Korkma, kardeşim / söylesene, kardeşin değil miyim senin? /
Neden beni sormazsın? / Kendi başına yaşamak o kadar güzel mi sahiden,
muhtaç kardeşini unuttuğunda?
İnsan ve şair Tesfalidet Tesfom’un dizeleri
Aslı Kutluay. "Ama'nın Mekânı / Ama's Place", karma medya enstalasyonu, Ankara 2018
Sanatçı Aslı Kutlubay; bir göçmen, mülteci ya da yerinden edilmiş bir kişi değil. Bununla birlikte, bir entellektüel ve sanatçı, bu sebeple de zihinsel manada bir gezgin: böyle olunca da, bütün bunlardan fazlası. “AMA’nın Yeri” ile, İtalyan/İranlı Mokhtar Azizi’nin, göç fenomeni üzerine olan fotoğraf sergisinin bir parçası olarak, mekâna özel bir enstalasyon yarattı. Kutluay ilk olarak, kurmaca bir göçmen kadın olan AMA hakkında hayaller kurmaya, onu hayal etmeye ve onun üzerinde yazmaya başladı (Türkçedeki “fakat” sözcüğünün eş anlamlısı olarak kullanılan AMA, enteresan bir şekilde, İtalyaca’da ‘seviyor’ anlamına gelmekte). AMA’nın ilk versiyonu bilinçli bir şekilde, tanımsız ve üzerine odaklanılmamış bir biçimdeydi: AMA kendi yüzünü sanatsal yaratımla bulmalıydı, aksi mümkün olmayacaktı. Oluşumun ikinci aşaması, evsiz, meteliksiz, güçsüz bir insanın bulabileceği, bir barınak yapmak için kullanabileceği materyalleri bulmak amacıyla Ankara’daki birkaç atık sahasını ziyaret etmekti. Ve eklemeliyim ki, bu materyallerin kullanılmasına izin verilecekti. Yaratımın üçüncü aşamasında, Aslı/AMA kendini hava şartlarından korumak ve birkaç eşyasını içine koymak için çok küçük bir barınak yaptı. Tıpkı ev sahipleri yokken onların evlerini ziyaret etmemiz gibi, barınak birçok küçük detay vasıtasıyla AMA’nın kişiliğini açığa çıkarıyor.
AMA’nın eşyalarının bir listesi (sanatçının kendi notlarından)
1-Günlük
2-Makedonya’dan kartpostallar
3-Kitaplar: “Kendine Ait Bir Oda” - Virginia Woolf, “Kurtlarla Koşan Kadınlar” - Clarissa Pinkola Estés, “Mülksüzler” - Ursula K. Le Guin…
4-Üzerinde “kapı” yazılı, naylan şeffaf zemin örtüsü
5-Mavi bir spiral hortum
6-Çalışmayan bir pervane
7-Eski bir ayna
8-Mavi bir oyuncak Volkswagen minibüs (hippilerin sembolü)
9-Topladığım materyalleri taşımakta kullandığım, çöpler için bir taşıma aracı
10-Maske, eldivenler ve alet kutusu
11-Su toplama çatısı ve el yapımı su arıtma sistemi
12-Küçük bir fıçıdan yapılmış küçük bir soba
13-Bazı tohum ve bitkileri yetiştirmek için toprak
Yine, sanatçının kendi sözcükleriyle:
“Sanki bir göçmenmişim gibi, bir göçmen barınağı tasarlıyorum. Benim göçüm, hayatımda “neyin bırakılıp neyin korunacağına” karar vermek anlamına geliyor. Nesneler artık nesne değil, değerlerimin bir sembolü.
Bir sanatçı olarak ben de kendi toplumumun yabancısıyım. Aşırı tüketimi ve mülkiyeti eleştiriyorum. Barınak meselesini bir tasarımcının karavan hayatı gibi çözümlemek istiyorum. Zihnim, benim evim.
Mokhtar Azizi’nin kişisel hikayesiyle ortak birçok noktası olan bir göçmenin hikayesini ve felsefesini, şevk ve heyecanla yazdım.
Göçmenin ismi “AMA”. O bir göçmen ve ıskartaya çıkarılmış bazı materyalleri topluyor, kitaplar okuyor, yazı yazıyor, bir kaynak makinesini kullanabiliyor, bir doğa aşığı, bir vizyonu, umudu ve espri anlayışı var. Barınağını kendi tasarladı ve bunu elleriyle, güzel son rötuşlarla yaptı.
AMA için modüler bir yapı tasarlamak istedim. “Yeniden kullanım” ve “geri dönüşüm” felsefesiyle, bulduğum nesnelerle yeni şeyler tasarlamak istedim. Çatıda bir “eğim” tasarlayacak, böylelikle kendi suyunu bir kapta biriktirebilecekti.
Yeni bir ülkeye giren korkmuş bir göçmene uygun görünen bir alçakgönüllülük ruhunu, gizlenme ruhunu iletmek istedim. Bu, sanatsal vizyonunuz ve tanık olacağınız şeye dair sert gerçeklik arasında (zor) bir denge bulmak zorunda olduğunuz anlamına geliyor.
Örneğin, AMA’nın çatısında bir şezlong ve mandalina ağacı olmasını arzu ettiği aşikar: Fakat böyle şeylere sahip olamaz. Bu yüzen bir arzu olarak kalıyorlar. Bu bir köpek ve bisiklete sahip olma olasılığı için de geçerli. AMA’nın bir yatağı da olamaz: Birkaç yün battaniye yere yığılmalı. Fakat hayatta kalması için gerekli olan her şey tamam: çatıdan yağmur toplamak için kullanılan düşük teknolojili cihaz ve teneke kaptan yapılan bir soba.
Arıtma, doğayı gözlemleme, minimalizm, modülerlik, umut, LEGO ruhu, yeniden kullanım, geri dönüşüm ve “az daha çoktur” felsefesi bu barınağın değerleri ve anahtar kelimeleri olabilir.”
AMA’nın mekânının yapısı alışılmış ve bulunması kolay malzemelerden oluşuyor. Sanatçının listeleri:
“Plastik sepetler tüketimin temelidir, bu yüzden onları “Sütunlar” olarak kullanmak istedim;
Boş Çekmeceler: arınma ve gerçekleşmemiş potansiyeli temsil ediyorlar;
Boş Metal Fıçılar arı kovanı gibi mükerrer bir yapı olan bir duvar oluşturur;
Bütün parçalar modüler, çok büyük ve ağır değiller; bu yüzden yalnız bir kadın tarafından toplanabilir, taşınabilir ve monte edilebilirler.”
Sanatçının, hayali AMA’nın izlerini takip ederek yaptığı buydu.
Biz küratörler olarak Kutluay’dan, göç fenomeninin bir görsel sanatçı tarafından nasıl algılandığına dair görsel bir tefekkür istedik. Görev çok kolay değildi, çünkü ürünün fazla yazınsal ve belgelendirmeye dayanan bir yapısı olmamalı, fakat aynı zamanda çok “hoş” ve şiirsel de gözükmemeliydi. Aslı Kutluay’nın hassas yaklaşımı, kurmaca AMA karakterini kucaklamak gibiydi: fakat birçoğunu, çünkü birçok AMA var sahiden, üstelik etrafımızdalar.
Çevremizde olup biten, toplumlarımızı derinden değiştirecek görkemli, tarihi bir andır. Göç artık, Avrupa’daki muhafazakâr rejimlerin, seçmenlerine ulaşma ve insanların korkularını büyütmek için kullandıkları bir bahane haline geldi. Afrika’nın kanı eski Avrupalı sömürge lordlarının üzerine damlıyor, peki ya Suriye, Sri Lanka, Afganistan, Pakistan ve göçün kaynağı olan diğer birçok ülke? Siyasi mülteciler ve ekonomik temelli göçmenler arasındaki alışıldık bölünme riyakârdır: Bir rejimin ellerinde ölmek ve açlıktan ölmek arasındaki fark nedir? Bunlardan hangisi daha iyi, hangisi sıcak bir karşılamayı hak etmektedir?
Biz küratörler sessiz olmalıyız. Söyleyecek bir şeyimiz olmadığı için değil, sanatçı sürümüzü zorlu yolculuklarında izleyen, korkmuş, kıskanç ve endişeli çobanlar gibi olduğumuzdan. Teorileri ifade edebilmek veya onları damıtabilmek adına onları gözlemlemekle çok meşgulüz. Zamanımız yok. Bu yazıyı yazmak için, Kutluay’la uzun yazışmalar yaptım ve bu sayfaya onun kelimelerinden çıkartılmış, hazine dolu ellerimle geri döndüm.
Fotoğraf: Mokhtar Azizi, "Sicilya’da Mülteciler", 2017.
Fotoğraf: Mokhtar Azizi, "Sicilya’da Mülteciler", 2017.
Birkaç gün önce, 12 Mart 2018’de Sicilya, Modica’daki bir hastanede, Eritreli 30’larında bir genç adam, Libya’daki göçmenlere yönelik bir toplama kampında maruz kaldığı eziyet ve açlıktan ötürü hayatını kaybetti. Ölümcül derecede hastaydı, akciğer ve böbrek yetmezliği vardı. Öylesine zor ve uğursuz bir yolculuktan sonra Sicilya’ya ulaşma, özgürlüğünün ışığını görmek ve hemen sonra zamansız bir ölümle karşılaşmak için zamanı oldu. Burada, Eritre’de doğan ve İtalya’da ölen Tesfalidet Tesfom’u hatırlayalım. Kurtarma merkezinde ona G1 numarası verilmişti. G1 yalnızca 30 kiloydu, klinikteki doktor onu bir çocukmuş gibi kucağına alabildi. Denizin atında yatan birçok ölü varken neden bir adam hatırlanmalı? Çünkü sayıları çok fazla ve kalbimiz hepsini alabilecek kadar büyük değil. Tesfalidet bir şairdi: cüzdanında deniz tuzuyla hâlâ nemli, birkaç katlanmış sayfa şiir vardı:
Kimse yardım etmiyor, hiç kimse avutmuyor beni / şimdi hiçbir şeyim yok, çünkü hiçbir şey bulamadım bu hayatta.
…Sessizlik…
AMA nereden geliyor? AMA ile mülakat yapmak güç: konuşmuyor, ya da biz onun dilini anlamıyoruz; fısıldamayı, ıslık çalmayı, ima etmeyi, dolambaçlı bakışlar atmayı tercih ediyor. Kendini ifade etme yolu fasılalı, kinayeli, şiirsel.
Fakat BİZ nereden geliyoruz?
Kendi ülkelerimizin tarihi olan göçleri unuttuk: İtalyanların Kuzey ve Güney Amerika’ya nasıl yerleştiğini, Türklerin nasıl da Kuzey Avrupa’yı ve dünyadaki ikinci büyük Türk şehri olan Berlin’i yeni bir ev yaptığını.
Hepimiz bir yerden geliyoruz. Çok uzakta, unutulmuş bir doğum yeri, çalıştığımız ya da özel bir aşk yaşadığımız bir şehir, büyük annemizin yaşadığı deniz kenarındaki ve çocukken yüzmeye gittiğimiz bir kasaba olabilir bu.
Bu yüzden, AMA’nın nereden geldiğini bilmiyoruz. Fakat AMA’nın çok uzaktan geldiğini biliyoruz — bu yeterli değil mi? — ve şimdi “buraya” yerleşmeye çalışıyor: fakat — diğer soru — “burası”
neresi? Ve SİZİN nereden geldiğiniz? SİZİN nereye ait olduğunuz?
Ben beni kucaklayan insana aitim, yemeklerimi hazırlayan ve beni gülümseten birine.
Bu arada, bir kez daha, AMA nereden geliyor?
Cevabı biliyoruz: Her yerden geliyor, benim ve sizin içinizden.
Vittorio Urbani, Venedik’te evde, 12 Nisan 2018
Çeviren: Baran Gürpınar