İletişim Yayınları’nın kirpisinin hikâyesini ve logonun ortaya çıkış serüvenini Ümit Kıvanç şöyle anlatıyor: “İletişim ambleminin kirpi olmasının sebebi, Almanya'daki yeni solun buluşundan etkilenmemiz. Sosyalistler, daha sonra Yeşiller olarak örgütlenecek hareketin daha çeşitli, renkli bir kombinasyon halinde seçimlere girmesini zorlamış, 'Renkli Liste' diye bir hareket yaratmışlardı. Kapitalistleri, devlet yöneticilerini, düzen siyasetçilerini koltuklarına oturamaz hale getiren bir kirpiyi afişlerinde, kampanyalarında kullandılar. Onunla birçok espri ürettiler. Kirpi her türlü sağcıya, faşiste oklarını batırıyordu. Biz de yayınevinin buna benzer bir işlev üstlenmesini öngörerek, kirpiyi benimsedik. Çizer Gürcan Özkan ile ben, sanırım bir-iki denemede bu şimdikine yakın bir kirpiyi ortaya çıkardık. Yani Gürcan çizdi, ben de 'e şurası şöyle olsaydı' dedim. Logoyu da ben başta, masaüstü yayıncılığın ilk dönemlerinin tipik Türk-işi müesseselerinde, yani 'Makintoşçu'larda en çok kullanılan fontlardan biriyle yazıyordum.”
Aynı dönemde Yeni Gündem dergisinin sayfaları arasında da, haberlere, kısa yazılara eşlik eden ve yine Gürcan Özkan tarafından çizilen kirpiyi görmek mümkündü. Böylece meraklı kirpi, muhalif kirpi, huysuz kirpi, sportmen kirpi, munis kirpi vb. karakterlerle derginin sayfalarında yorum yapan kirpilere de rastlanmaya başladı.
İletişim Yayınları logosunda uzun süre resim bazlı bir imge olarak kullanılan kirpi, Özge Güven tarafından 2011’de ölçeklendirilip vektörel hale getirilerek revize edildi. İletişim logosu ve kirpi amblemi, bütünselliği vurgulayacak şekilde uyarlandı.
İletişim Yayınları’nın kuruluşu, 12 Eylül 1980 askerî darbesi ile oluşan rejimin son demlerinde gerçekleşti. Seçimler yaklaşıyordu. Yönetim, eskileri kapatılıp yenileri kurulmuş bulunan partilerden icazetli olanları vasıtasıyla, “sivillere” devredilecekti. Yayınevi’ni kurmaya girişenler, bu “sivilleşme” ve “demokratikleşme” şeklinin pek derde deva olmadığını düşünenlerdendi. Askerî yönetimin, siyaseti topluma çok gören, bu ülke halkını reşit saymayan tavrının ve bu tavrın meşruiyet kazanabilmesinin, derin ve ciddi bir sorunu işaret ettiği fikrindeydiler. Kurumlaşmış, zihniyet yapılarına kazınmış bir sorundu bu. Ki zaten İletişim Yayınları projesini başlatanlar, 12 Eylül 1980 öncesinde de “Türkiye’nin düzeni” ile sorunu olmuş, radikal bir toplumsal dönüşüm için, özgürlükçü bir sosyalizm arayışı için bulundukları ortamlarda faaliyet göstermiş, kafa yormuş, yazı yazmış, yayıncılık yapmış insanlardı.
Kurumlaşmış, etkili, yaygın, popüler bir yayıncılık faaliyeti yoluyla, 12 Eylül rejimi koşullarında vahimleşen bu temel demokratikleşme sorununun üzerine varma kaygısıyla kuruldu İletişim. Toplumun her alanındaki özgürleşme saiklerinin, özerk hareket ve düşünme yeteneklerinin teşvik edilmesi hedefleniyordu; ve bunun “öğretici” olmayan, konuşmaktan çok konuşturan bir tutumla yapılması hedefleniyordu.
“Yayınevi’ni kuranlar”dan söz ettik… ama belirtmeden olmaz: Bu “projenin” adını koyan, Murat Belge’ydi.
Kuruluştaki saikler, İletişim Yayınları’nı gazetecilik ağırlıklı bir faaliyete itti. İlk İletişim ürünü olan İMBA Ekonomi Bülteni, amatör heyecanla yürüyen bir gazetecilik stajı gibiydi! Stajın hedefi, bir haftalık dergi idi: Popüler bir sol haber dergisi. O dergi, YeniGündem adıyla, 1984 Mayıs’ında önce 15 günlük olarak çıkmaya başladı; 1986 Mart’ında haftalığa döndü ve 1988 Ocak başına dek yayınına devam etti.
YeniGündem, haftalık dergilerin siyasî gündemde hayli etkili olduğu o dönemde, emsalleri arasında en çok satan dergi değildi. Fakat prestijli, önemsenen, hevesle takip edilen bir dergiydi. Her hafta YeniGündem alan 10 ilâ 15 bin insan, kapandıktan sonra çok özlediler bu dergiyi - bazıları hâlâ özlediğini söylüyor! YeniGündem’in bir “kadro okulu” işlevi gördüğünü de söyleyebiliriz rahatlıkla. Bugün Türkiye’de medya ve yayıncılık alanında farklı yetenekleriyle öne çıkan, farklı yönlerde konumlanmış çok insan var, YeniGündem’in mutfağında yetişmiş ya da orada olgunlaşmış.
İletişim’in 1984-1988 dönemine, YeniGündem “amiral gemisi” olmak üzere, süreli yayınlar damgasını vurdu. 1984 yılında on sayı çıkan aylık popüler-sol gençlik dergisi Gençlik ve Toplum, aynı yıl yayına başlayıp 1985’e kadar yayımlanan aylık sinema kültürü dergisi Videosinema, 1983’ten 2003’e aylık yayını devam eden, bundan sonra da 6 aylık akademik bir dergi olarak yeni bir formatta hayat bulan Tarih ve Toplum (Yeni Yaklaşımlar)… Daha geç bir dönemde denenen çok kısa ömürlü haftalık mizah dergisi Nankör’ü (1991) de ekleyebiliriz bunlara.
Bu dergiler filosu, İletişim’in kuruluşunda önüne koyduğu etkili, yaygın, popüler yayıncılık hedefine uygundu. Fakat “yan tesirleri” de vardı bu yayılmanın: Bu pahalı bir işti, özellikle haftalık haber dergiciliği çok pahalı bir işti. Yayınevi’nin bu “paha”yı taşıyarak kendi ayakları üzerinde durması, özerkliğini koruması, hatta giderek varlığını sürdürmesi güçleşiyordu.
1988 başında YeniGündem’in kapanmasının, İletişim’in tarihindeki en önemli dönüm noktası olduğunu söyleyebiliriz. 1988/89’da yönetim ve iş örgütlenmesini yeniden düzenleyen Yayınevi, daha ‘oturaklı’, daha uzun soluklu, daha kalıcı olmasını hedeflediği bir yayın faaliyetine yöneldi. Yani, ansiklopedik eserlere ve esas olarak kitaplara…
Dünden bugüne dizilerimiz...
Yepyeni bir iş değildi bunlar İletişim için. İlk beş yılda da kitaplar çıkarılmıştı. Hele ansiklopedik yayıncılıkta, çok büyük bir iş kotarılmıştı: Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi ve Tanzimat’tan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi. (Onlar kadar kalıcı olmayan bir ürünü, Bilgisayar Kültürü Ansiklopedisi’ni de zikretmeliyiz.) Yayın hazırlık çalışmaları iki yılı aşan bir zamana yayılan Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi ve Tanzimat’tan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, 1995’te eklenen beş ciltlik güncelleştirici Yüzyıl Biterken ilâvesiyle birlikte, modern Türkiye hakkında bütünsel ve kapsamlı bir başvuru kaynağı oldular. Bu ansiklopediler aynı zamanda özel bir tarz yaratmalarıyla da önemliydiler. Kapsadıkları konuları, o konuda uzmanlaşmış kişilerin eleştirel, analitik değerlendirmeleriyle sunan bir anlayışla hazırlanmışlardı. “Bilgi”yi, kuru bir veri dökümü olarak değil, nesnel bir çerçeve içinde tartışmaya sunan yorumlarla veriyorlardı. Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, farklı görüşleri tartıştıran eleştirel yaklaşımıyla, aynı zamanda İletişim’in kuruluş saikine, yani 12 Eylül 1980 sonrası Türkiyesi’nde ‘sahici’ bir demokrasi kültürüne katkıda bulunma çabasına hizmet ediyordu.
1986 yılında çıkartılan altı ciltlik Çağdaş Liderler Ansiklopedisi, 20. yüzyılda dünya tarihinde önemli rol oynamış siyasal liderlerin biyografisini kapsamlı bir toplumsal analiz içinde ele alan makaleleriyle, bu ansiklopedik anlayışı sürdürdü. 1988 yılında çıkan sekiz ciltlik Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, dünyada Sovyetler Birliği ve diğer “sosyalist” unvanlı rejimlerin yıkıma gittiği dönemde, sosyalizmin uzun -ve devam edecek olan- tarihinin bir muhasebesini çıkartmasıyla önemliydi. Onun yanında, bir siyasal düşüncenin “içinden konuşmak” ile nesnellik kaygısını bağdaştırmanın özellikle zor olduğu bir proje olması bakımından, kazandırdığı editörlük deneyimiyle önemliydi. Ansiklopedik yayın çizgisinde -şimdilik- son proje, 9 ciltlik Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce dizisidir.
Bir de çeviri ansiklopedimiz var: 1986’dan beri on cildi çıkan Atlaslı Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi. Pek “şık” bir uygarlık tarihi kitaplığı oluşturan bu diziye, 11. ve 12. ciltlerle, telif katkıda bulunduk: Eski Anadolu ve Trakya.
2001’de yayımlanan, Baskın Oran’ın yönetiminde hazırlanan üç ciltlik Türk Dış Politikası, bu konuyla hem profesyonel hem amatör olarak ilgilenenler için vazgeçilmez bir kaynak olarak kalıcılaştı.
Ansiklopedik yayıncılıkta oluşturduğu özgün, telifçi tarz ve geliştirdiği deneyim, İletişim’in “fark yaratan” bir “müktesebatıdır”. Açıkçası, biraz övündüğümüz bir müktesebat!
“Ansiklopedist” faaliyetimizin iki kolu daha var. Birincisi, 1990’da “Cep Üniversitesi” adıyla küçük kitapçıklarla başlayan, daha sonra “Başvuru Kitapları”na dönüşen ve daha hacimli eserlere de yer açan dizidir. Bu dizide, envâî çeşit uzmanlık konusunu, kabalaştırmadan basitleştiren bir yaklaşımla irdeleyen kitaplar yayımlanıyor. İkincisi ise, işlevsel bir başvuru kaynağı olan “şişman” ansiklopedik sözlüklerdir.
Kitap yayıncılığı, 1988/89’daki dönüşümden önce de İletişim’in “talî” bir branşıydı ama, büsbütün küçümsenmemeli. Cumhuriyetin edebiyat kanonunun kurucularından Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun tüm eserlerinin yayımlanması, önemliydi. Türkçe edebiyatın bir zirvesinin, Oğuz Atay’ın, unutulmuşluktan kurtarılması, toplu eserlerinin okurlarla buluşturulması, başlıbaşına “büyük” bir adımdı. Bilinen sağ-sol şemasına oturmayan kendine mahsus düşünce adamı Cemil Meriç’in toplu eserlerinin yayımlanması önemsiz iş değildi. Keza Türkiye’de sosyal bilimlerin gelişiminin köşe taşlarından olan Şerif Mardin’in çalışmalarını derleyip toplamak da öyle… Başka bir çok önemli kitap da yayımlamıştı bu dönemde İletişim.
Elbette dergi ve ansiklopedi katarlarına yoldaşlık eden kitaplarımızın oluşturduğu dizilerimizden söz etmeden olmaz: Araştırma-İnceleme dizimiz, modern Türkiye’nin siyasal, toplumsal, iktisadî, kültürel yüzlerini anlamak için mutlaka el atılması gereken bir kitaplık oluşturuyor. Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet’e, bugün hâlâ yakıcılığını muhafaza eden konulara ve dünya “meseleleri”ne dair Türkiye sosyal bilimlerinin referans kaynakları kadar yeni araştırmaların bereketli yansımaları da izlenebiliyor, adeta “yayınevi içinde yayınevi” denebilecek bir yerleşikliğe ve ağırlığa sahip bu dizimizde. Anı dizisi, gayrıresmî tarih yazımı ve popüler/sosyal tarihçilik çalışmaları için zengin kaynaklar yaratıyor. Politika dizisinde, yeni kuramsal gelişmeleri izlerken, Jürgen Habermas, Perry Anderson, Marshall Berman, Raymond Williams, Seyla Benhabib, Cornelius Castoriadis, Hannah Arendt, Ernst Bloch gibi kalıcı yazarların eserleriyle deyim yerindeyse ayağımızı sağlam yere basıyoruz. Tarih dizimizde Marc Bloch, Henri Pirenne, Christopher Hill, Edward Palmer Thompson, Eric J. Hobsbawm, Edward Hallett Carr gibi disipline şanını vermiş ekollerin tarihçileriyle Osmanlı-Cumhuriyet tarihine en özgün katkıları sunan “genç” tarihçilerin eserleri buluşuyor. SanatHayat kitap dizisi, estetiğin bir lüks değil, politik ve toplumsal bir güncel mesele olarak algılanmasına katkıda bulunuyor. Dünya Edebiyatında, onlarca roman ve hikâye yanında, Woolf, Faulkner, Nabokov, Conrad gibi kelimenin gerçek anlamıyla “büyük” ve “klasik” diyebileceğimiz yazarların toplu eserlerini sunuyor olmak, İletişim’i “aklamaya” yeter sanırız. Klasik diyebileceğimiz bu yazarlar yanında, açıkça ve tereddütsüz klasik niteliği taşıyan, dünya edebiyatının kurucu eserleri, o büyük 19. yüzyıl romanları, ayrı bir dizi oluşturuyor. Sadece büyük Rus klasiklerini değil dünya edebiyatının farklı dillerdeki klasiklerini de ufkuna dahil ediyor dizimiz. Türkçe Edebiyatta, önce Türkçe edebiyatın klasikleşmiş isimleri Yakup Kadri, Oğuz Atay, Sevgi Soysal’ın isimlerini anmamız gerekir. İhsan Oktay Anar'ın dile ve edebiyatımıza katkı niteliğindeki kitapları İletişim’den yayımlanıyor. Mehmet Eroğlu, Atilla Atalay, Şebnem İşigüzel, Ümit Kıvanç, Gaye Boralıoğlu ve Hatice Meryem dizimizi ve dilimizi zenginleştiriyor. Başka ustaların da eserlerini yayımlamak yanında, yeni yazarları takdim etmek, bizim için vazgeçilmeyecek bir heves ve heyecandır. Sözgelimi, kendi “fan”larını yaratmış olan Sezgin Kaymaz’ın; kendi başlarına birer edebiyat kulvarı olan Barış Bıçakçı ve Şule Gürbüz’ün; son dönemin genç ve üretken yazarları Emrah Serbes, Murat Menteş, Alper Canıgüz ve Mahir Ünsal Eriş’in “postadan çıkan” ilk dosyalarını hatırlamak, özel bir mutluluk kaynağı... Çok sayıda “ilk öykü” ve “ilk roman” yayımlamış ve yayımlayacak olmaktan gerçekten mutluluk duyuyoruz.
Önceden de değindiğimiz gibi kitap yayıncılığı, 1988’den sonra, “esas” faaliyet haline gelmesiyle birlikte kanatlandı. Nicel gelişme aşikâr: Bugün, her ay ortalama on yeni kitap basılıyor, bir o kadar kitabın yeni baskısı yapılıyor. Bunun yanında İletişim’in farklı okur zümrelerine hitap eden uzmanlaşmış dizileriyle, “yayınevleri federasyonu” adını hak edecek bir çeşitlenmeye ulaştığını söyleyebiliriz.
Neden bu kitaplar?
Bizce nicel gelişme kadar önemlisi, nitel gelişmedir. İletişim Yayınları’nın, kitapların basılmasına ilişkin kararların kişisel tercihlerle, yatkınlıklarla değil, editoryal heyet kararlarıyla verildiği bir yayınevi olmasını önemsedik. Yayın Kurulu’muz, ortak akıl oluşturan ve bu anonim yapısıyla “dış etkilere” de (önerilere, tavsiyelere…) açık bir istişare organı olarak işliyor. Ufkumuzu hep açık tutan bu çalışma tarzının da Türkiye’de yayıncılık ortamına bir açılım getirdiğini düşünüyoruz. Bu çalışma tarzı ve bunun ürettiği enerji, yayılan, sirayet eden bir enerjidir: Hem “iyi” kitapları cezbediyor, kendine çekiyor; hem de yazarların-araştırmacıların aklına tohumlar düşürüyor, hatta kimi zaman doğrudan doğruya onları bir çalışmayı yapmaya, yazmaya yönlendiriyor.
Editörlük faaliyetinin özen gerektiren özel bir iş, bir uzmanlık alanı olarak kurumlaşmasını çok önemsedik. Kitaplarımızın içinin ve dışının görsel düzenlemesini, süs olsun diye değil, esasa dair bir mesele olarak ele aldık. Dünyada bibliyofil/kitapsever (ya da kitapkurdu) diye bir insan türü yaşar, kitabı içeriğinden/işlevinden öte sırf kendisi uğruna da sever; kitaplarla ilişkimize bu sevginin yön vermesini önemsedik.
İletişim Yayınları, son yıllarda korsan kitap belâsıyla uğraşmaya çok büyük enerji harcadı. Bunun nedeni de, kitabın değerini, ona gömülen emeğin ve sevginin değerini bilmesidir. “Korsan”ın, bu emeği ve sevgiyi hiçe saymak olduğuna inanmasıdır.
Sonuçta, kitap yayıncılığının kurumlaşma düzeyinin yükselmesinde hayli mesafe aldığımızı düşünüyoruz. Doğrusu, ülke yayıncılığında “standardın” yükselmesine -hiç değilse ilham vererek- ivme kazandırdığımızı düşünüyoruz. Nitekim, YeniGündem’le ilgili yaptığımız “okul” yakıştırmasını, kitap yayıncılığı ve editörlükle ilgili olarak da tekrarlayabiliriz.
Çıkış saiklerimize dönersek… İletişim Yayınları, salt 12 Eylül 1980 rejiminin ve 1980 sonrası altüst oluşun sorunlarıyla başetme kaygısıyla kurulmamıştı. Toplumun özgürleşme imkânlarına ilişkin potansiyellerle ve bunun önündeki daimî ve köklü engellerle ilgili endişelere dayanıyordu. Bunun bir parçası olarak, “dünyada olup bitenlere” vâkıf olma, Türkiye’yi “dünya bilgisi” çerçevesinde düşünme çabasını paylaşmayı hedefliyordu.
İletişim Yayınları’nda birlikte çalıştığımız… Kitabını, makalesini yayımladığımız… İletişim için çeviri yapmış… Yayınevi’nin gerek editoryal gerek idarî işlerinde “perde arkası” yükleri taşımış yüzlerce insan var… ve kimisiyle “bir iki kitaplığına” temas kurduğumuz, kimisi İletişim’in yayınlarını sanki abone olduğu süreli yayını izlercesine sektirmeden takip eden binlerce okur ve kitapkurdu…
Herkese, teşekkür ederiz...
İletişim Yayınları
İletişim Yayınları ile herhangi bir teması olmuş herkes, yayınevinin kamuoyunca tanınan isimlerinden önce Nihat’ı hatırlar. Yazar, çevirmen de, kağıtçı, matbaacı da, kargocu, ambarcı da, sokaktaki otoparkçı, civardaki lokantacı da. Tanımaktan gayrı, “Ben anlamam, onu bilirim”deki gibi bir bilmedir bu aynı zamanda. İtimat etmenin bilmesi...
İletişim’in kuruluşundan, sahiden ilk gününden, hatta yayınevine öncülük eden “bülten” zamanından beri “burada”ydı o. Yayınevinin kurumlaşmasına yaptığı katkı eşsizdir. O kendini hep saklasa da… İletişim’in müdürü, kâhyası, gürültüsü, neşesiydi. 12 Eylül darbe rejiminin zulmederek ordudan attığı devrimci subaylardandı.
Subaylığından “kalan” özellikler, iş titizliği, dakiklik ve bizim işimizde olmazsa olmaz bir hasletten, takıntılılıktan ibaretti. Trakyalı matraklığının, “Boğaz çocuğu” jantiliğinin ve nesli tükenmiş nezaketinin onda bıraktığı “subaylık”, o kadardı. Kışın ortasında halı sahadan çıkışta buz gibi suyla yıkandığında akla geliyordu sadece.
Herkesin altında ezilebileceği bir yükü yıllarca, kimseye ses etmeden taşıdı. Ketum olmasına ketumdu da, bu yalnız ketumluk değildi. Kendisininkini örtüp herkesin derdini kollardı arkadaşımız; cefakârdı.
İletişim Yayınları onsuz eskisi gibi olmayacak. Hayat da öyle olmayacak. Nihat Tuna’yla tanıştığımız, derdimizi neşemizi paylaştığımız, arkadaşlık yoldaşlık ettiğimiz için şanslıydık. Onu unutmayacağız, unutamayız. Yeri dolmaz. Kelimeden harf düştü, eskisi gibi olmaz.
Nihat Tuna Kimdir?
1956’da Çorlulu bir ailenin oğlu olarak İstanbul Paşabahçe'de doğan Nihat Tuna, 1976’da Kara Harp Okulu’nu bitirdi. Bir yandan da İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. Siyasi görüşleri, bilhassa Birikim dergisine yakınlığı dolayısıyla 12 Eylül darbesi sonrasında 1982 yılında ordudan atıldı. Kısa bir dönem ODTÜ’de eğitim hayatına devam etti, bıraktı. 1983 yılında İletişim Yayınları’nın kuruluşuna katılan Tuna, darbenin özgürlükleri boğucu ortamı içinde döneminin en önde gelen muhalif yayın organlarından biri olan Yeni Gündem dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Tuna, İletişim’in ansiklopedicilik, dergicilik faaliyetlerinden kitap yayıncılığına ağırlık vermesiyle birlikte editörlükten düzeltmenliğe, basınla ilişkilerden telif haklarına, han yöneticiliğinden açılmış davalarda sanıklığa kadar yayınevinin “her şeyi” haline geldi. İletişim'de eseri yayımlanan yazar, çevirmen ve çizerlerin, yayınevine işi düşen, kenarından köşesinden değen herkesin işini, derdini inanılmaz bir zarafet ve nezaketle halletti. Yayınevinin bugüne kadar çıkardığı, bastığı tüm kitapların her yerinde, her şeyinde etkisi, emeği, katkısı oldu. Bir süredir kanser tedavisi gören Nihat Tuna, evli ve Eda’nın babasıydı.
İLETİŞİM YAYINLARI