Giriş
“2016 yılında yaklaşık 362.000 mülteci ve göçmen hayatlarını riske atarak Akdeniz’i geçmiş ve 181.400 kişi İtalya’ya, 173.450 kişi ise Yunanistan’a ulaşmıştır” (UNHCR, 2019). 2011 yılında Suriye’de savaşın başlamasının ardından, “mülteci krizi” ortak bir terim haline dönüşmüştür: Her ne kadar Türkiye, Ürdün ve Lübnan, Orta Doğu’dan gelen mültecilerin büyük bir kısmını kabul ediyor olsa da Avrupa Birliği (AB) üyesi devletler acil durum sinyali vermiştir (Hoffmann & Samuk, 2016). Barbulescu (2017), Türkiye’den Yunanistan’a mülteci akımını durdurmaya yönelik, Avrupa Birliği ve Türkiye arasında yapılan “Geri Kabul Anlaşmasını” sorgulamış ve bu şartlar altında Avrupa Birliği’nin “insan hakları öncüsü” olarak kalmaya devam edip edemeyeceği sorusunu sormuştur. De Genova (2017), üye devletler arasındaki dayanışma eksikliğine ve katılaştırılmış sınır politikalarına dikkat çekmektedir. Bazı mülteciler, katı sınır uygulamaları ve tehlikeli yolculuklara rağmen Yunanistan’a ulaşmayı başarmış ve Face Forward… into my home projesinin de ortaya koyduğu gibi burada yeni bir hayat kurmuşlardır. Bu bölümde söz konusu projeye katılan mültecilerin, çeşitli sanat eserlerine dair yorumları üzerinden kültür mirası ve kültür farklılıkları gibi temaların nasıl yeniden yapılandırılabileceğine ışık tutmak amacıyla Face Forward… into my home projesini inceleyeceğiz.
Bilim insanlarının zorunlu göç kavramına politik, hukuki ve insani yönden artan ilgisine rağmen konunun sanat, kültür ve kültür mirasının yönetimi alanlarıyla kesişimlerine yönelik daha çok araştırma yapılması gerekmektedir. Bu sebeple, çalışmamız Face Forward[1] projesine odaklanarak kültürlerarası iletişimde göçmenlerin aktif olarak yer almalarının sanat ve zorunlu göç kavramlarını nasıl harmanladığına dair bir analiz sunmayı hedefliyor. Bu kapsamda özellikle vurguladığımız noktalar ise göçmenlerin ana aktörler olduğu bu projede, sanat eserleri aracılığıyla hikâyelerini nasıl detaylandırdıkları ve projenin pozitif veya negatif olarak değerlendirdiğimiz yönlerinin proje sonucunu nasıl etkilediği. “Memleketlerini terk etmek zorunda kalan ve hayatlarını Yunanistan’da yeniden inşa eden” insanların hikâyelerine odaklanan interaktif sanat projesi Face Forward’ü bir vaka çalışması olarak analiz etmekteyiz.[2]
Görsel 1. Bazı katılımcıların portreleri, Derya Acuner (2019) tarafından hazırlanmıştır. (Fotoğraflar http://www.faceforward.gr/en/faces-stories/ adresinden alınmıştır. Erişim tarihi: 28.05.2019.)
Göçmenlerin hikâyelerini merkezine alan Face Forward’deki farklı faaliyetler şu şekilde: (i) hikâye anlatımı atölyeleri; (ii) portre fotoğraf çekimleri; (iii) hâlihazırda Yunanistan’da yaşayan ve Entegrasyon ve Konaklama için Acil Destek Programı’ndan (ESTIA) faydalanan mülteciler ve sığınmacıların fotoğraf ve kişisel anlatılarını içeren bir sergi. Proje, 26 mülteci ve sığınmacı proje katılımcısının çehrelerine ve hikâyelerine, hem gezici bir sergi hem de proje sonuçlarının paylaşıldığı internet sitesi üzerinden, düşündürücü bir perspektif kazandırmayı amaçlamaktadır. Bu proje, zamansallık perspektifinin yanı sıra göçmenlerin yaşamları üzerinden kültür mirası ve göç çalışmalarına içeriden bir bakış açısı sunmaktadır. Biz de bu inceleme yazısında Face Forward projesinin mültecilerin kendi anlatılarına ve direnişlerine nasıl odaklandığını değerlendireceğiz.
Proje kapsamındaki 26 anlatıyı dinlerken kültür mirası ve kültürlerarası iletişim ışığında göçmenlerin direnişini nasıl açıklayabilir ve gözlemleyebiliriz? Bir diğer deyişle, bu proje göçmenlerin seslerine nasıl alan açıyor? Bunun da ötesinde, göçmenleri gerçekten kendi anlatılarının öznesi olarak mı resmediyor, yoksa onların üzerine zorla biçilmiş anlatılar mı sunuyor? Bu soruları yanıtlayabilmek adına 26 mültecinin anlatılarını analiz ederken, gömülü teoriden (Charmaz ve Belgrave, 2007) faydalanarak bireylerin geçmişlerini, bugünlerini ve geleceklerini sanat eserlerine dair tartışmaları üzerinden inceledik. Mültecilerin anlatılarının ve çevrimiçi materyallerin tematik analizini yaptığımızda, beş ana direniş alanı ortaya çıktı: Aile; savaş tahribatı ve memleket; bir arada yaşam ve kültürlerarası unsurlar; iş, yaşam mücadelesi ve gelecek; toplumsal cinsiyetli direnişler.
Metinde ilk olarak projenin gerçekleştirildiği Yunanistan’a yönelen güncel mülteci akımına göz attıktan sonra kendi “direniş” tanımımızın çerçevesini sunan “hassasiyet” ve göçmenin aktif bir aktör oluşu üzerine literatürden bir kesite yer veriyoruz. Ardından, yukarıda bahsedilen beş ana alan altında direniş anlatılarına dair analizimizi proje katılımcılarının kişisel anlatılarından örneklerle ele alıyoruz. Yazının son kısmında ise projenin güçlü ve yetersiz bulduğumuz yönlerini değerlendiriyor ve direnişin, katılımcıların yaşantısı üzerindeki tezahürlerine dair bulgularımızı özetliyoruz.
Güncel Mülteci Akımına Kısa bir Bakış
Orta Doğu’dan, özellikle Suriye’den Ürdün, Türkiye, Lübnan ve AB üye devletlerine mülteci akımı, 2014 ve 2017 yılları arasında yükselişe geçmiştir (UNHCR, 2017). Güncel durumu değerlendirirken, Avrupa ülkelerinin ilk kez mülteci ve göçmen akımıyla karşı karşıya kaldığını iddia etmek yanlış olacaktır.[3] Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, birçok Avrupa ülkesi diğer ülkelerden göçmen ve mültecilere kapılarını açmıştır (Green, 2012). Van Mol ve De Valk (2016) Avrupa’ya göçü üç döneme ayırmaktadır: 1950-1974 arası, 1974’ten 1980’lerin sonuna kadar olan dönem, 1980’lerin sonundan 2012’ye kadar olan dönem. İyi bilinen ilk göç (1950-1974), misafir işçi göçü usulüyle İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa ülkelerine yapılan işçi göçleridir; Eski Yugoslavya’dan, İtalya, Portekiz gibi Güney Avrupa ülkelerinden ve Türkiye’den göçmen işçiler Kuzeybatı Avrupa ve Kıta Avrupası ülkelerine gelmişlerdir (Unat, 2002; Morris, 2003). 1973 yılındaki Petrol Krizi sonrası misafir işçi anlaşmaları durdurulsa da göç, aile birleşimi şeklinde devam etmiştir (1974-1980). Bunu takip eden dönemde, Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Yugoslavya savaşları sebebiyle de sığınma talepleri oldukça yoğundur (Van Mol & De Valk 2016, s. 36). 1990’dan 2012’ye kadar süren üçüncü dönemde ise sığınma talepleri çoğunlukla Federal Yugoslavya Cumhuriyeti, Romanya, Türkiye, Irak ve Afganistan’dan gelmektedir (Castles vd., 2014). Yakın tarihte ise AB göç politikaları AB dışı ülkelere yönelik sınırlarını sıkılaştırırken, AB sınırları dahilinde iç göç hızlanmaya başlamıştır (Van Mol & De Valk 2016, s. 38).
Son on yılda, akımların hem mültecileri hem de göçmenleri kapsayabileceğini göstermek için uluslararası kuruluşlar tarafından “karışık akımlar” terimi kullanılmaktadır. Bu çalışmada, incelenen projenin katılımcıları mülteci oldukları için bu terimden faydalanıyoruz.[4]
Günümüzde göç karşıtı eğilimlerle ve aşırı sağın yükselişiyle birlikte değişen ideolojik istikamete rağmen, Avrupa’ya göçün tarihsel mirası Avrupa toplumlarını kültürel, politik, ekonomik ve demografik açılardan şekillendiren bir faktör olagelmiştir.
Tablo 1: 2014-2017 Yılları Arasında Yunanistan’a Denizden ve Karadan Varış
Kaynak: UNHCR Resmi Web sitesi (veri tarihi: Ocak 2018).
Yakın zamanlı mülteci göçlerine baktığımızda, Fransa sınırlarını kapatırken; Almanya, sınır kontrollerini başlatmış ve Macaristan mültecilerin yerleşmesine ve entegrasyonuna engel teşkil ederken AB üyesi ülkeler arasındaki dayanışma sorgulanmaya başlanmıştır. Aynı zamanda, Yunanistan 2018 yılında 32.497 göçmen almıştır (bkz. Tablo 1).[5] Son mülteci göçü istatistikleri göz önüne alındığında, Suriyeli, Afgan ve Iraklı mülteciler ilk üç sırada yer almaktadır (UNHCR, 2018). Face Forward katılımcıları arasında da Suriye, Afganistan ve Irak’tan mültecilerin bulunduğunu gözlemliyoruz.
Direnişin Tasviri
Aktör ve yapı arasındaki diyalektik ilişki, mültecilerle ilgilenen her projenin merkezinde yer almaktadır, özellikle de “hassasiyet” yaratan koşullar altında yaşayan mültecilerde (sağlık problemleri, ayrımcılık, damgalanma, yabancı düşmanlığı, toplum ve hizmetlerden dışlanma, sosyoekonomik eşitsizlikler, cinsiyetçilik, transfobi, homofobi vb.) bu terim kullanılmaktadır. Fakat “Hassasiyet” kelimesi son yıllarda kazandığı politik anlamla birlikte eleştirilen bir konsept haline gelmiş ve mültecilerin kendi hayatlarının ana aktörleri olduğunu reddeden bir algı oluşturduğuna dair eleştiriler almıştır. Bir diğer deyişle, güçlü sayılabilecek kuruluşlar (STK’lar) hassasiyet tanımını belirleyebilmekte ve bu kavramı, dâhil etme/dışarıda tutma aracına dönüştürebilmektedir. Kimlerin savunmasız yahut “hassasiyet” sahibi olduğu konusundaki karar objektif olmamakla birlikte, bu karar devletler ve örgütler tarafından mültecilerin verilecek hizmetlere “değer” bulunup bulunmadığını belirlemekte kullanılmıştır (Chauvin & Garcés-Mascareñas, 2014).
Literatürde, mültecilerin nasıl çocuklaştırıldığı, damgalandığı ve ötekileştirildiği eleştirel bir şekilde incelenmiştir (Esposito, 2017). “Hassasiyet” terimi; örneğin, gözaltı merkezlerinde travmatik deneyimler yaşayan göçmen kadınların durumunda olduğu gibi, müzakerelerin, direnişlerin ve göçmenlerin hayatta kalma stratejilerinin anlaşılması için yeterli değildir (Esposito vd., 2019). Göçmenleri edilgen kılan “hassasiyet” yakıştırmasının aksine; göçmenler kurumlarla, politikalarla ve deneyimli uluslararası STK’larla uyuşmazlık içinde kaldıkları durumlarda bile kendi hayatlarının ana aktörleri olmaya devam etmektedirler (Ellermann, 2010; Bloch vd., 2013; Sigona, 2010; Ryan, 2018). Göçmen işçilerin (Waite vd., 2015, s. 481) ve belgesiz göçmenlerin (Ellerman, 2010; Schweitzer, 2017) direniş stratejileri, ev sahibi toplumlarda entegrasyon diyalektiğini ortaya koymaktadır. Bu sebeptendir ki, “hassasiyet”lere sahip olmak bir insanın kendi hayatının aktörü olmasına engel oluşturmaz (Orgocka, 2012).
Göçmen aktörler bağlamında, direnişi şu şekilde tanımlıyoruz: Yeni yaşamlarında yeni çözümler üreterek olumsuz koşullara direnmek; bulundukları çevreye adapte olmak, geçmişteki yaşamlarında ve geride bırakmak zorunda kaldıkları memleketlerinde karşılaştıkları zorlukları ve memlekete dair nostaljiyi yabana atmamak ile birlikte geleceğe dair umutlu olmak. Direniş terimini kültürlerarası alanda ve sanat yapıtları ile ilişkilendirerek değerlendirmek, göçmenlerin geçmiş deneyimlerinin Face Forward… projesinde yer alan Yunan tarihi, sanatı ve günlük yaşamıyla ilişkisini yakalamak için önemli bir araç sunmaktadır.
Face Forward: Anlatılar ve İçeriklerine Kısa bir Bakış
Projeye katılan mültecilerin anlatılarını inceledeğimizde, direnişe ilişkin farklı temalar keşfettik: Aile; savaş tahribatı ve memleket; bir arada yaşam ve kültürlerarası unsurlar; iş, yaşam mücadelesi ve gelecek; toplumsal cinsiyetli direnişler. Katılımcıların kendi anlatılarından örneklerle bu temaların bir analizini bu bölümde paylaşıyoruz.
Tablo 2. 26 Çehrenin arkasındaki hikayeler: Analiz için özet tablo.
Aile: Bazı proje katılımcıları aileleriyle birlikte göç edebilmişken, bazıları Yunanistan’a yalnız gelmiş. Aileleriyle birlikte gelenlerin anlatıları, çocuklarının gelecekleri ile ilgili oldukça umutlu görünüyor.
Farida: “Çocuklarımın huzurlu bir ortamda büyüyeceğini düşünüyorum, okuyabilecek ve kendi geleceklerini inşa edecekler. Bu düşünce beni rahatlatıyor.”
Öte yandan, Ali iş bulabilmesi durumunda özellikle güvenlik sebebiyle ailesini yanına getirmek istiyor: “Beni en çok endişelendiren konu Suriye’den ayrılalı iki sene geçmesine rağmen ailem için, eşimi ve kızlarımı buraya getirebilmek için hâlâ elimden bir şey gelmemesi. Kalıcı olarak bir yere yerleşmek ve iş bulmak istiyorum, böylece ailemle birlikte güvenli bir yerde yaşayabiliriz.”
Anlatıların büyük kısmında, biyolojik aileler pozitif şekilde karşımıza çıkıyor. Hikâyeler ister güzel anılar ister kayıplar üzerine olsun, aile bireylerine karşı beslendiği ifade edilen duygular genelde sevgi ve bakım sağlama isteği üzerine kurulu. Bu genel durumun belirgin bir istisnası ise Maya’nın anlatılarında belirginleşiyor: Maya, geldiği ülke olan Tunus’ta cinsiyet kimliği sebebiyle acı çekmiş ve ailesi tarafından görmezden gelinmiş. Maya’nın hikâyesi dışında da bazı genç katılımcıların, ailelerini sevdiklerini belirtmekle beraber özellikle de bireysel bağımsızlıklarına verdikleri önemi vurguladıklarını görüyoruz.
Anlatıların bir kısmında incelendiği üzere, “aile” kavramı yalnızca biyolojik aileleri değil, aynı zamanda kişilerin yeni yaşamlarında tahayyül ettikleri aileyi ve zamanla oluşturdukları bağları da temsil ediyor. Mahdi, “henüz beş altı aydır tanışıyor olsalar da birbirlerini yıllardır tanıyor gibi hissettiğinin” altını çizerek Amin ve Hassan’ı kardeşleri gibi gördüğünü belirtiyor. Bunun ötesinde, Bibiche, içinde bulunduğu çevreyi “aile” olarak tanımlıyor: “Ve tüm kardeşlerime; mültecilere, vatandaşlara ve arkadaşlarıma -onlara istediğiniz ismi verebilirsiniz, ben onları bir aile olarak düşünüyorum-, söylemek isterim ki, burada zihnimizin daha karanlık kısımlarını ve deneyimlediğimiz o korkunç şeylerin karanlık hatıralarını aydınlatma ve kendimizi tekrar insan gibi hissedebilme şansına sahibiz.”
Savaş tahribatı ve memleket: Bu tema iyileşme, dönüşüm ve geri dönüş fikirleri gibi çeşitli konuları içeriyor. Anlatılar genelinde en sık kullanılan kelimelerden biri olan “ülke”yi bir bağlama yerleştirecek olursak, proje katılımcılarının bu kelimeyi memleketlerine; savaşın buralarda getirdiği yıkıma, toplumlarının yaşadığı problemlere ve sıla hasretine atıfta bulunarak kullandıklarını görüyoruz.
Proje katılımcılarından bir mülteci Halep’i gerçekçi bir şekilde tanımlarken orada kalanların direnişlerini anlatıyor: “Şehir yaşadığı büyük yıkım sebebiyle tanınmaz hâle geldi. Bugünün Halep’inden fotoğraflar gördüğünüzde dünya üzerinde öyle bir yer olabileceğine inanamıyorsunuz: Burada yıkık bir pencere, orada atılmış bir tencere… Fakat, kimi insanlar şehrin yeniden inşa edileceği umuduyla orada kalmayı seçti; bu insanlar tüm problemlerin kişileri çok çalışmaya ve başarıya götüren mücadeleler olduğuna inanıyorlar.”
Birkaç katılımcının anlatısında geri dönme arzusuna rastlıyoruz. Örneğin, Amin şöyle diyor: “Geçen yıl Nevruz’u kutlamadım. Fakat size söz veriyorum, oturma iznimi aldığımda, hepinizi İran’a götüreceğim; doğada çadır kurup kutlayacağız.” Özellikle hâlâ okuyan daha genç yaştaki katılımcılar oldukça idealistler, “ülkeleri” için bir şey yapmak istiyorlar. Bu bakış açısı, aynı zamanda, geleceklerini nasıl algıladıkları ve yaşamlarının seyri ile ilgili de olabilir. Mesela, Bibiche, “şöyle bir hayalim de var; günün birinde AB’de ülkemin elçisi olarak barış adına çalışmayı umuyorum,” diyor.
Bir arada yaşam ve kültürlerarası unsurlar: Her ne kadar Doğu ve Batı arasındaki hoşgörü seviyesi ve özgürlükler birbirine zıt bir şekilde tasvir edilse de, katılımcıların sanat eserlerine dair yorumlarında kültürler arasındaki benzerliklere atıf yapıldığını görüyoruz. Taşıdıkları kültürlerarası anlamlara özellikle ve en çok vurgu yapılan sanat eserleri ise şunlar: İsveçli Uçan Halı, Uyuklama ve Bottari.
Görsel 2.
Kostis Velonis
Swedish Flying Carpet (İsveçli Uçan Halı), 2001
Ahşap, püsküllü saçak
8.5 x 80 x 200 cm
Ulusal Modern Sanat Müzesi Koleksiyonu, Atina
Sanatçının bağışı, 2002
Katılımcılar, Velonis’in ahşap halısının kendilerine, ülkelerinde yapılan halıları ve bunun hayatlarına getirdiği dinginliği hatırlattığını aktarıyor. Amin bu işi şöyle yorumluyor: “Kostis Velonis’in bu yapıtı bana İran’da üretilen ve farklı ülkelere ihraç edilen halıları hatırlattı. Türkiye’de bu tarz halılar üreten ve yurt dışına ihraç eden bir fabrika var. Oradaki işçilerin çoğu İranlılar. Bu halılarda doğadan, çiçeklerden ve çeşitli bitkilerden motifler bulmak mümkün. Bunların üzerine oturduğunuz zaman kendinizi sakin ve huzurlu hissediyorsunuz.”
Görsel 3.
Janine Antoni
Slumber (Uyuklama), 1994
Enstalasyon
Akçaağaç dokuma tezgahı, yün ipliği, yatak, gecelik, battaniye, sanatçının REM’i bilgisayar tarafından okunur, REM kod çözücü
Değişken boyutlar
Ulusal Modern Sanat Müzesi Koleksiyonu, Atina
“Dakis Joannou Koleksiyonu” bağışı.
Zainab, Antoni’nin Slumber adlı çalışması, kendi ülkesi Afganistan’a atıfla şu şekilde anlatıyor: “Janine Antoni’nin dokuma tezgahı ile ürettiği çalışması bana Afganistan’ı hatırlattı; orada, özellikle köylerde bu alet hâlâ kullanılıyor. Afganistan’da insanlar, yıllardan beri dokuma sanatıyla iç içeler. Çiçekler ve başka güzel tasarımlarla süslenmiş, rengarenk halı ve kilimler dokuyorlar. Bildiğim kadarıyla, bu halılar oldukça pahalı ve büyük çoğunluğu yurt dışına gönderiliyor. Dokuma tezgâhlarında genelde kadınlar çalışıyor çünkü kadınlar renkler ve tasarımlar hakkında daha çok bilgiye sahipler, aynı zamanda daha iyi çizim yapabiliyorlar.” Zainab, Antoni’nin çalışmasını yorumlarken kendi kültürü hakkında (örneğin, kadınların renk ve tasarım anlayışında üstün oldukları varsayımına dayalı cinsiyetlendirilmiş iş bölümü) ipuçları paylaşarak kültürlerarası nüveleri inşa ediyor. Ayrıca dokuma ve halılar, katılımcıların kendi ülkelerindeki geleneksel zanaatın pratiklerini ve aynı zamanda da geleceği yeniden kurma ve kurgulama/yeniden işleme fikrini sembolize ediyor. Maya’nın belirttiği gibi, “kendi hayatlarımızı kendimiz dokuyoruz.”
Kültürlerarasılık söz konusu olduğunda, Bottari’nin sanat eseri katılımcılar tarafından, farklılıklara rağmen beraberlik ve dış görünüşümüz ile iç dünyamız arasındaki nüanslar gibi değişik şekillerde yorumlanmış. Örneğin Zacharia, Bottari isimli çalışmada “çeşitlilik içindeki birliği” görüyor: “Bohça, tüm kültürleri birleştiren bir nesnedir. Kürtçede bu kelimenin karşılığı ‘bohça’dır. [...] Belki de sanatçı tüm geleneklerde ortak olan uygulama ve öğeler hakkında bir yorum getiriyor. Çünkü her yerde, insanlar arasında benzerlikler bulabilirsiniz. [...] bohçaların bu şekilde yan yana yerleştirilmesi birlikten doğan gücü ve aynı zamanda mesafenin sebep olduğu zayıflığı göstermektedir.”
İş, hayat-mücadelesi ve gelecek: Bu temalar çoğunlukla iyileşmeyle ve hayat mücadelesinin sürekliliği ile ilişkili ortaya konmuş. Dahası, ilgili söylemlerde gördüğümüz kadarıyla katılımcılar hayatta kalmak ve olumsuz koşullara direnmek zorunda olduklarına ikna olmuş vaziyetteler; geçmişlerini unutmak istemiyorlar, ancak geleceğe ve yeni bir ülkede yeni bir hayat kurmaya odaklanıyorlar. Psikolojik ve bilişsel direncin ne kadar önemli olduğu konusunda, anlatılardan birkaç örnek vermek mümkün:
Beshr: “Attan düştüğünde tekrar ayağa kalkman gerekir diye bir deyim vardır. Hayatımı böyle yaşıyorum.”
Farida: “Şimdi buradayım; okula gitmek ve Yunanca öğrenmek için fırsatım var. Hayat bu, çok çalışmak ve en iyisi için gayret etmek gerekir… En büyük zorluk ilk adımda yatar: İlk adım en zoru.”[6]
Görsel 4.
Do Ho Suh, Staircase II (Merdiven II) 2004
Enstalasyon
Yarı saydam naylon
Değişken boyutlar
Kültür Olimpiyatı çerçevesinde HCO’dan Atina Ulusal Modern Sanat Müzesi’ne ödünç verilmiştir.
İdris: “Bu sanat eserinin pozitif bir mesajı var ve, hayattaki gerçeği gösteriyor: Hedeflerinize ulaşmak için çaba sarf etmeniz gerekiyor...”[7]
Mosabi: “Keder içinde pasif kalmak iyi değil, fakat hedefimize ulaşana kadar çabalarımızı sürdürmeliyiz.”
Reem: “Ama zorluklar insanı güçlü kılar. Sadece bu kadar da değil. Zorluk insanı değiştirir!”
Zacharia: “Savaşan ve teslim olmayan kişi ölmeyecektir.”[8]
Görsel 5.
Costas Tsoclis
Harpooned fish (Zıpkınlanmış Balık), 1985 ve Portraits (Portreler), 1986 işlerinin enstelasyon görünümü
Video enstalasyon
Boyalı tuvaller üzerine renkli video
Ulusal Modern Sanat Müzesi Koleksiyonu, Atina
Sanatçının bağışı, 2002 & 2017
Toplumsal cinsiyetli direnişler: Katılımcıların anlatımlarında toplumsal cinsiyete bağlı olarak göçe bakış açısında bazı kalıpları (Pessar ve Mahler, 2003; Green, 2012; Uteng & Creswell, 2016) gözlemlemek mümkün. Örneğin, iş ve kariyer konularında erkeklerin kadınlara göre daha hırslı olduğuna dair birtakım inançlar söz konusu. Ava “en büyük hayalim, oğlumun büyüyüp hayatta başarılı bir adam olduğunu görmek,” diyor. Kendi iş olanaklarından bahsettiğinde ise daha umutsuz: “Yaratıcı olabilmek ve ailem için bir şeyler yapabilmek için Yunanistan’da bir iş bulmak istiyorum. Mühendis olma fikriyle Tahran'da matematik okudum. Burada bu alanda çalışmanın benim için zorlu olacağını fark ettim. Ama belki manikürcü olmak gibi basit, sevdiğim ve iyi yapabileceğim bir işle başlayabilirim. Başlangıç için iyi bir fikir olabilir.”
Henüz öğrenci olan Bryan ise şöyle diyor: “Kendi geleceğimle ilgili benim hayalim bilgisayar mühendisliği okumak, ama doktor olmamı isteyen annemi hatırlıyorum. Bu konuda ısrar ederdi. Teknolojinin gelişimine katkı sağlamaktansa insan hayatını kurtarmanın daha önemli olduğuna inanıyordu. Bu yüzden doktor olmaya çalışacağım. Ama önce okulda ve sınavlarda başarılı mıyım onu test etmem gerekiyor.” Fakat elbette belirtmeliyiz ki, 26 hikâye üzerinden bir genelleme yapılamaz ve bu örneklerden hareketle kadınların kariyerlerinde veya gelecek beklentilerinde daha az idealist oldukları sonucuna varılamaz.
Çoğu anlatıda, toplumsal cinsiyet eşitliği ve fırsat eşitliğinin önemine yapılan vurguya ve toplumsal cinsiyet rolleri ile bunlara yönelik yaygın inanışlara yöneltilen eleştirilere rastlamak mümkün. Katılımcıların anlatılarından, atölye çalışmaları sırasında bu bağlamda verimli tartışmalar yürüttüklerini anlıyoruz. Mesela Amin, “kadınların toplumdaki yeri gibi çeşitli konulardaki tartışmalara da ilk defa katıldığının” altını çiziyor.
Bir yandan sosyal eğilimler tartışılırken, bazı katılımcılar kişisel deneyimlerini de paylaşmışlar. Örneğin, Mo-Sabi, fiziksel anlamda özgürce kendini ifade etmek istediği için ülkesi Irak’ta küpeli ve uzun saçlı erkeklerin kabul görmemesinden rahatsızlık duyduğunu belirtiyor. Reem başörtülü bir kadın olarak Yunanistan’daki deneyimini paylaşırken, Maya ise ülkesi Tunus’ta bir trans olarak karşı karşıya kaldığı zorlukları anlatıyor.
Son sözler
Bu metinde, Face Forward … into my home projesi kapsamında incelenen sanat eserlerinin ilham verdiği mülteci hikâyelerine dair analizimizden kesitler sunduk. Mültecilerin anlatılarını ve sanat eserlerini kültürlerarası ögeler aracılığıyla, nasıl yorumladıklarını incelediğimizde, kendi hayatlarının aktörleri olduklarını, deneyim ve direnişleri sayesinde geçmişlerini ifade ettiklerini (memleketleri hâlâ hayatlarının çok büyük bir parçası), mevcut koşullarını düşündüklerini (geçmiş olayların getirdiği acı ve iyileşmenin diyalektiği ile) ve gelecekleri için hayal kurmaya devam ettiklerini (kariyerleri, ileriye yönelik coğrafi ve sosyal hareketlilikleri, aileleri ve ülkeleri için umutları) gözlemledik. İncelememizde, Face Forward’ün mülteci katılımcıların hayatlarının esas aktörleri oldukları fikrini dikkate aldığını ve onların deneyimlerini ağırlığı “hassasiyet”lerine vermeden gözler önüne serdiğini öne sürdük.
Öncelikle, bu örnekte, Face Forward’e benzer nitelikteki projeler için geliştirilebilecek bazı olumsuz noktalar olduğunu iddia ediyoruz. Bu noktalardan ilki, sürdürülebilirlik konusunun projede yeterince tanımlanmamış oluşu. Örneğin, mülteciler hikâye anlatımı ve fotoğraf atölyelerine katılıyorlar, ancak sonrasında bu eğitimleri ve paylaşım(lar)ı hayatlarının bir parçası hâline nasıl getiriyorlar? Böyle bir projenin etkileri katılımcılar için nasıl uzun ömürlü kılınabilir?
İkinci olarak, bazı katılımcıların hikâyelerinde, bireysel özgürlükler, tolerans ve birlikte yaşama söz konusu olduğunda, politika ve toplum bağlamında Doğu-Batı ayrımının yeniden kurgulandığını fark ettik. Hikâyelerde, bir zamanlar kendilerinin olan ama savaşın tahrip ettiği antik bir kültür ve medeniyet nostalji ile anılmış. Örneğin, Afganistan, İran ve Suriye, kadınlar ve LGBTIQ’ların (lezbiyen, homoseksüel, biseksüel, trans, interseks ve kuir) özgürlüklerinin kısıtlı olduğu, politik özgürlüklerin olmadığı ve dinin etkileri altında kalan ülkeler olarak tasvir edilmiş. Bu tahayyül söz konusu ülkelerin ve buralardaki savaş öncesi politik çıkmazların bütünlüklü bir bağlama yerleştirilmesini engelleyen ve belirleyici tarihsel etkilerin göz ardı edildiği tek taraflı bir mukayeseye sebep olabilmektedir.
Sanat işleri ile bağlantılı olan anlatılar, Doğu-Batı ayrımını ve ezberini bozup birlikte yaşamanın ve iş birliği içinde olmanın kültürlerarası temellerini ifade etmişlerdir. Bu sebeple, projenin başarısının kökeninde, katılımcıların sanat işlerine kültürlerarası anlamlar verdiği bu atölye çalışmalarının bulunduğunu düşünüyoruz.
Projenin bir diğer başarısı ise, mültecilerin hikâyelerinin onlardan çalınmamış olmasıdır. Bu hikâyeler ön planda, mültecilerin özne oluşu ise merkezdedir. Müzede, katılımcıların anlatımlarının portreleriyle birlikte sunulması, katılımcıların karşılaştıkları sorunlara rağmen, yaşamlarının ve geleceklerinin baş kahramanı oluşlarına okuyucunun (veya müze ziyaretçisinin) aşina olmasını sağlamıştır. Bu bakımdan, faaliyetler, sanat eserlerini yorumlayanları (yani katılımcıları) direnişin ana aktörleri olarak addetmiştir. Buna ek olarak, mültecilerin eylemselliğinin samimi bir şekilde projenin özünde yer aldığını kanıtlayan bir işaret ise, katılımcıların hikâyelerine ve portrelerine, EMST (Atina Ulusal Modern Sanat Müzesi) koleksiyonundan projeye dahil edilmek üzere seçilen çağdaş sanat işleri ile birlikte, internet sitesinin “Sanat Eserleri” kısmında yer verilmiş olmasıdır.
Katılımcı seçkisi – internet sitesinde seçim süreci hakkında herhangi bir bilgi bulunmamasına rağmen – projenin olumlu sayılabilecek bir diğer yönünü oluşturmaktadır. Katılımcılar yaş, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim, din, etnik köken ve eğitim seviyesi bakımından çeşitli ve görece kapsayıcı bir grup oluşturmuştur. Bu çeşitlilik, grup çalışmalarındaki temsiliyet ve fikir alışverişi anlamında zenginleştirici bir özelliğe sahip.
Kendilerini fotoğraf ve hikâyeler ile ifade edebildikleri gibi anlatıların başka dillere (Arapça, Yunanca ve İngilizce) tercüme edilmesi dolayısıyla da proje dahilindeki faaliyetler, mültecilere daha çok direnç sağlayan aktiviteler olarak düşünülebilir. Sanat eserlerinin desteklediği kişisel değişim ve dönüşüm, mültecilerin anlatılarında (geçmiş ve gelecek evleri arasında bağ kurmalarına yardımcı olan kültürlerarası ögelere ek olarak) açıkça görülmektedir. Başkalarının duygularını, düşüncelerini, deneyimlerini ve hayallerini dinlerken sanat işlerinden alınan ilhamla kişisel direnişlerinin farklı yönlerini tartışmak, bu projeyi eksik yönleri ne olursa olsun değerli kılıyor. Sanat ve müzelerin demokratikleşmesinin yanı sıra kültür ve sanata erişilebilirlik ile aktif katılımın elzem konular olduğu günümüz kültür sahnesinde, bu teorik tartışmalar doğrultusunda Face Forward iyi bir uygulama örneği sunmuştur.
Çeviren: İpek Özbay
Kaynakça
Abadan-Unat, N. (2002). Bitmeyen göç: konuk işçilikten ulus-ötesi yurttaşlıǧa (cilt 1). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Barbulescu, R. (2017). “Still a beacon of human rights? Considerations on the EU response to the refugee crisis in the Mediterranean”, Mediterranean Politics, 22(2), 301–308.
Bloch, A., Sigona, N., & Zetter, R. (2013). “Migration routes and strategies of young undocumented migrants in England: A qualitative perspective”, Irregular Migrants içinde (s. 26–42). Londra ve New York: Routledge.
Castles, S., Booth, H. & Miller, M.J. (2014). The age of migration: International population movements in the modern world, Basingstoke: Palgrave Macmillan.
Charmaz, K., & Belgrave, L. L. (2007). “Grounded theory”, The Blackwell Encyclopedia of Sociology.
Chauvin, S., & Garcés-Mascareñas, B. (2014). “Becoming less illegal: Deservingness frames and undocumented migrant incorporation”, Sociology Compass, 8(4), 422–432.
De Genova, N. (Ed.). (2017). The borders of “Europe”: autonomy of migration, tactics of bordering, Durham: Duke University Press.
Ellermann, A. (2010). “Undocumented migrants and resistance in the liberal state”, Politics & Society, 38(3), 408–429.
Esposito, F. (2017) “Practicing ethnography in migration-related detention centers: A reflexive account”, Journal of Prevention & Intervention in the Community, 45(1), 57–69.
Esposito, F., Ornelas, J., Scirocchi, S., & Arcidiacono, C. (2019). “Voices from the inside: Lived experiences of women confined in a detention center”, Signs: Journal of Women in Culture and Society, 44(2), 403–431.
Europe Situation. (2019). https://www.unhcr.org/europe-emergency.html (Erişim tarihi: 28.05.2019).
Face Forward into My Home internet sitesi. http://www.faceforward.gr/en/face-forward-into-my-home/ (Erişim tarihi: 05.01. 2019).
Geneva Convention. (1951).” Geneva Convention Relative to the Protection of Civilian Persons in Time of War”, https://www.refworld.org/docid/3ae6b36d2.html (Erişim tarihi: 28.05.2019).
Green, N. (2012) “Changing paradigms in migration studies: From men to women to gender”, Gender and History, 24(3), 782–798.
Hoffmann, S., & Samuk, S. (2016). Turkish immigration politics and the Syrian refugee crisis, Berlin: German Institute for International and Security Affairs.
IOM UN (International Organisation for Migration – United Nations/Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü). (2019). “Key Migration Terms”, https://www.iom.int/key-migration-terms (Erişim tarihi: 28.05.2019).
Morris, L. (2003). “Managing contradiction: Civic stratification and migrants’ rights”, International Migration Review, 37(1), 74–100.
Orgocka, A. (2012). “Vulnerable yet agentic: Independent child migrants and opportunity structures”, New Directions for Child and Adolescent Development, 2012(136), 1–11.
Pessar, P. R., & Mahler, S. J. (2003). “Transnational migration: Bringing gender in”, International Migration Review, 37(3), 812-846.
Ryan, L. (2018). “Differentiated embedding: Polish migrants in London negotiating belonging over time”, Journal of Ethnic and Migration Studies, 44(2), 233–251.
Schweitzer, R. (2017). “Integration against the state: Irregular migrants’ agency between deportation and regularisation in the United Kingdom”, Politics, 37(3), 317–331.
Sigona, N. (2012). “‘I have too much baggage’: The impacts of legal status on the social worlds of irregular migrants”, Social Anthropology, 20(1), 50–65.
UNHCR (2017) Global Trends Forced Displacement 2017, https://www.unhcr.org/5b27be547.pdf
Uteng, T. P., & Cresswell, T. (2016). “Gendered mobilities: Towards an holistic understanding”, Gendered mobilities içinde (s. 15–26). Londra: Routledge.
Van Mol, C., & De Valk, H. (2016). “Migration and immigrants in Europe: A historical and demographic perspective”, Integration processes and policies in Europe içinde (s. 31–55). Berlin: Springer, Cham.
[1] Bu sayfadan itibaren proje ismi Face Forward kısaltması ile kullanılmıştır.
[2] Face Forward… into my Home. http://www.faceforward.gr/en/faces-stories/ [erişim tarihi: 28.05.2019]. Bu bağlamda, proje katılımcılarının statüsü ilgili tanıma uyduğundan, 1951 Cenevre Sözleşmesi’nde geçen “mülteci” tanımına bağlı kalınmıştır.
[3] “Mülteci” ve “göçmen” farklı olarak tanımlanır. Cenevre Sözleşmesi’nde (s.3) kabul edilen “mülteci” tanımı: “Irkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen kişidir.” “Göçmen” ise şu şekilde tanımlanmıştır (IOM 2019): ”(1) kişinin hukuki statüsüne, (2) hareketin gönüllü olup olmadığına, (3) hareketin sebeplerine ya da (4) kalış süresinin uzunluğuna bakılmaksızın, ikamet ettiği yerden ayrılarak uluslararası sınırlar ötesine ya da bir Devlet içerisinde bir yerden başka bir yere geçmekte olan ya da geçmiş kişi.”
[4] Yakın zamanda “immigrant” (mülteci) terimi bir yere hareket etmek ve orada kalmak, “migrant” (göçmen) terimi ise hareket halinde olmak ve hareket etme özgürlüğü olarak ifade edilmektedir. Ancak bu hâlâ devam eden bir tartışma konusudur.
[5] Yunanistan’a ilişkin durum raporu için bkz. https://data2.unhcr.org/en/situations/mediterranean/location/5179 [Erişim tarihi: 28.05.2019]
[6] Merdiven II, sanat eserine referans.
[7] Staircase II (2004) isimli sanat eserine referans.
[8] Portraits (1986) isimli sanat eserine referans.