. Afolabi, mülteci ve göçmen gençlerle yürütülen topluluk katılımlı çalışmaların rolünü ele almaktadır. Göçmenlerimizin İzinde isimli etkileşimli tiyatro gösterisi, sanatın “çeşitliliğin ifadesi ve sosyal içermenin taşıyıcısı” olabileceğinin bir örneğidir. Farklı kültürlerden gelen bireylerin/ataların isimleri ve oyuncuların aksanları, Mercek’deki mültecilerin ve göçmenlerin günlük karşılaşmaları için birer işaret olmaktadır.
Münih’teki dans ve tiyatro topluluğu TANWEEN’in kurucuları Mey Seifan ve Ziad Adwan ise Mercek’deki makalelerinde kişisel deneyimlerini paylaşmaktadırlar. Yazarlar, mülteciler tarafından yapılan tiyatronun, Almanya’daki İzleyicinin algısında Emma Cox’un ifadesini kullanmak gerekirse, “hayal gücünü harekete geçiren bir yer olmaktan çıkıp, dar anlamıyla bir sempati ve dayanışma alanına” dönüştüğünün üzerinde duruyorlar. Bu sebeple, çalışmaları yerinden edilme deneyimine olduğu kadar, Suriye tiyatrosunun Almanya'daki temsiline ve algısına karşı da siyasi bir tepkidir.
Dosya yazarlarından Semra Doğan Ak, makalesinde göçün tarihi geçmişine değinmekte ve 1980’lerde, özellikle Avrupa’daki en öncelikli konulardan biri olan göç ve güvenlik sorunları arasındaki ilişkiyi tartışmaktadır. Yazar ayrıca göç politikalarının ve güvenlik önlemlerinin nasıl belirlendiğini de açıklamaktadır.
Multaka projesi, Avrupa müzelerinde olan yerinden edilmeye ele alınmasına yönelik ilk girişimlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Projede rehber olarak görev almış Isber Sabrine, girişimin arka planını sunmakta ve projenin Berlin’deki Suriyeli mülteciler arasındaki etkisini tartışmaktadır. Berlin müzelerindeki Suriye kültürel mirası, Suriyeli mültecilerin Almanya’daki sosyal uyumu için harekete geçilirken, kültürel hafızanın yeniden inşası ve Suriye’yi hatırlamak için de bir araç haline gelmektedir.
Özlem Canyürek’in makalesinde, uzun bir göç geçmişi olan Almanya’da kültür politikaları ve tiyatro alanına dair yaklaşımları tanıtılması amaçlanmaktadır. Makale, mültecilerin amatör, yarı profesyonel ve profesyonel aktörler olarak kültürel alana dâhil edilmesini önermekte ve kültür politikalarının farklı etnik kökene sahip kişilere yönelik toplumsal içerme odağının kültür kurumlarının kültürlerarası bir yaklaşımla yeniden yapılandırılmasına çevrilmesi gerekliliğini savunmaktadır.
Mimar Ezgi Tuncer yazısında, İstanbul’daki Suriye restoranları ve göçmenlerin kolektif mutfağını konu etmektedir. Yazar, bu girişimlerin, göçmenlerin kültürel kimliklerini, göreneklerini ve pratiklerini temsil ettiğini ve mekânın yeniden üretim sürecindeki göstergeler olduğunu belirtmektedir. Bu makale, 2016 yılında Fatih'teki Suriye restoranlarında yapılan bir saha araştırmasına dayanmaktadır.
Waseem Alsharqi, Suriye’den zorunlu göçün ardından Türkiye’de kurulan Suriye kültür merkezlerinin oynadıkları rolü incelemektedir. Alsharqi, Türkiye’deki ekonomik istikrarsızlık ve mültecileri dışlayıcı siyasi söylem ortamında hayatta kalmayı başaran bu kuruluşların oluşumunda Suriyelilerin kendi içlerindeki siyasi ve sosyal bölünmelerin ve yerinden edilme deneyiminin etkisini ele almaktadır.
Brooklyn Müzesi’nde İslam Sanatı küratörü olan Ayşin Yoltar-Yıldırım, müze koleksiyonlarında keşfettiği Rakka seramiklerinin çağdaş sanatçılar Issam Kourbaj, Mohamed Hafez ve Ginane Makki Bacho’nun işleriyle Brooklyn Müzesi’ndeki karşılaşmasını anlatmaktadır. Yıldırım, ABD’de Müslüman karşıtı düşüncelerin yükselişinin ve Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesine karşı verilen tepkilerin Brooklyn’de açılan İslam mirası ve mülteci hikâyeleri üzerine bir serginin hazırlanması ve finansmanı üzerindeki etkisini tartışmaktadır.
KPY’nin 2019 sayısının özel dosyasına yapılan katkılar, küresel ölçekle birbiriyle ilişkili sanat ve kültür ortamında sanat üretimini diaspora bakış açısından ele almaktadır. Mercek’de yapılan dosya katkıları, mirasa verilen anlam ve biçimin altını çizmekte, yerinden edilme ve yeniden yerleşme sürecinde kültürel ve sanatsal belleğin oluşma sürecine dikkat çekmektedir.
Kaynakça
Arendt, H. ([1943] 2007). “We Refugees”, J. Kohn & R. H. Feldman (der.) içinde, The Jewish Writings (s. 264-274). New York: Schocken Books.
Chatelard, G. (2017). Survey Report: Intangible Cultural Heritage of Displaced Syrians. Erişim: https://ich.unesco.org/doc/src/38275-EN.pdf [Erişim tarihi: 30.09.2019].
Malkki, L. (1997). “Speechless Emissaries: Refugees, Humanitarianism, and Dehistoricization”, K. F. Olwig ve K. Hastrup (der.) içinde, Siting Culture. The Shifting Anthropological Object (s. 223-254). Londra: Routledge.