Brooklyn Müzesi’ndeki Bir Serginin Ardından: “Suriye, O Zaman ve Şimdi: Bir Yüzyıl Arayla Mültecilerden Hikâyeler”

Brooklyn Müzesi’nde yakın bir geçmişte, 13 Ekim 2018-13 Ocak 2019 tarihleri arasında düzenlenen “Suriye, O Zaman ve Şimdi: Bir Yüzyıl Arayla Mültecilerden Hikâyeler” başlıklı sergide Suriye’de mültecilerin zaman içinde değişen hikâyeleri anlatılmakta ve yüzyıl arayla yaşadıkları farklı deneyimler küresel bir bağlama yerleştirilmektedir. Sergi, müzenin tarihsel koleksiyonundan Orta Çağ’a ait bir grup Suriye seramiğini, üç çağdaş Arap sanatçının sanat eserleriyle birlikte ön plana çıkararak mültecilerin tarihte yaşadıkları acılar ile bugünkü zor durumları arasındaki bağlantıları incelemiştir. Sergide gösterilen Orta Çağ İslam seramikleri yirminci yüzyıl başında Rusya’dan kaçmış etnik Müslüman bir grup olan Çerkes mülteciler tarafından Rakka’da keşfedilmiştir. Sergi, halka açık programlarını 13-23 Ekim 2018’de başlatan New York Arap Sanat ve Eğitim İnisiyatifi’nin bir parçası olarak düzenlenmiştir. Bu makalede bu serginin oluşumu, katılan sanatçılar, sergileme yöntemleri, müzenin programı ve Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesinin etkisi altında gerçekleşen açılış etkinlikleri ayrıntılı olarak ele alınmaktadır.

İslam sanatı küratörü olarak Brooklyn Müzesi’nde çalışmaya başladığımda koleksiyonda ilginç bir seramik grubuyla karşılaşmıştım. Bunlar turkuvaz ya da bakır renkli ışıltılı sırlarıyla dünya çapında Rakka işi olarak tanınan, çok güzel sırlanmış seramiklerden değillerdi. Bunların sırları neredeyse silinme noktasına gelmişti; bazılarının içlerinde delikler vardı, bazılarının da şekilleri tamamen bozulmuştu. Bu belirgin kusurlara rağmen 20. yüzyıl başında müze tarafından satın alınmışlardı. Daha önceki araştırmalarımdan Rakka seramiklerinin ilginç keşif hikâyesini biliyordum (Yoltar-Yıldırım, 2005; Yoltar-Yıldırım, 2013). Dolayısıyla aralarında fırın artıklarının (fırınlama sürecinde hasar gören ve çoğu ocakların yanında ıskartaya çıkarılan seramik ürünler) da bulunduğu bu grubun varlığı ilginçti. Seramikler Brooklyn Müzesi tarafından 1906 ve 1908 gibi erken bir tarihte satın alınmışlardı. Bazıları New York’ta bulunan Azeez Khayat (Aziz Hayat) adlı bir aracıdan müzenin koleksiyon fonu çerçevesinde satın alınmış, bazıları da müzenin ilk önemli bağışçılarından biri olan Albay Robert B. Woodward tarafından armağan edilmişti; Woodward da bunları Azeez Khayat’tan almıştı. Belirgin kusurlu şekilleri ve sırlarının yıpranmış görünümü, satın alınmalarını engelleyecek etkenler olarak görülmemişti.

Yıllar içinde Frederic B. Pratt ve eşi, Mary T. Cockcroft, Horace O. Havemeyer ve eşi gibi başka tanınmış koleksiyoncular da müzeye Rakka seramikleri bağışlamışlardı. Bunların durumu daha iyiydi. Görünür bazı çatlakları olsa da  muhtemelen restore edilmişlerdi.

Sergiden yaklaşık bir yıl önce müzenin elindeki Rakka seramiklerini, daimî İslam Dünyası Sanatları galerisinin bir parçası olarak ilginç ama pek bilinmeyen keşif hikâyelerini de aktararak sergilemeyi önerdim. Bundan birkaç ay sonra 28 Nisan 2018’de Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) Agha Han İslam Mimarisi program sponsorluğunda gerçekleştirilen, Prof. Nasser Rabat’ın düzenlediği “Ortadoğu’da Savaş ve Çağdaş Sanatın Aldığı Yıkımın Tercüme Edilmesi” başlıklı bir sempozyuma katıldım. Sanat tarihçilerinin yanı sıra sanatçılar da bu iki temanın yakınlaşmasıyla ilgili sunumlarda bulunmaya davet edilmişlerdi. Konuşmacılar arasında yer alan Suriye doğumlu sanatçı İssam Kourbaj British Museum’da gördüğü Rakka seramiklerine cevaben yaptığı bir parça da dâhil olmak üzere konuyla ilgili çalışmaları hakkında konuştu. Kourbaj savaş ve Suriye’deki mülteciler konusunu başka sanat eserlerinde daha geniş ölçekte ele almıştı. Kourbaj’ın mültecilerin Akdeniz’deki perişan durumunu simgeleyen, yanmış kibrit çöpleriyle dolu, çok sayıda minyatür boyutta teknenin bir araya getirilmesiyle düzenlenmiş enstalasyonlarının fotoğrafları beni çok etkiledi. Sempozyum sırasında MIT’de Rotch kütüphanesinde sergilenen küçük bir grup minyatür tekneyi de görme fırsatım oldu. Kourbaj çeşitli sanat eserlerini British Museum’da, Victoria ve Albert Müzesi’nde, yakın dönemde de Penn Müzesi’nde [1] sergilemiş, Suriye’deki çatışmalara daha fazla dikkat çekmişti.

Sempozyumda konuşan bir diğer sanatçıysa Lübnanlı Ginane Makki Bacho’ydu.  Bacho kendi hikâyesini, Lübnan’daki iç savaş sırasında (1975-1990) Paris ve New York’a nasıl kaçtığını anlattı. Bir sanatçı olarak Suriye’de yaşanmakta olan mülteci krizine çok duyarlıydı ve son çalışmaları bölgede savaşın ve IŞİD’in zalimce etkilerine odaklanıyordu. Bacho da eserlerini birçok yerde sergilemişti. Rakka seramiklerinin mülteciler tarafından keşfedilme hikâyelerini devam etmekte olan Suriye krizini yansıtan sanat eserleriyle birleştirme fikri zihnimde bu sempozyum sonrasında belirdi.

Doğru anın gelmesini umarak bu iki sanatçıyla yazışmayı sürdürdüm ve onlara eserlerini Brooklyn Müzesi’ndeki Rakka seramikleriyle ilgili bir sergiye dâhil etme temennimi açtım. Bu arada müzeye de bu iki sanatçının çağdaş eserlerini Brooklyn Müzesi’nin Rakka seramikleriyle birlikte bir araya getirme fikrini sundum. [2] Fikrim sıcak karşılandı ve meslektaşlarım mültecilerin Suriye’ye nasıl geldikleri konusunu genişletmemi, müzenin Rakka seramiklerini satın alma tarihini aydınlatmayı, ayrıca ABD’de Suriyeli mültecilerle ilgili meselelere odaklanan başka sanatçılara bakmamı önerdiler. Ben de bu doğrultuda araştırmalarımı genişlettim ve Rakka seramiklerini müzeye satan Azeez Khayat hakkında daha fazla bilgi topladım. Khayat, Brooklyn müzesinde Mısır ve antik dönem eserleriyle bilinen bir koleksiyoncuydu ve müze dosyalarında ona ait kayıtlar mevcuttu. [3] New Haven’da yaşayan, sanat eserlerinde göç ve mülteci temalarına odaklanan Suriyeli sanatçı Mohamad Hafez’le de tanıştım. Mimarlık eğitimi almış olan Hafez’in eserleri sıklıkla Suriye’nin mimari mirasından minyatür ölçekte unsurlar içeriyordu.

Doğru an müzemizin Haziran 2018’de New York şehrinde Ekim 2018’de başlayacak olan Arap Sanatları ve Eğitim İnisiyatifi’ne (AAEI) katılma daveti almasıyla geldi. Bu inisiyatifin ABD ile Arap dünyası arasında daha büyük bir anlayış inşa etmek amacıyla New York ile Arap dünyasındaki kültür kurumlarının bir yıl boyunca yapacağı bir işbirliği şeklinde olması tasarlanıyordu. AAEI, merkezi İngiltere’de  bulunan Edge of Arabia adlı sosyal kurumun bir ürünüydü ve başta aralarında 2 Bridges Music Arts, Art Jameel, Art X, Asia Society, Edge of Arabia, Ortadoğu Enstitüsü (Middle East Institute), Misk Sanat Enstitüsü (Misk Art Institute), Pioneer Works, Solomon R. Guggenheim Müzesi, The Elizabeth Foundation for the Arts (Elizabeth Sanat Vakfı), Metropolitan Sanat Müzesi, UNESCO, Washington Street Historical Society (Washington Sokağı Tarih Cemiyeti) ve Wework’ün de bulunduğu koalisyon ortakları tarafından hayata geçirilecekti. [4] Bu inisiyatif Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ne (BM ve dünya liderlerinin 2030’da daha iyi bir dünya yaratmak için 2015’te koydukları 17 küresel hedef) bağlılığı da kılavuz alıyordu. Brooklyn Müzesi projesinin finansmanı MISK Sanat Enstitüsü tarafından sağlanacaktı. [5] Rakka seramikleri ve çağdaş sanat eserlerleriyle ilgili mülteci konulu sergi zaten aklımda olduğundan bu fikri AAEI’ye Brooklyn Müzesi’nin projesi olarak önerdim.

Sergi müzenin daimî koleksiyonunda bulunan Rakka seramiklerini içerecek ve çağdaş Arap sanatçıların Suriyeli mültecilere odaklanan eserlerini de kapsayacaktı. Serginin genel mesajı Suriye’nin 20. yüzyıl başında mültecilerin sığındığı ve bir hayat kurduğu güvenli bir yerken bugün halkının savaş ve terörden kaçtığı bir yer haline gelmesiydi. Amerika genellikle bir göçmenler ulusu olarak değerlendirilse de bugün özellikle Başkan Donald Trump yönetiminde ABD’de bazı Müslüman ülkelerden ABD’ye göçlere ve mültecilerin kabul edilmesine karşı bir hava esmektedir. Ayrıca ABD, Suriye içinde ve çevresinde askeri olarak varlık göstermektedir. Ne var ki medya, Suriye’deki insanların ve oradan kaçmaya çalışanların çektiklerine karşı gayet sınırlı bir ilgi göstermekte, genellikle de kayıtsız bir tavır sergilemektedir. Mültecileri konu alan bir sergi düzenlemenin, müze ziyaretçilerinin, genel olarak mültecilerin, özel olarak da Suriyeli mültecilerin günümüzdeki zorlu hayatına ilgi duymasını sağlamaya katkıda bulunacağını düşündüm. Dünyanın bu bölgesine ilişkin bir farkındalık yaratılabilir, Suriyeli mültecilerin içinde bulunduğu zor duruma insaniyetle yaklaşılması sağlanabilirdi. Sergi Brooklyn Müzesi’nin “sanatla, kendimizi, dünyayı ve sunduğu imkânları görme biçimlerimizi genişleten, esin verici karşılaşmalar yaratma” misyonuna da uygun düşecekti. Ayrıca müzenin daimî koleksiyonunda yer alan bir grup Orta Çağ İslam seramiği hakkında farklı hikâyeler anlatabilmek, müzenin tarihsel koleksiyonlarını yeni perspektifler ve hikâyelerle harekete geçirme yönünde son dönemde gösterdiği çabalarla da tutarlı olacaktı. Rakka seramikleri İslami seramik eserleri içinde bilinen bir gruptu ve ABD’de aralarında Metropolitan Sanat Müzesi’nin de yer aldığı pek çok müzede sergilenmekteydi; ama Çerkes mülteciler tarafından keşfedilmiş olmaları pek bilinmiyordu, ya da müze ortamında dile getirilmemişti. Keza Rakka seramiklerini New York’ta Brooklyn Müzesi’ne satan göçmen Suriyeli antikacının hikâyesi de bilinmiyordu ya da daha önce Brooklyn Müzesi’nin koleksiyonlarıyla ilişkili olarak gündeme taşınmamıştı. Artık bu seramiklerle ilgili birkaç hikâye anlatma fırsatını yakalamıştık, mülteciler ve göç etrafında önemli bir toplumsal meseleyi öne çıkarabilirdik.

Müze ve AAEI fikrimi sıcak karşıladılar. Önemli bir toplumsal meselenin odak noktası olarak seçilmesi, normalde bir sergi hazırlamak için gerekli sürenin bulunmamasına rağmen serginin sergi takviminde öne alınmasını sağladı. AAEI’nin baş koordinatörü Stephen Stapleton müze ile AAEI’nin diğer ortaklarından Washington Street Historical Society (Washington Sokağı Tarih Cemiyeti) arasında işbirliği kurulmasını da önerdi; bu kurum bir zamanlar Manhattan’da Suriyeli göçmenleri kabul eden mahalleye, Küçük Suriye’ye odaklanmaktaydı. Bu, mülteci-göç temasını genişletmek ve bunu Manhattan sosyal tarihine bağlamak için de iyi bir fırsattı.

Temmuz ayında, açılışı Ekim’de yapılacak bir serginin hazırlıklarına başlamak için vakit darmış gibi görünse de Brooklyn Müzesi’nde yeterince bağlılık ve heyecan vardı. Müze müdürü Anne Pasternak sergi hazırlıklarının çabuk ilerlemesi için girişimlerde bulundu; müzenin hemen girişinde galeri mekânı yaratıldı. Yurtdışında yaşayan iki sanatçının eserlerinin bir an önce getirilmesi için çalışmalara başlandı. Serginin açılışında ve devamında üç sanatçının da katılacağı halka açık programlar planlandı. UNESCO’nun 17 sürdürülebilir kalkınma hedefinden üçü, Yoksulluğa Son, Açlığa Son, Barış ve Adalet, serginin benimsediği hedefler olarak seçildi. [6]

Sergilenecek Rakka seramiklerinin konservasyonuna, uluslararası eserler de dâhil sergilenecek eserleri sergiye zamanında ulaştırma işlemlerine ve serginin mesajını destekleyip güçlendirecek kamusal programları düzenlemek için çalışmalara derhal başlandı. Ortaklığımızın eğitim bileşenini güçlendirmek için Brooklyn’deki okullarla olası sanatçı etkileşimlerini araştırmaya başladık.

Sergi için kullanabileceğimiz mekân müzenin girişinde bulunan 92 metrekarelik tek bir salondu. Serginin bir bölümü bizim koleksiyonumuzda yer alan Rakka seramiklerine ayrılmıştı. Biri küçük bir küp, diğeri de kısmen sırlı bir tabak olan iki belirgin Rakka seramiği dışında, Çerkes mültecilerin bulduğu, 1906-1908 döneminde, Rakka seramiklerinin koleksiyonerlerce aranan eserler haline gelmesi öncesinde Suriyeli antikacının Müze’ye sattığı parçaları da sergilemek istiyordum. Yıpranmış görünümlerinin ardındaki gerekçeleri açıklamak istiyordum. Bu eserler hakkında zaten bildiğimiz şeyleri güçlendirmek için koruma çalışmalarında elde ettiğimiz sonuçları eklemek önemli olacaktı. X-ışını ve ultraviyole ışını gibi bilinen birkaç yöntem bu eserlerin teknik niteliklerini daha iyi anlamamızı sağlayacaktı. Bu çalışmanın görsel ayrıntılarını bir ekranla sergiye dâhil etmeye karar verdik. Mültecilerin toprağı kazarak seramikleri gün ışığına çıkardığı fikrini vermek için seramiklerin özgün bir vitrinde sergilenmesini düşündük. Konservatörlere danıştıktan sonra vitrinin zeminine kum koymaya karar verdik.

Suriyeli antikacı Azeez Khayat’ın hikâyesi de, özellikle on dokuzuncu yüzyıl sonunda New York’a göçü ve bir antikacı olarak sanat dünyasındaki faaliyetleri, aydınlatmak istediğim bir konuydu. Khayat’ın birçok faaliyeti, örneğin amatör bir arkeolog olarak kazı yapmış ve bulduklarını satmış olması, bugünkü standartlar çerçevesinde izin verilebilir ya da etik bulunabilir faaliyetler olmasa da onun hayatını olduğu gibi anlatmaya ve Suriyeli bir göçmen olarak hayatının nasıl bir başarı hikâyesine dönüştüğünü göstermeye karar verdim. Khayat on dokuzuncu yüzyıl sonunda daha iyi bir hayat sürmek ve iş fırsatları bulabilmek için o zamanki Suriye’den New York’a gelen birçok göçmenden biriydi. Buraya geldiğinde yaşadığı, “Küçük Suriye” denilen mahalleden geriye bugün fazla bir şey kalmamış olsa da Amerikan Kongre Kütüphanesi’nde, muhtemelen bir ekranda serginin bir parçası olarak gösterebileceğimiz arşiv fotoğrafları bulunuyordu. Böylece Suriyeliler ile New Yorklular arasında doğrudan bağlantılar kurmak mümkün olacaktı ve bu sergiyle gerçekleştirmeyi umduğum amaçlardan biriydi. Suriye tarihini açıklamanın farklı aşamaları içermesi gerekiyordu: Abbasiler döneminde sekizinci yüzyılda Rakka’nın halifeliğin önemli bir şehri haline gelmesi, Orta Çağ’da şehirde seramik üretiminin yaygınlaşması, Osmanlı’nın son dönemlerinde, on dokuzuncu yüzyıl sonunda ve yirminci yüzyıl başında Çerkeslerin Suriye’ye yerleşmesi. Bu zorlu bir işti, zira ziyaretçilerimiz bölgenin coğrafyasını ya da tarihini büyük ölçüde bilmiyordu. Uygun, açık bir dil ve birkaç harita kullanmamız gerekiyordu.

Günümüzde Suriye’de yaşanan mülteci krizini anlatmak biraz daha kolaydı. İssam Kourbaj ve Mohamad Hafez Suriyeliydi, aileleri ve tanıdıkları Suriye’deki krizden etkilenmişti. Sergiye katılan sanatçılardan biri Ginane Makki Bacho Suriyeli değildi, ama daha önce Lübnan’daki iç savaştan kaçmış biri olarak özellikle Lübnan’a gelen Suriyeli mültecilerin durumunu oldukça iyi anlıyordu. Zamanımız dar olduğu için önceden aşina olduğum sanat eserlerinde karar kıldık. İssam Kourbaj Akdeniz sularını aşmaya çalışan mültecileri simgeleyen minyatür teknelerini getirecekti. Kourbaj’ın hoşumuza giden başka enstalasyon fikirleri de vardı, (küçük kutulardan yapılmış, mülteci kamplarını da içeren BM Mülteciler Yüksek Komiserliği çadır enstalasyonu gibi), ama zamanımız ve mekânımız dardı. Kibrit çöpleriyle canlı enstalasyonlar yapmak müzenin yangınla ilgili kuralları gereği sorun yaratıyordu. Sanatçı sadece serginin Ekim’deki açılışı sırasında bir haftalığına New York’ta bulunabilecekti. Bu nedenle sergide sadece küçük tekneleri kullanmaya karar verdik. Diğer Suriyeli sanatçı Mohamad Hafez ABD’de yaşıyordu, dolayısıyla müzenin faaliyetlerine daha uzun bir süre katılabilirdi. Sanatçının birkaç çalışması memleketini, buranın yakın dönemde iç savaşta yıkılmasını konu alıyordu, kendisi bu yıkımdan zor kaçmıştı. Hafez’ın çalışmaları arasından Şam’dan bir kent manzarasının görüldüğü, çerçeveli bir ayna şeklindeki büyük bir parçayı ve şehirde yapılmış bir ses kaydını, ayrıca açık bir valizden bombalanmış bir binanın çıktığı üç boyutlu başka bir çalışmayı seçtik. Hafez’ın eserleri Suriye’nin mimari mirasına odaklanıyordu, aslında bu eserlerde hiç insan yoktu ve bu yönleriyle ağırlıklı olarak insani trajediyi konu alan diğer iki sanatçının eserlerinden farklıydı.

Ginane Makki Bacho’nun son eserleri Suriyeli mültecilerin sayısının Lübnan’ın kendi nüfusunun yarısına ulaşmasının etkilerini konu alıyordu. Bacho, IŞİD’in, medyada izlediği terörizminden de etkilenmişti. Bacho ağırlıklı olarak savaşın ve etkilerinin sertliğini yansıtan maden cüruflarla çalışıyordu. Ortaklaşa düşünerek sanatçının mülteci serisi olarak tanımladığı, içi mültecilerle dolu küçük maden tekneleri ve teknelere binmek için bekleyen küçük heykel gruplarını sergiye dahil etmeye karar verdik. Bacho’nun IŞİD’le ilgili konularda yaptığı diğer eserler çok güçlü olsa da odak noktamızın IŞİD’in yaptığı kıyımlardan ziyade mülteciler olması daha uygundu .

Bu üç sanatçının yaklaşımları, kullandıkları malzemeler ve üslupları birbirinden hayli farklıydı, ama hepsi de izleyicileri bir biçimde Suriyeli mültecilere odaklanmaya ve onlarla yüzleşmeye davet ediyordu. Etiketlerde sanatçıların kendi seslerinin duyulmasını istedim, bu nedenle sanatçılar eserleri hakkında kendileri yorumda bulundular. Serginin başlığındaki sözcük tercihi de Suriye’deki iki mülteci deneyimini anlatıyordu. Bunlardan biri Rakka seramiklerini keşfeden Çerkes mültecilerin deneyimiydi. Bir diğeriyse bugün Suriyelilerin yaşadığı deneyimdi. Bu deneyimleri de çağdaş sanat eserleri aydınlatacaktı.

Sergi, iki aydan kısa bir süre zarfında açılmaya hazır hale geldi. Aşağıda sergide yer alan farklı unsurların açıklamalarını bulacaksınız. Duvarlara yerleştirilen metinler, etiketler ve haritalar gibi açıklayıcı malzemeler eldeki bu bilgiyle hazırlanmıştır.

Rakka Seramiklerinin Mülteciler Tarafından Keşfedilmesi
Sergide yer alan Orta Çağ İslam seramikleri, yirminci yüzyıl başında Suriye’nin Rakka şehrinde, Rusya’dan kaçan etnik Müslüman bir grup olan Çerkes mülteciler tarafından keşfedilmişti. On dokuzuncu yüzyıl sonunda, Kafkaslar’ın kuzeyinde yaşayan, zorunlu askeri hizmet, zorla din değiştirme ve Rus dilinin dayatılmasından kaçan Çerkesler, Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar, Anadolu ve büyük Suriye’deki topraklarına yerleştirilmişlerdi (Chatty, 2017, s. 54-79, Hamed-Troyansky, 2017). Suriye’ye yerleşen üçyüz aileden (Osmanlı Suriyesi bugünkü Suriye, Lübnan, Filistin devleti, İsrail ve Ürdün’ü içerir) yaklaşık ellisi o zamanlar önemsiz bir yer olan Rakka’ya yerleştirilmişti.

Rakka (Fırat nehri ile kolu Balikh’e yakın olduğu için Arapça bataklık anlamına gelir) Helenistik devirde kurulmuştu. 639’da başlayan Müslüman hâkimiyeti döneminde, özellikle de 8. yüzyılın sonu 9. yüzyılın başında büyük bir imparatorluğa hükmeden meşhur Abbasi halifesi Harun el-Reşid (786-809) döneminde müreffeh bir şehir haline geldi. Rakka bu döneminde Bağdat’tan sonra neredeyse ikinci büyük şehir olmuş; pek çok anıtsal saray, cami, hamam ve pazaryeri ile donatılmıştı. Onuncu yüzyılda Abbasilerin düşüşüyle birlikte önemini yitirse de on ikinci yüzyılın sonu, on üçüncü yüzyılın başında Eyyübiler (1171-1200) yönetiminde yeniden dirildi. Kökleri Abbasi dönemine uzanan seramik (ve cam) üretimi Eyyubiler döneminde serpilip gelişti. Ne var ki şehir 1265’te Moğollar tarafından yıkılınca bu gelişim birden son buldu. Bu yıkım sonrasında Rakka yüzyıllar boyunca bir daha eski önemini kazanamadı, anıtsal yapıları yavaş yavaş çürüyüp gitti (Meinecke, 1954-2002). Osmanlı hükümeti on dokuzuncu yüzyıl sonunda Çerkesleri Rakka’ya iskân ettiğinde, şehirde Orta Çağ’dan kalma birkaç tuğla anıt görülebilir durumda ama harabe halindeydi (Jenkins-Madina, 2006, s. 12).7 Başlarda mültecilerin kendilerine ev yapmaları için harabeler içinde tuğla aramalarına izin verildi. Ne var ki bu kazı faaliyeti, Orta Çağ’da kullanılan tuğlaların yanı sıra şehrin 1265’te yıkılmasından beri enkaz altında gömülü kalmış güzel sırlı seramikleri de gün ışığına çıkardı. 1899 gibi erken bir tarihte büyük seramik küpler ve kaseler yerel aracılara satıldı, bu kişiler bunları daha yüksek fiyatlara Halep’te sattılar, bu da sonrasında hummalı bir kazı çılgınlığının başlamasına neden oldu (Yoltar-Yıldırım 2006, s. 195-201). Antikacılar çok geçmeden seramikleri Binbir Gece Masalları’nın efsanevi ana karakterlerinden biri olan Abbasi Halifesi Harun el-Reşid’in sarayıyla ilişkilendirdiler (Jenkins-Madina 2006, s. 11-19). Arapça edebiyatın klasiklerinden biri olan Binbir Gece Masalları Batı dünyasında on sekizinci yüzyılda yapılan Fransızca, on dokuzuncu yüzyılda yapılan İngilizce çevirilerle tanınmıştı. Harun el-Reşid, Şehrazat, Ali Baba, Alaaddin, Sinbad bu klasik eserde yer alan ve hâlâ ilgi çekmeyi sürdüren karakterlerdir.

Rakka’daki yerel yönetimin İstanbul’daki merkezi yönetim ve Osmanlı İmparatorluk Müzesi (Müze-i Hümayun) ile yaptığı ayrıntılı yazışmalar, gelişigüzel kazıların  yerel yönetimin ve jandarmanın kontrolü dışında pervasızca yapıldığını göstermektedir. Bu sorunu halletmek için yerel yönetim para ve yardım talebinde bulunmuştur. Göçmenlerin tuğla çıkarmak için kazı yapma izni 1900’de iptal edilse de, yasadışı kazı faaliyetleri devam etmiş ve Rakka’da güzel sırlı seramikler bulunduğu haberi antikacılar arasında yayılmıştır. 1903 gibi erken bir tarihte bile Paris’te ve Londra’da Rakka seramikleri satılmaya başlanmıştır.

İstanbul’daki Osmanlı İmparatorluk Müzesi Rakka’daki kazılarına Ocak 1906’da başladı. Kazılarda elde edilen bulgulara ve kazıyı yapan müze komiseri Theodor Macridy’nin betimlediklerine bakılırsa 1906’daki kazılar seramiklerin üretildiği ocakların yakınında gerçekleştirildi. Dolayısıyla ocaklarda kullanılan bazı aletlerle normalde ocakların yakınına atılan fırın artıkları da bulundu. Bunlar İstanbul’daki İmparatorluk Müzesi’ne gönderildi. 1906’daki bu kazı seferberliğinden kısa süre sonra, gizli kazı faaliyetleri devam etti ve rastgele bir kazıda şehrin eski pazar yolu bulundu. Antikacıların “Büyük Buluş” dediği bu yasak kazıda depolama amacıyla kullanılan sırlanmamış büyük küpler sayesinde küplerin içindekiler bozulmadan kalmıştı (Jenkins-Madina, 2006, s. 16; Yoltar-Yıldırım 2013, s. 82). Bu büyük küplerin içinde, Moğolların şehri yıkması öncesinde pazarda satılmak üzere saklandıkları şekilde, gayet iyi korunmuş, güzel sırlanmış Rakka seramikleri vardı. Bu seramiklerin birçoğu Avrupa ve Amerika’daki koleksiyonlara girdi. Bu seramiklerin Abbasi Halifesi Harun el-Reşid’in sarayından çıktığı düşünülerek sanat piyasasında özellikle 1920’lerde fiyatları hızla arttı. “Büyük Buluş”tan çıkarılan parçaları bugün Washington D. C.’de Freer ve Sackler Müzesi ile New York’ta Metropolitan Sanat Müzesi’nde görmek mümkündür.8

Kazı yerindeki buluntular tükenince, Rakka seramikleri, özellikle de turkuvaz sırlı ya da lüster sırlı olanlar İslami seramik üretimi çerçevesinde gayet iyi bilinen bir isim haline geldi. Sonraki yıllarda yapılan akademik çalışmalarda bu seramiklerin antikacıların inanmak istediği gibi Abbasi döneminde değil de, daha sonraları, şehrin ikinci kez dirildiği Eyyubi döneminde üretildiği ortaya çıktı. Ama ilginçtir ki, yirminci yüzyılın sonuna gelindiğinde hem yasal hem yasadışı Rakka kazıları unutulmuş, Rakka’nın bir üretim merkezi olup olmadığı dahi sorgulanmaya başlamıştı. Rakka’dan birçok seramik müzelerin deposunda unutulmuş ya da İran’daki üretim merkezleriyle ilişkilendirilmişti. 1906’da Brooklyn Müzesi’nin ilk olarak satın aldığı Rakka seramikleri grubu, muhtemelen İslam öncesi dönemlerden kaldıkları ileri sürülerek “Mezopotamya işi” olarak tanımlanmışlardı. Rakka seramiklerinin şöhreti 1906’da geniş bir kitleye ulaşmadığından, seramikleri satan Aziz Hayat’ın, İslami tarihlendirmeyi bilmiyor olması ya da bunları daha eski Ön Asya eseri olarak satmayı tercih etmiş olması mümkündür.

Sergideki Rakka Seramikleri
Sergide 17 seramik teşhir ediliyordu (bkz. Resim 1). Bunların pekçoğu 1906, 1908 ve 1909’da müze tarafından satın alınmıştı. Seramiklerin konservatörüyle beraber her eseri inceleyerek üç seramik grubuna ayırmaya karar verdik.9 Birinci grupta dünyaca tanınmış Rakka seramiklerine örnek oluşturan altı tane bozulmamış ya da orijinal parça bulunuyordu: sır altı siyah boyalı turkuvaz tip (siyah şeritli küçük vazo, 36.944) ya da bakır renkli lüster sırlı örnekler (ortasında tavus kuşu bulunan büyük bir tabak, 78.81). Bu grupta yıpranmış bir ibrik (09.314), iki lamba (09.307, 09.309) ve sırlı küresel-konik bir kap da yer alıyordu (09.313). İkinci grup pişirme sürecinde hasar gören, bu nedenle ıskartaya çıkarılan yamuk bir ibrik (06.3) ile altı delik bir bakraçtan (08.24) oluşuyordu. Bunları kusurlu yönleri görülecek şekilde vitrine koyduk.

Resim 1. Rakka seramikleri sergisi, Fotoğraf: Jonathan Dorado

 

Üçüncü grupta farklı parçalardan biraraya getirilmiş dokuz eser bulunyordu, Bunlar arasında yirminci yüzyıl başında antikacıların ıskartalar da dahil farklı  eserlerden aldıkları parçalarla “restore ettikleri” seramikler yer alıyordu. Böyle üç adet kâse (08.18, 08.32, 08.35) orijinal olan ya da olmayan parçaların bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştu. X – ışınları tutma yerlerinin maden tellerle üretildiğini, sanat piyasasında daha kolay satılmalarını sağlamak için dolgular eklendiğini gösteriyordu (08.19, 08.21 için bkz. Resim 2, 08.23). Boya üstüne boya vurulması ve yüzeylerin kasten yıpratılması da bu nesnelerin sanki bulunduklarında sağlammış gibi görünmelerini sağlamıştı. Vitrinin hemen yanındaki bir ekranda, böyle  bir kupa ile dilimli bir fincanın (08.19 ve 08.21) normal ışıklı ortam, ultraviyole ışını ve x-ışını altındaki görünümleri sergileniyordu. X-ışınıyla alınmış görüntüde tutma yerlerinin sonradan telle eklendiği açıkça görülüyordu. Bir kâse (08.36) birkaç parçadan oluşuyordu ve bu parçalardan biri de bir başka kabın ağzından alınmış küçük bir parçaydı. Kabartma süslemeli büyük bir vazo, neredeyse yarım bir küpün modern parçalarla tamamlanması sayesinde elde edilmişti. Rakka’ya özgü tipik bir eser olan küçük bir tabure (10.15) yaklaşık 100 parçadan oluşuyordu. Halbuki bu eserin konservasyonu öncesinde, sırları bozulmuş olsa da az çok tamam olduğu düşünülüyordu. 1986’ya ait bir arşiv fotoğrafında eserin müzeye geldiğindeki hali görülmektedir (bkz. Resim 3).

 

Resim 2. 08.11, x-ışınında görünüm, Fotoğraf: Harry Debouche

 

Resim 3. 10.15, Fotoğraf: Brooklyn Müzesi'nin izniyle

 

Bir grafikte (bkz. Resim 4) eseri oluşturan, önceden gizli kalmış bütün parçaların haritası çıkarılmıştır. Nesnenin yarısıyla üçte ikisi arasında bir bölümü tek bir tabureye ait parçalardan yapılmıştır, ama bazı parçalar kesilmiş ya da 90 derece çevrilmiştir. Geri kalan parçalar benzer bir şekle sahip üç-dört farklı tabureden alınmıştır. Eserin üst yüzeyinin X-ışınıyla alınmış bir görüntüsü eserin yarısının farklı süslemeli bir seramik parçasından yapıldığını göstermektedir. Eserin tamamı fena halde bozulmuş bir sırrı taklit etmek amacıyla cam parçacıkları ve maden yapraklarla birlikte boyayla kaplanmıştır. Objenin dışarıdan görülmeyen iç kısmına bile gerçek niteliğini gizlemek için dolgu yapılmış ve boyanmıştır.10

 

Resim 4. 10.15, Grafik: Harry Debauche

 

Rakka Seramiklerini New York’ta Satan Antikacı
Rakka seramiklerini 1906 gibi erken bir tarihte Brooklyn Müzesi’ne satan antikacının ilginç hikâyesi serginin konusuyla çok yakından ilgiliydi.  Osmanlı dönemi Suriye’sinden göç etmiş biri olan Azeez Khayat (1875–1943) Lübnan’da Tyre’de (Sur) doğmuştu. New York’a gençken göç etmiş, 1893’te Ellis Adası’ndan ülkeye giriş yapmış, beş yıl sonra da ABD vatandaşı olmuştu. Yanında getirdiği küçük antik cam eşya koleksiyonunu kullanarak birkaç koleksiyoncunun dikkatini çekmeyi, Manhattan’da Küçük Suriye diye bilinen mahallede Rector Caddesi’nde bir antikacı olarak hayatını kurmayı başarmıştır. Memleketini tekrar tekrar ziyaret eden Khayat başka birçok eser (genellikle kendi işçilerinin kazıp çıkardığı antik cam eşyalar, sikkeler, mühürler, seramikler) getirmeyi ve bunları önce On Birinci Cadde’de, sonra Beşinci Cadde’de 366 numarada, Waldorf Astoria Oteli’nin karşısında açtığı galeride satmayı başarmıştır. ABD’de birçok saygın müze ondan tarihi eser satın almıştır. Khayat antikacılıkta uzun ve başarılı bir kariyerin ardından ömrünün sonuna doğru New York’tan ayrılıp Hayfa’ya gitmiş, deniz kenarında büyük bir arazi satın alıp burayı Khayat Plajı diye bilinen popüler bir tatil merkezine çevirmiştir. Kızlarından ikisi altmış-yetmiş yıl boyunca New York’taki galeriyi çalıştırmaya devam etmiştir (Bergman, 1974).

Manhattan’da Küçük Suriye
On dokuzuncu yüzyıl sonunda ve yirminci yüzyıl başında sıklıkla “Küçük Suriye” diye anılan mahalle Manhattan’ın güneybatı kesiminde Washington Caddesi ile etrafındaki caddeleri kapsıyordu (Jacobs, 2015). Çoğu Hristiyan olan, ama aralarında Müslümanların da yer aldığı göçmen Suriyeliler Azeez Khayat gibi bu mahallede yaşıyordu (bkz. Resim 5). Washington Caddesi 103 numarada bulunan St. George Suriye Katolik Kilisesi bugün bar olarak kullanılsa da hâlâ ayaktadır. Kayıtlara göre yakında, Rector Caddesi 17 numarada da Osmanlı hükümeti başkonsolosunun finanse ettiği bir mescit bulunmaktaydı.12 “Küçük Suriye”de yaşayan Suriyeliler gayet faaldi, Arapça gazeteler ve edebiyat dergileri yayınlıyorlardı (Jacobs, 2015, s. 260-281). Meşhur şair Halil Cibran da (1883-1931) onlardan biriydi ve burada yaşıyordu.13 Sonraları yüksek binaların, Brooklyn Battery tünelinin ve yakın zamanda da Dünya Ticaret Merkezi’nin inşa edilmesi sonrasında mahalle “Küçük Suriye” kimliğini tümüyle yitirmiştir. Mahallenin Suriyeli sakinleri de New Jersey ve Brooklyn’e taşınmıştır. Bugün sadece birkaç bina ayakta kalmış ve “Küçük Suriye” ismi, başka göçmen toplulukların kurduğu Küçük İtalya ya da Çin Mahallesi’nin tersine kaybolup gitmiştir.

 

 

 

Resim 5. Suriyeli yiyecek satıcısı. George Grantham Bain Koleksiyonu, Kongre Kütüphanesi, Baskılar & Fotoğraflar Bölümü

 

 

Suriye Fotoğrafları
New York Times 24 Ağustos 2018’de, gazetenin Sanat ve Tasarım bölümünde, AAEI’nin gelecek programını konu alan, Andrew R. Chow’un kaleme aldığı bir makale yayınladı.14 Makalede Brooklyn Müzesi’nde Suriye sanatı konulu sergiye katılan sanatçılardan Mohamad Hafez tanıtılıyordu. Suriye üzerine çalışan fotoğraf sanatçısı Peter Aaron makaleyi görünce benimle temas kurarak yaptığı çalışmaları açıkladı. Kısıtlı zaman ve mekân sebebiyle Aaron’un fotoğraflarını- sergileyemediysek de sanatçının 2011’de başlayan krizden önce 2009’da Suriye’de çektiği siyah-beyaz fotoğraf koleksiyonunu içeren bir video göstermeye karar verdik.15 Aaron’un çarpıcı fotoğrafları sadece Suriye’nin zengin mimari mirasını değil, halkını ve kriz öncesi hayatı da belgeliyordu. O zamandan beri, Aaron’un fotoğraflarında görülen yapıların birçoğu ciddi hasar almış ya da yıkılmıştı. Fotoğraflar izleyicilere, kriz öncesinde Suriye’deki hayatın görünürdeki normalliğini hatırlatıyor, böyle zengin bir kültüre sahip bir yerin nasıl bu kadar hızla bir savaş bölgesine döndüğünü, milyonlarca kişinin yurttaşken nasıl mülteci haline geldiğini gösteriyordu. Müze ziyaretçilerine bu tür felaketlerden hiçbir yerin ve hiç kimsenin muaf olmadığını hatırlatmak için başka daha ne söylenebilirdi ki.

Serginin Başlıca Mesajı
Suriye’de 2011’de demokrasi yanlısı protestolar ve Devlet Başkanı Beşir el-Esad’ın gösterileri bastırmak için zalimce güç kullanmasının ardından iç savaş patlak verdi. Suriye o tarihten sonra birçok kişinin kaçmaya çalıştığı, kargaşa dolu bir ülke haline geldi. Rakka’nın ismi terörist grup IŞİD’le (Irak Şam İslam Devleti) özdeşleşti; örgüt Abbasi Halifesi Harun el-Reşit’in bir zamanlar imparatorluğunu yönettiği şehirde yakın zamana dek yeni bir İslami halifelik kurduğunu ileri sürüyordu. Suriye’de devam eden iç savaş, IŞİD’in yükselmesi, sivillere yönelik şiddet eylemlerinin sürmesi, birçok kişiyi Suriye dışında sadece komşu ülkelere değil, Avrupa ve Kuzey Amerika’daki uzak ülkelere de sığınmaya zorladı. Tarihin bu gelgit dalgalarının düşündürdüğü üzere herkes, her yerde mülteci haline gelebilir; hiçbir coğrafya muafiyetin garantisi olamazdı.

Sergide Suriyeli mültecilerin bugün çektikleri, sırasıyla 1940’larda, 1960’larda ve 1980’lerde doğmuş kuşakları temsil eden üç çağdaş Arap sanatçının dokunaklı eserleriyle yansıtılmıştır. Sanatçıların hepsi de farklı bir hikâye anlatmakta, ama sonunda hepsi de ortak insanlığımıza hitap ederek tüm mültecilerin içinde bulunduğu zor duruma insaniyetle yaklaşmamız çağrısında bulunmaktadır.

Çağdaş Sanatçılar
Ginane Makki Bacho 1947’de Lübnan’da doğmuş, lisans öğrenimini Beyrut’taki Lübnan Amerikan Üniversitesi’nde tamamladıktan sonra New York’ta Brooklyn’de Pratt Enstitüsü’nde baskı ve resim alanında yüksek lisans yapmıştır. Ginane Makki Bacho 1983’ten beri madenle çalışmaktadır. Sergideki eserleri Refugees Series (Mülteciler Dizisi) başlığını taşıyor ve figürlerle dolu büyük bronz tekneler ile ellerinde valizleriyle sırada bekleyen, aralarında erkekler, kadınlar ve çocukların bulunduğu birkaç çelik figür grubundan oluşmaktadır. Bacho sergideki eserlerini şöyle betimliyor:

“Her zaman barış, özgürlük ve mutluluk hayalleri kurdum. Ama gerçek hayatta nefretle, adaletsizlikle çevriliyiz, sürekli en temel insan haklarından yoksun bırakılıyoruz. Lübnan’da 1975’te iç savaş patlak verdiğinde ailemin hayatta kalma yolculuğu başladı, bir yerden diğerine kaçarak önce Fransa’ya sonra ABD’ye sığındık. Sanatım sadece Lübnan’da değil, o zamandan beri bölgede tanık olduğum çeşitli travmatik savaşlar nedeniyle edindiğim deneyimler etrafında dönüyor. Tanık olduğum felaketleri resmederek ruhumu temizlemeye çalışıyorum. Suriye’deki savaşı, IŞİD’in saçtığı dehşetin yayılmasını yıllarca medyada izledikten sonra, binlerce insanın yaklaşan ölümden ailelerini kurtarmak için kaçma ve başka bir yere sığınma girişiminde bulunarak ülkeden çıkışlarını yeniden canlandırmaya soyundum. Maalesef bu insanların birçoğu denizde boğuldu ya da kayboldu. Medyada yayınlanan görüntüler gençliğimde Lübnan İç Savaşı’nda tanık olduğum bir şeydi, ama Suriyeli mülteci krizi tümüyle farklı ölçekte. Eserlerimde içinde yaşadığımız medeniyetin bozulmasını vurgulamak için maden cüruf kullanıyorum. Madenin kaba hali, giysileriyle, valizleriyle görünen insanların sefaletini aktarıyor. Bir sanatçı olarak kendimi devrimin bir tanığı olarak görüyorum. Çalışmalarımda mültecilerin yaşadıkları yerlerden ayrılmalarında tezahür eden şiddeti ve bunun eleştirisi  yanında savaşa karşı olduğum manifestosunu yansıtıyorum”.

İssam Kourbaj 1963’te Suriye’de Suweida’da doğmuş. Şam’da güzel sanatlar, St. Petersburg’da mimarlık ve Londra’da tiyatro tasarımı eğitimi görmüştür. 1990’dan beri İngiltere’de Cambridge’de yaşamakta ve, Christ’s College’da Lektör olarak görev yapmaktadır. Kourbaj 2011’deki isyandan bu yana Suriye’deki savaşı konu alan, farkındalığı arttırmayı ve yardım için fon bulmayı amaçlayan sanat eserleri üretmektedir. Sergideki eseri Dark Water, Burning World (2017) (Karanlık Su, Yanan Dünya) çelik bisiklet hurdasından yapılmış küçük tekneler ile onları dolduran, reçineyle sabitlenmiş sönmüş kibrit çöplerinden oluşur. Kourbaj, Akdeniz sularında kaybolmuş sayılamayacak kadar çok hayata dikkat çekmek için, bu hayatların sayısını belirtme girişiminde bulunarak bu teknelerin her birinin dış kısmına bir numara vermiştir. Bu eserin ilk versiyonu 15 Mart 2017’de, Suriye’deki iç savaşın 2011’de başlamasının altıncı yıldönümü vesilesiyle sergilenmiştir. O zamandan beri eserin bir başka versiyonu yakın dönemde British Museum tarafından satın alınmıştır. Kourbaj Brooklyn Müzesi’ndeki sergide gösterilen eserini şöyle açıklıyor:

“Esin kaynağı Suriye’deki antik gemiler olan eserim Karanlık Su, Yanan Dünya bugün memleketlerinden ayrılmanın açtığı, görünen ve görünmeyen yaraları taşıyarak kaçan Suriyelileri konu alıyor. Bu insanlar memleketlerini, sahip olduklarını, evlerini ve sevdıiklerini kaybetmekle kalmadılar, birçokları gururlarını ve kimliklerini de kaybettiler. Somut ve somut olmayan pekçok şeyi kaybettikler, geçmişlerini, şimdilerini, en başta da geleceklerini kaybettiler. Deniz birçok Suriyeli mülteci için engin değildir, güzel bir gizemi de yoktur. Kaderlerini ören ürkütücü bir geçişe dönüşmüştür deniz onlar için: Ya yaşarsın ya da ölürsün”.

Muhammad Hafez 1984’te Şam’da doğmuş, Suudi Arabistan’da yetişmiştir. ABD’ye ilk kez mimarlık öğrenimi görmek üzere 2003’te gelmiştir. Seyahat yasağı nedeniyle 2011’de, iç savaşın hemen öncesine dek Suriye’ye dönememiştir. Hafez sergiye iki eserle katılır: Alçı, boya ve buluntu nesnelerden oluşan Damascene Athan, (Şam’da Ezan) 7 (2017) dünyadaki en eski camilerden biri olan, 706 yılından kalma Şam Emevi Camisi’nden duyulan ezandan adını alan, aynı başlığı taşıyan 12 eserlik bir serinin parçasıdır. Eserde, süslü bir ayna çerçevesinin içinde Şam şehrinin hayatından bir parça, şehrin mimari ayrıntıları gibi görünecek şekilde şekillendirilmiş, dışarı fırlayan küçük bir nesneler topluluğuyla yansıtılmıştır. Eser sanatçının 2011’de şehri son ziyareti sırasında kaydettiği işitsel bir öğe de içerir. Hafez eserini şöyle anlatıyor:

Damascene Athan 2011’de, Suriye savaşı arefesinde son ziyaretim sırasında Şam’da yaptığım bir kayıttan doğdu. Bu son barış anlarını, bana geride bırakmak zorunda kaldığımız Viktorya devrine özgü süslü iç mekanları hatırlatan dekoratif ayna çerçevesine dahil ettim. Şam’daki Büyük Emevi Camisi’nden okunan ezanlar arka planda duyulabilir, duvarlar Arap harfli yazılarla süslüdür. 2011’de hayat o zamanlar çok huzurlu görünse de insan, Arap Baharı’ndan ve güney Suriye’de başlamış gösterilerden beslenen daha büyük bir tehlikenin Şam’ın tepesinde dolandığını hissetmeden edemiyordu. Eserde görülen Toyota kamyoneti, Suriye gizli servisinin kullandığı araçtır. Bu aracın bir evin önüne park etmesi orada yaşayanlar için kötü haber anlamına geliyordu. Çiçekler ve yaseminler yapılarımızın, mimari eserlerimizin üstünde huzur içinde büyüyüp gitseler de eserde görünen izleme kamerasının temsil ettiği korku ve gerilim de büyüyüp gitmektedir”.

Hafez sergideki diğer eseri Baggage Series (Valiz Sergisi), 4’te (2016) de karışık teknik kullanarak yıkıma uğramış çok katlı bir binanın küçük bir modelini bir valizin üstünde kondurmuştur. Hafez bu parçayı şöyle açıklıyor:

Baggage Series, 4 mültecilerin taşıdıkları travmalara, mülteciliğin fizikzel ve zihinsel bedeline atıfta bulunur. Her biri ince ince ayrıntılarla işlenmiş, çok katlı bina modelleri, Avrupa’dan ve İkinci Dünya Savaşı’nın yıkımından kaçıp ABD’ye göç etmiş önceki kuşakların soyundan gelenlerin bağışladığı valizlerin içinden yukarıya doğru yükselir. Çağdaş sanat ile tarihsel eserleri bir araya getirerek Suriye mültecilerinin hikâyeleri ile bir göçmenler ulusu olarak Amerika’nın uzun tarihi arasında bir bağ kurdum. Baggage Series, 4 ziyaretçilere soylarını hatırlatarak insani bir konuma yükselir ve bugün mültecilerin iskânında yaşanan işin karmaşık ırksal ve milliyetçi boyutuna müdahalede bulunur”.

Hafez bu betimlemede, bir vatandaş olarak değil, ABD’de yaşayan ve savaşta harap olmuş kendi ülkesine geri dönemeyen biri olarak ülkede bugün devam eden kritik bir tartışmaya değinir. Amerika genellikle bir göçmenler ulusu olarak anılsa da iş yeni göçlere geldiğinde ülkenin kapıları herkese açık değildir. Son yıllarda, özellikle de Başkan Donald Trump’ın yöneticiliğinde Müslüman, Latin  Amerikalı, Avrupalı olmayan, veya yoksul gibi istenmeyen ya da uygun bulunmayan göçmeni betimlemek için kullanılan sözcükler olmuştur. Trump yönetiminin uyguladığı ilk “Müslüman yasağı” sergimizden uzun bir süre önce değildi. Başkan Trump Aralık 2017’de imzaladığı bir kararnameyle nüfusun ağırlıklı olarak Müslüman olduğu  Çad, İran, Irak, Libya, Somali, Suriye ve Yemen’den yabancı uyrukluların ülkeye girişini 90 gün boyunca yasakladı, ve bütün Suriyeli mültecilerin girişini süresiz olarak askıya aldı. Başka ülkelerden mültecilerin gelmesini de 120 gün boyunca yasakladı. Mahkemelerde açılan davalar sonrasında 6 Mart 2017’de yeni bir kararname çıkarıldı. Bu kez vizesi ve yeşil kartı olanlar muaf tutuldu ve Irak yasaklı ülkeler listesinden çıkarıldı. Yasağın 24 Eylül 2017’den beri yürürlükte olan üçüncü versiyonuyla nüfusun ağırlıklı olarak Müslüman olduğu altı ülkeden ABD’ye seyahat yasaklandı, ayrıca Kuzey Koreliler ve Venezüelalı bazı hükümet yetkilileri de yasak kapsamına alındı. Müslüman nüfusun yoğun olduğu ülkelerden hemen herkesin, ailesi, işi ya da ABD’deki diğer bağlantıları ne olursa olsun yeşil kart alması yasaklandı. Brooklyn Müzesi’ndeki sergi ilk yasaklama kararına denk gelseydi ya da ikinci yasak sırasında sanatçılar ABD’de ikamet ediyor ya da başka ülke vatandaşı olmasalardı sergiye katılmaları imkânsız olacaktı. Sergi daha önce Müslümanlara getirilen yasaklardan ya da yeni kararnamelerden etkilenmemiş olsa da görünürde ilgisiz bir siyasal olay sergimizi hiç beklenmedik biçimde etkiledi.

Serginin Açıldığı Hafta Yaşanan Olaylar
Sergiyi yerleştirdiğimiz sırada AAEI 10 Ekim 2018’de bir basın toplantısı düzenledi, ve Suriye sergisinin küratörü olarak benim de sergiyle ilgili kısa bir açıklama yapmam istendi. Serginin tarihsel ve çağdaş kısımlarına, asıl mesajına odaklanan bir açıklama yaptım. Sonra dinleyiciler arasındaki gazetecilerden biri, Misk Sanat Enstitüsü de sergiyi destekleyen kurumlar arasında yer aldığından serginin Suudi bağlantıları hakkında benimle konuşmak istedi. Sergimizde tek sınırlamanın AAEI’nin bir parçası olarak Arap Sanatları teması olduğunu belirterek durumu açıklamaya çalışsam da gazeteci Yemen konulu bir sergi yapmak istesek, bunu yapamayacağımız varsayımından senaryolar gündeme getirerek bastırmaya devam etti.16 Bu soruların hiçbirinin söyleşiyle bir ilgisi olmadığı değerlendirmesiyle soruları cevaplamayı reddettim, ama gazetecinin daha başka siyasal entrikalar okuma çabası onun sergiyle değil, serginin Suudi siyasetine karşı nasıl kullanılabileceğiyle ilgilendiğini bana gösterdi. O sabah Suudi bir gazetecinin İstanbul’daki Suudi Arabistan konsolosluğuna girdiği saatten itibaren kayıp olduğunu haberlerde işitmiştim, ama bunun basın toplantısı sırasında AAEI ya da sergimizle ilişkilendirilmesini beklememiştim. Olaylar ilerledikçe, Suudi veliaht prensinin Cemal Kaşıkçı’nın ortadan kaybolmasıyla ilişkisi daha muhtemel bir hal aldıkça, prensle uzaktan yakından ilişkili her şey söz konusu gazetecinin öldürülmesini protesto eden gösterilerin hedefi haline geldi. AAEI kısmen Misk Sanat Enstitüsü tarafından finanse ediliyordu, bu kurum da Suudi Veliaht Prensi’nden kaynak alıyordu, ama bu kısmi finansmana dayanarak bütün girişimin protesto edilmesi bence çok talihsiz bir olaydı. Suriye sergisi gibi, AAEI’yle işbirliği yapan birçok kurumun çıkarları örtüşüyordu, ama bu programların bırakın Veliaht Prens’ini Suudi dünyasıyla bile uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktu. Haftanın geri kalanında eylemcilerden ve halktan daha fazla baskı geldi. Sonunda Metropolitan Sanat Müzesi’nin “Ortadoğu’da Koleksiyonculuk ve Sergileme” başlıklı akademik semineri için AAEI’den alacağı finansmanı reddetmesi kararının ardından Brooklyn Müzesi de 13 Ekim 2018’de açılmış olan Suriye sergisini kendisinin finanse edeceğini ancak serginin AAEI çerçevesinde kalacağını duyurdu.17

Serginin başlıca etkinliği olan söyleşi: "Sanatçılar Mülteci Krizinden Bahsediyor," açılıştan hemen sonra 19 Ekim 2018 akşamı, üç sanatçı ve benim katılımımla gerçekleşti. Ben sözlerime Suriye’nin zaman içinde değişen hikâyesini vurgulayan bir sergi turuyla başladım, herkesin, her yerde bir mülteci haline gelebileceğini, hiçbir coğrafyanın bir muafiyet garantisi sunamayacağını vurguladım. Sanatçıların sunumlarından önce müzenin Misk Sanat Enstitüsü’nün sergi için ayırdığı kaynakları kullanmamaya karar verdiği açıklandı ve bu açıklama dinleyicilerin alkışlarıyla karşılandı. Sanatçılar ve ben Misk Sanat Enstitüsü’nün kaynakları olmaksızın müzenin desteğini sürdürmesini takdir etsek de AAEI’nin Arap sanatlarını ve her ülkeden sanatçıları destekleme, teşvik etme çabalarının bu talihsiz siyasal olaylar içinde yanlışlıkla hedef alındığını düşündüm. Akşam üç sanatçının ayrıntılı hikâyeleri ve mülteci kriziyle ilgili, sanat eserlerine yansıttıkları bakış açılarını anlatmalarıyla devam etti. Sanatçıların sunumları karşısında dinleyicilerin gözleri sık sık yaşardı.

Sanatçılardan ikisi Lübnan ve İngiltere’de yaşadığından onların New York’ta kaldığı kısa süre zarfında gerçekleştirilecek birkaç etkinlik planlanmıştı. Ginane Makki Bacho sergideki eserlerini kendisinin de yüksek lisans yaptığı Pratt Enstitüsü’nden bir grup öğrenciyle tartıştı. Makki Bacho ile öğrencileri bu deneyimden çok memnun kaldılar. İssam Kourbaj küçük çocuklarla bir atölye çalışması düzenledi, alüminyum folyodan sanatçının sergide yer alan eserlerine benzer tekneler yapıldı. Birçok çocuk kendi mülteci teknelerini yaratmayı başardığında Kourbaj her birine birkaç seçenekleri olsaydı yanlarına ne alırlardı diye sordu. Çocukların pekçoğu mültecilerin dünyasından uzak olsalar da verdikleri basit cevaplarla durumun vehametini keskin bir biçimde anlattılar.

Daha sonra sergi sırasında New Haven’da oturan Muhammad Hafez Brooklyn’de bulunan, ünlü Lübnanlı-Amerikalı şair Halil Cibran’ın adını taşıyan liseden gelen öğrencilerle buluştu. Arapça konuşan öğrencilerden oluşan bu büyük gruba eserlerini anlatan Hafez bu serginin onları da konu aldığını belirtti. Sanatçıların hiçbiri katılamasa da Hafez’ın bir sanat projesine ortak olan, Connecticut Westover’dan gelen bir grup lise öğrencisine de sergiyi ben gezdirdim.

Nispeten kısa süren sergi 13 Ocak 2019’da son buldu, 30.000’i aşkın kişi tarafından ziyaret edildi. Serginin açılışı sırasında yaşanan talihsiz olayların dikkatleri serginin ana mesajından uzaklaştırdığına inanıyorum. Ne yazık ki Suudi gazetecinin korkunç bir biçimde öldürülmesi Suriye’de milyonlarca kişinin öldürülmesini veya hayatta kalma mücadelesi içinde mülteci haline gelmesini gölgede bıraktı. AAEI genel olarak Suudi kaynakların finansmanıyla ilgili olumsuz tepki uyandırmamış olsaydı hem sergi hem kamusal programları daha iyi teşvik edilebilir, daha fazla kişiye dokunabilirdi. Geçmişteki ve şimdiki mültecilerle ilgili tartışmaları diri tutmak için, ben de Brooklyn Müzesi’nde İslam Dünyası Sanatları daimî galerisinde Rakka seramiklerinin teşhirine Çerkes mültecilerin hikâyesini de eklemeyi tasarlıyorum. Mohamad Hafez’ın Damascene Athan, 7 adlı eseri sergi sonrasında Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki Barjeel Sanat Vakfı tarafından satın alınıp Brooklyn Müzesi’ne armağan edildi., Eser Hafez’in büyükannesinin de zamanında Suriye’ye Çerkes mülteci olarak geldiğini belirterek  bu mesajın canlı kalmasını sağlayacaktır. Suriye savaşında kaybolup gidenler ve hâlâ dünyanın farklı bölgelerinde hayatta kalma mücadelesi verenler, güven içinde yaşayan merhametli  insanlardan daha fazla kabul ve empati görmeyi hak ediyor. Umarım geçmişte mülteci, olarak Suriye’ye gelmiş, burada bir yurt bulmuş Çerkesler de ileride Brooklyn Müzesi’nde Rakka seramiklerini ziyaret edenler tarafından hatırlanırlar.

Çeviren: Ebru Kılıç

 

Kaynakça
Bergman, S. M (1974). “Azeez Khayat (1875-1943) A noted Collector of Ancient Glass”. Carnegie Magazine, Haziran: 238-244.

Chatty, D. (2017). Syria: The Making and Unmaking of a Refuge State, Londra: Hurst & Company.

Jacobs, L. (2015). Strangers in the West: The Syrian Colony of New York City, 1880-1900, New York: Kalimah Press.

Jenkins-Madina, M. (2006). Raqqa revisited: Ceramics of Ayyubid Syria, New York: Metropolitan Museum of Art.

Meinecke, M. (1954-2002). “Al Raqqa”, Encyclopaedia of Islam, New Edition. Leiden.

Yoltar-Yıldırım, A. (2013). “Raqqa: The Forgotten Excavation of an Islamic Site in Syria by the Ottoman Imperial Museum in the Early Twentieth Century”, Muqarnas, 30: 73-93.

Yoltar-Yıldırım, A. (2006). “The Ottoman Response to Illicit Digging in Raqqa”, Jenkins-Madina, Raqqa revisited içinde, New York: Metropolitan Museum of Art: 218-220.

1 Penn sergisi “Cultures in the Crossfire: Stories from Syria and Iraq” 8 Nisan 2018 ile 26 Kasım 2018 arasındaydı.

2 Muhtemel gelecek sergiler için yapılan bu beyin fırtınası oturumları, aynı zamanda o tarihte Müze’de baş kuratör olan Jennifer Chi tarafından başlatılmıştı.

3 Brooklyn Müzesi’nde Mısır, Klasik ve Antik Dönem Yakın Doğu Sanatı alanında asistan olarak çalışan Kathy Zurek-Doule’e yardımcı olduğu için teşekkür ederim.

4 Burada bütün koalisyon ortakları değil, Ekim 2018 itibariyle kalanlar listelenmiştir.

5 Misk Art Enstitüsü, Veliaht Muhammed bin Selman tarafından kurulan ve Misk Vakfı’nın himayesinde yönetilen sanatçı odaklı bir kültür organizasyonudur. Suudi sanatçı Ahmed Mater’in öncülük ettiği Enstitü 2017 yılında, Suudi Arabistan’da sanatsal üretimin örgütlenmesini teşvik etmek, Suudi ve Arap sanatına yönelik beğeniyi büyütmek ve uluslararası kültür diplomasisi ve değişimi mümkün kılmak amacıyla kurulmuştur.

6 Ancak sergi boyunca daha ileri bağlantılar kurulmamıştır.

7 Rakka’daki yıkımı detaylı bir şekilde gösterilen fotoğraflar, ünlü Britanyalı fotoğrafçı ve arkeolog Gertrude Bell tarafından bölgede geçirdiği hatırı sayılır süre içerisinde çekilmiştir. Erişim: http://www.gerty.ncl.ac.uk/search_photos_results.php?search_photos=rakka&Submit=Search+photos

8 Freer ve Sackler Müzesindeki bazı örnekler şunlardır: 1908.138 1908.140; In MMA: 48.113.9, 48.113.13, 48.113.14, 48.113.15

9 Eserlerin konservasyonu Lisa Bruno ve Harry Debauch tarafından yapılmıştır.

10 Bu çalışmaları yöneten Harry Debauche’a teşekkür borçluyum. Çalışmanın sonuçları aynı zamanda Brooklyn Müzesi’nin tumblr sayfasında da yer almaktadır, Erişim: https://brooklynmuseum.tumblr.com/post/180176048416/in-the-early-20th-century-dealers-who-handled-the

Ayrıca bkz. https://brooklynmuseum.tumblr.com/post/178757699919/the-city-of-raqqa-in-modern-syria-was-a-major

12 David W. Lump, “Record of Mosque Hints at Muslims’ Long History in New York” New York Times, 09.12.2015. Erişim: https://www.nytimes.com/2015/12/10/nyregion/mosque-shows-that-muslims-have-long-been-a-part-of-new-york.html

13 Washington Street Historical Society, mahallenin hafızasını korumaktadır. Erişim: http://savewashingtonstreet.org/photographs-and-artifacts/ Carmen Nigro, “Remembering Manhattan’s Little Syria”, 19.11.2015. Erişim: https://www.nypl.org/blog/2015/11/19/manhattans-little-syria

14 Andrew R. Chow, “Initiative Brings Arab Art to New York Museums”, New York Times, 24.08.2018, erişim: https://www.nytimes.com/2018/08/24/arts/design/arab-art-new-york.html

15 Peter Aaron, “Syria Before The Deluge”, erişim: https://vimeo.com/266504698

16 James Reinl “Saudi-funded art show in US extols freedom as country cracks down on critics”, Middle East Eye, 10.10.2018: https://www.middleeasteye.net/news/saudi-funded-art-show-us-extols-freedom-country-cracks-down-critics

17 Duyuru 18 Ekim 2018’de New York Times’ta yayınlandı: “yeni gelişmelerin ışığında ve uluslararası camianın endişeleri doğrultusunda” Müze geçen cumartesi açılan Syria, Then and Now: Stories from Refugees a Century Apart sergisi için Suudi finansman kullanmayacaktır. “Met and Brooklyn Museums Will Not Use Saudi Money for Programs on the Middle East”, erişim: https://www.nytimes.com/2018/10/18/arts/design/museums-saudi-money-jamal-khashoggi.html?rref=collection%2Fsectioncollection%2Fdesign&action=click&contentCollection=design&region=stream&module=stream_unit&version=latest&contentPlacement=1&pgtype=sectionfront

Rijin Sahakian tarafından kaleme alınan ve girişimi ele alan bir eleştiri yazısı, 1 Kasım 2018’de Hyperallergic tarafından yayınlandı, bkz. https://hyperallergic.com/468850/saudi-arabia-and-us-art-institutions/. Buna yanıt Stephen Stapleton’dan geldi, yazı 30 Kasım 2018’de Hyperallergic’te yayınlandı. Erişim: https://hyperallergic.com/473213/a-response-to-how-saudi-arabia-and-us-arts-institutions-partnered-on-a-cultural-diplomacy-offensive/