Çeşitlilik Ölçümleri? Kanada’daki Bir Mülteci Tiyatro Projesinde Kullanılan Temalara İlişkin Düşünceler

Vinyet

Başka bir ülkeden geliyorum. Bir savaş yüzünden ülkemden ayrılmaya zorlandım… herkes savaşı bilir. Her neyse, birisi bana buralı biri gibi görünmediğim ya da öyle giyinmediğim için nereden geldiğimi sorduğunda bir otobüs durağında otobüs bekliyordum… Ülkemi söyledim ve birçok şey hakkında konuştuk, belli ki ülkemi ziyaret etmişti. Uzun bir sohbet oldu çünkü otobüs bazı nedenler yüzünden geç kalmıştı… Sohbet ettiğim kişi, buralarda neler yapabileceğim konusunda bana tavsiyelerde bulundu. Söyledikleri arasında faydalı olabileceğini düşündüğüm şeylerden birisi de, bir iş  sahibi olabilmek için iş başvurularında ismimin kısaltılmış halini kullanmamdı. Epey güldüm, çünkü daha önce böyle bir şey duymamıştım… fakat ne biliyor musun? Denedim ve işe yaradı. Biri bana bunu söylediği için minnettarım…

Vinyet

Aynı soru bana da soruldu: “nerelisin?” Bu soruyu ilk duyduğumda sinirlendim çünkü insanların beni rahatsız etmek için sorduklarını düşündüm. Fakat daha sonra, bunun her durum için geçerli olmadığını anladım. Şimdi, sorunun arkasındaki niyeti anlamaya çalışıyorum. Bazıları için sorunun cevabını bilmek gerçek bir ihtiyaçken, bazıları senin ırkın ve kimliğin üzerinden profilini çizmeye çalışıyor; diğerleriyse bu soruyu bir nezaket gereği olarak, insanlar arasındaki etkileşimde dile dökülmemiş kuralların bir parçası olarak soruyor. Bence bütün sebepler meşru, sonuçta buralı değilim; sadece birkaç sene önce gönüllü olarak taşındım.

Vinyet

“Konuşman kulağa bir Kanadalı gibi gelmiyor” dedi kadın bana. “Nasıl geliyor?” diye cevapladım. “Kabalık etmek istemedim, sadece nasıl konuştuğundan söz ettim…”  dedi özür diler gibi. “Müşkülpesent gözükmek istemiyorum ama” dedim, “Kanadalıların nasıl konuştuğunu bilmek istiyorum sadece, çünkü 15 sene içerisinde aynı şey bana o kadar çok söylendi ki, sayısını bile unuttum.” Konuşma burada sonlandı. Çocuklarımla kimlerin gerçek birer Kanadalı olduğuyla ilgili sürekli şakalaşırım, “Şimdi bile bir Kanadalı olamam ben. Konuşma şeklimden ötürü, buranın bir vatandaşı olabildim sadece.” Daha önce Eski Yugoslavya’dan gelen bir mülteciydim. 

İçerme yalnızca bir eylem değildir, bir sanattır da.

Giriş

Göç; savaş, kaos, çelişki, küresel yerinden edilme, neoliberal gerçeklikler gibi koşullar tarafından belirlenen, halihazırdaki ‘post-normal zamanlar’ın esaslı bir unsuru haline geldi (Sardar, 2010). Canlı ya da cansız birçok şey, gönüllü ya da zorunlu göç yoluyla sınırları aşıyor. Zorunlu göç ve yerinden edilme dünyasına ilk adım atışımdan bu yana 10 yıldan fazla zaman geçti. 2000’lerin başında, Osun State, Nijerya’daki Ife-Modakeke krizlerinden1 söz ediyorum. O zamanları yaşamak bir ortaokul öğrencisi için rahatsız ediciydi; okullar tatil ediliyor, birkaç gün boyunca kapalı mekanlardan çıkamıyorduk. Saldırıya uğrama korkusu yüzünden, evimizi terk edip, geceyi ailemin bir arkadaşının evinde geçirmeye mecbur kaldığımızı hatırlıyorum. Bundan birkaç sene sonra kendimi, bu sefer Jos, Plateau State, Nijerya’da benzer bir durumda buldum. Bu sefer ailemin gözetiminde değil, kendimden sorumluydum. Hâlâ öğrenci olsam da artık bir üniversite öğrencisiydim ve güvenliğimi sağlamak için yer değiştirmeye mecburdum. Ife’deki tecrübemden farklı olarak, bu sefer tiyatro ve zorunlu göçün kesişimi ile Jos, Plateau State’deki barış ve çatışma çözümü üzerine düşünüyordum (Kendi ülkesinin sınırlarının dışına mülteci statüsüyle çıkan yerinden edilmiş nüfusa mülteci dendiğini, hâlâ ülke sınırları içerisinde bulunan nüfusa da kendi ülkeleri içinde yerinden edilmiş kişiler dendiğini sonradan öğrenecektim). Bu deneyim beni, çatışma çözümü, barış inşası ve topluluğun gelişimi gibi konularda toplum-temelli tiyatro projeleri serileri tasarlamaya teşvik etti. Çatışma ve çatışma sonrası çerçeveye ilişkin cesur diyalogların gelişebilmesi için güvenli ve pozitif alan sağlanmasına yönelik ihtiyaç, bu gibi meselelere dikkat çeken diğer sanatçıların daha net bir biçimde konumlanabilmesi adına diğer kurumların da katkılarıyla, Theatre Emissary International isimli tiyatro organizasyonumu doğurdu. Son dönemlerde, Kanada’daki toplum-temelli sanatlar uygulamalarım, bilhassa mültecilerin ve göçmenlerin deneyimlerine yoğunlaştı. Kimlik, çeşitlilik ve içerme etrafındaki meseleleri keşfetmek için farklı uluslarda ve çeşitli yaş gruplarındaki mülteci ve göçmenlerle birlikte anlamlı diyaloglar yaratma, sahne oyunları yönetme ve performansları sergileme ve drama atölyelerinde moderatörlük yapma fırsatı buldum. Çeşitlilik ve içermenin sosyo-kültürel faydalarının dışında, içerme yoluyla elde edilebilecek ekonomik bir değer de vardır. Benim bu makaledeki düşüncem de, Viktorya, British Columbia’daki mülteci ve göçmenleri ilgilendiren konulara ilişkin performanslar yaratma deneyimimin doğmasına olanak tanıdı. Şu soruyu incelemek için In the Footstep of our Immigrants (Göçmenlerimizin İzinde) başlıklı bir tiyatro performansına odaklanacağım: Sosyal içermenin yüksek olduğu ve belli bir doğrultuda algılandığı bir toplumda hoş karşılanmak ve o topluma entegre olmak ne anlama gelir? Bir ülkenin vatandaşları ve mülteciler arasında gerçekleşen günlük karşılaşmaların bir aidiyet hissini nasıl yaratacağıyla yahut böyle bir hissi nasıl ortadan kaldıracağıyla ilgilendiğimden, bu makalede, oyunun tasarımı sürecindeki karşılaşılan yorumlar ve hikayelerden doğan temaları inceledim.

Literatür Taraması

Kanada, çeşitlilik ve içerme prensiplerini teşvik edip destekleyen politika ve girişimlerinden kıvanç duyar. Eleştirel diyalog ve uyumlu toplum için güvenli ve olumlu alanlar sağlamayı amaçlayan çoğulcu sosyo-kültürel ve siyasal bir bağlam, ülkeye cazip gelir. Örneğin, Göç, Mülteci, Kanada Vatandaşlığı (IRCC) gibi devlet organları son zamanlarda ismi dahi kucaklayıcı olan politikalar geliştirdi. Yine, diğer devlet organları da devamlı olarak, göçmenlerin iyi bir biçimde karşılanmasını ve Kanada toplumuna entegre olmasını sağlayan girişimler geliştiriyorlar. Yeni gelenlerin, bu yeni ülkenin sınırlarından geçer geçmez bir aidiyet hissi duyabilmeleri için bütün kurumlar üzerine düşeni yapmaya hazır bir görüntü çiziyor. Şirketler, resmi kurumlar, akademik kurumlar ve kâr amacı gütmeyen kuruluşlar, pazarlamadan operasyonel stratejilere kadar bütün sahalara çeşitlilik ve içermeyi entegre etmek için çeşitli yollar tespit ediyorlar. Toplum merkezleri ve ağlar sürekli olarak göçmenlerin entegrasyonunu kolaylaştıran alanlar yaratıyor. Örnek olarak, Viktorya’nın Toplum Ortaklığı Ağı (Victoria’s Community Partnership Network, TOA) sıklıkla, şehirdeki farklı sektörlere yönelik, çeşitlilik, içerme ve çok kültürlülük konuları etrafında forumlar düzenliyor. Bu temalara yönelik sık sık çeşitlilik programları düzenlemek TOA’nın stratejilerinin bir parçası ve bu strateji de çeşitlilik eğitim programlarının herhangi bir sektörde çeşitlilik ve içermenin güçlendirilebilmesi için elzem nitelikte olduğunu gösteren araştırma bulgularıyla birlikte aksettiriliyor (Madera, 2013). Diğer stratejiler, tüzel çeşitlilik konseyi, tedarikçi çeşitliliği, çalışanlara yönelik ağ ve danışmanlık, kültürel farkındalık, görünmez azınlıklara yönelik destek ve kapsayıcı liderlik gibi unsurları içeriyor.2 Çeşitlilik yönetiminde uygulanan bu tür stratejiler tamamlayıcı ve iş gücündeki çeşitliliğin arttırılmasına ya da sürdürülmesine odaklanan birbiriyle ilişkili insan kaynakları politikaları olarak kabul ediliyor ve firmalara, kuruluşlara ya da topluluğa, diğer faydalarının yanı sıra rekabet gücü yüksek bir fayda  sağlıyor.3 Doğrusunu söylemek gerekirse, Kanada dünyanın geri kalanına bu konuda bir örnek teşkil oluşturuyor.

Yine de, bütün stratejilere rağmen, çeşitlilik ve yeni bir topluma entegrasyon konuları etrafında birçok soru gündeme geliyor. Zorunlu göç ve mültecilerle ilgili meselelerin ele alınmasına yönelik çok disiplinli yaklaşımlar mevcut. Örneğin, uygulamalı tiyatro, drama ve tiyatronun geleneksel olmayan mekanlarda ve/ya tecrit edilmiş topluluklar ile birlikte yapılması, mülteci deneyiminin vurgulanmasına olanak sağlıyor. Mülteci tiyatrosu mültecilere yönelik sanatsal çabaları ve performansları kapsıyor ve kamu sağlığı, eğitim, barınma, sosyal refah, göç ve çocuk ceza yargılanması ve ceza yargılaması sistemleri gibi sosyal ve kültürel politika alanlarını ele alıyor. (Balfour, 2012; Jeffers, 2011). Bu makale bağlamında, birden çok etnik grup tarafından karakterize edilip sürekli evrilen bir toplum içinde ortaya çıkan Kanada ana akım kültürüne entegre olmanın anlamı çerçevesinde sorulan sorular merkezde yer almaktadır. Sosyal içerme beklentisi dar bir açısıyla ele alındığında, özellikle, bir toplum tarafından kabul edilme, iyi karşılanma ve o topluma entegre olmak fikri bir muamma haline gelir. Örneğin, Kanada ana akım kültürü ne demektir? Meseleleri Kanadalılara özgü bir biçimde ele almanın hali hazırdaki yolu nedir? Entegrasyon fikri ve yaptığı çağrışım tek taraflı olduğunda, göçmenler ne kadar iyi entegre olabilir? Aslında göçmenler entegre olmak uğruna kendi çeşitli kültürel kimliklerini tek tek başlarından mı savıyor? Yeniden yerleştirilme süreci realiteleri nasıl değiştirip sosyal uyum ve çeşitlilik etrafında dönecek eleştirel tartışmalar için alanlar yaratıyor? Yeniden yerleştirilme süreci, ‘varmak, olmak ve ait olmak’ halini kabul ettiğine göre, yeni bir mekana varmak ne anlama geliyor (Balfour, Burton, Woodrow, 2015)? Bir kişi bir grubun/kültürün parçası hissediyorsa, yeni bir çevreye ve kültürel beklentiye uyum sağlamak ne anlama gelir? Bu sorular, ister hayal edilmiş ister açıkça idrak edilmiş olsun, daha geniş bir boyuttaki ulusal kimlik ve milliyetçilik meselelerini işaret ediyor. Bu sorgulamaları yaparken, kendi söylemimin çerçevesini Benedict Anderson’un (1991) ‘hayali cemaat’ kavramından yararlanarak belirledim.

Anderson’un metni ulus ve milliyetçiliğe odaklanır. Araştırmacılara göre, milliyet ve milliyetçilik kavramlarını tanımlamak zor bir iştir.4 Bu yüzden, Anderson ‘milliyetçilik kadar milliyetin de (ya da belki de bu kelimenin anlamlarının çokluğundan ötürü “ulus-olmamaklık” nitelemesi tercih edilmeli) özel bir kültürel yapım türü olduğu’nu savunur (Anderson, 1991, s. 6). Anderson’un hem coğrafi bir perspektif hem de kültürel  bir yaklaşım olarak ele aldığı ulus ve milliyetçilik tasavvuru, kimlik ve milliyetçiliğin kavramsallaştırılmasına yönelik yorumsamacı bir bakış açısı sağlar. Antropolojik bir bakış açısıyla, Anderson’a (1991) göre ‘ulus hayal edilmiş bir siyasal topluluktur — kendisine aynı zamanda hem egemenlik hem de sınırlılık içkin olacak şekilde hayal edilmiş bir cemaattir’ (s. 6). Ulus hayal edilmiştir:

1) çünkü en küçük ulusun üyeleri bile diğer üyeleri tanımayacak, onlarla tanışmayacak, çoğu hakkında hiçbir şey işitmeyecektir ama yine de her birinin zihninde cemaatlerinin imgesi yaşamaya devam eder. 2) Ulus sınırlı olarak hayal edilir, çünkü belki de bir milyar insanı kapsayan en büyüğünün bile, ötesinde başka uluslara mensup insanların yaşadığı, esnek de olsa sonlu sınırları vardır. 3) Ulus egemen olarak hayal edilir, çünkü kavram, Aydınlanma ve Devrim’in, ilahi olarak buyrulmuş, hiyerarşik hanedanlık mülklerinin meşruiyetini aşındırmakta olduğu bir çağda doğmuştu. 4) Son olarak ulus, bir topluluk, bir cemaat olarak hayal edilir, çünkü her ulusun fiilen geçerli olan eşitsizlik ve sömürü ilişkileri ne olursa olsun, ulus daima derin ve yatay bir yoldaşlık olarak tasarlanır (s. 6).

Esasen, ulusun, tabiatı gereği sınırlı bir faaliyet alanı ve egemenliğe sahip, siyasal bir cemaat olarak var olduğuna inanılır. Ulus belirli bir coğrafyayı işgal edebilir, fakat ulusların en küçüğü bile bir kişinin bilgisinden fazlasına tekabül eder  — çünkü bir millete mensup olan hiç kimse o milletin bütün üyelerini tanıyamaz. Ulus politikayı aşar; kültürel, somut ve soyut olanı içerir. Hayali cemaat fikri bir ulusun sınırlılığı nosyonuyla bağlantılıdır, çünkü ulusun kapsamı hiçbir zaman insanlıkla paralel olarak seyretmemiştir; ulusun egemenliği ulusun vatandaşları üzerinden tanımlanır, krallıklardaki olduğu gibi kutsal görülmez, dolayısıyla bir para birimi, coğrafi bir konumu ve bir ismi vardır. Bir hayali cemaatin bu dört unsuru söylemin merkezine, Stuart Hall gibi kültürel teorisyenlerin ‘kök’ ve ‘güzergâh’5 olarak tarif ettiği şeyi koyar. Kök doğum yerine ya da kültürel mirasa işaret etmektedir. Mekana bağlılık, fiziksel konum ve bunun kimlikle olan ilişkisinin simgesel bir metaforudur. Güzergâh ise kişinin bütüncül kimliği inşa edilirken izlenen seyir aracılığıyla, kimliğin yeniden yapılandırılmasını, yeniden konumlandırılmasını ve yeniden hayal edilmesine işaret eder. Dolayısıyla, hayali cemaatler kavramı, hem bireyler hem de cemaatler olarak kimliklerimizi formüle ederken güzergâhımızı göz önünde bulundurmamıza ve onu haritalandırmamıza yardımcı olmaktadır. İnsanların fiziksel mevkilerinin ötesini görmek için bizi konumlandırırken, toplulukların fiziksel olmayan niteliklerini ve gündelik etkileşimlerin hayali cemaatleri, toplulukları nasıl etkilediğini de göz önüne alır. Örneğin, benim yerel lehçemde konut ve ev kelimeleri, tek bir kelimeyle karşılanır (Yoruba’nun güneybatısı, Nijerya). Ama biz, kelimenin ne zaman konut ne zaman ev anlamına geldiğini anlarız. ‘Konut’ bir aile olarak yaşadığımız alandır, ‘ev’ ise aileyi meydana getiren daha soyut, fiziksel olmayan, aile üyelerini, davranışları ve hatıraları barındıran unsurlara işaret eder. Cemaatlerin durmaksızın hayal edildiği fikri, etkileşimlerin de farkında olmamıza yardımcı olur çünkü biz günlük etkileşimlerimiz yoluyla insanlarla bağlantı kurar ve yine bu yolla bağlantılarımızı keseriz.

İşyerindeki eşitsizliği kalıcılaştıran önyargılar büyük ölçüde bilinç dışında ve otomatik olarak gerçekleşir, bir kuruluşun yetenek yönetimi paradigmasını, ‘kültürel uyum’dan ‘çeşitlilik ve içerme’ye kaydırmak, iyi niyetli politikalardan fazlasını gerektirir. Bundan ötürü, çeşitlilik ve içermeye dair anlam ölçütleri, risk alanlarını tespit etmeye, girişimleri önceliklendirmeye,  hedeflerin ve diğer program hedeflerinin belirlenmesine ve girişimlerin etkisinin ölçülmesine yardımcı olur. Simpson’un (1949) çeşitlilik endeksi bir ekosistemdeki türlerin çeşitliliğini ölçmeye yarayan bir araç olarak ortaya çıkmasına karşın, bu makalede bir toplumda çeşitliğe ne denli yer verildiğini ölçmek için kullanabileceğimiz göstergelere işaret ediyor (s. 683). Ölçüt, çeşitliliğin iki kritik bileşenini yakalayabilmek için tasarlanmıştır: zenginlik ve düzenlilik. Zenginlik temsil edilen farklı gurupların  sayısını ifade ederken (örneğin, kaç tane etnik köken olduğu), düzenlilik bu gruplar arasındaki yayılımı ifade eder (örneğin, çalışanların eşit şekilde yayılıp yayılmadığını). İsim ve kimlik, ve dil ve aksan bu makalede odaklandığım iki çeşitlilik ölçütü. Toplumumuzu çeşitlilik ölçütünün bakış açısı temelinden düşünmek, içerme etrafında kritik sorular sormamızı sağlayabilir. Çeşitliliği ve ölçütü aynı çatı altında toplamak, çelişkili gözükse ve ölçümle ilgili bazı endişeler doğursa da, bir şey her zaman ölçülebilir olmak zorunda değil; dolayısıyla bu kasıtlı olarak yapıldı. İlk olarak, buradaki çelişki ikna edici; çeşitlilik ölçülemez gibi gözükse de birçok şirket onu sayılarla ifade ediyor. İkincisi, amaç çeşitlilik konusunda “-mış gibi yapmak” değil, bir toplumun ne ölçüde kapsayıcı olduğuna ve çeşitlilik barındırdığına dair belirli bazı göstergelerin olduğunu yinelemektir. Bundan dolayı, ele aldığım temalarda, çeşitliliğin içini sayılarla doldurmayı değil, etkileşimi; bir devletin vatandaşları, ve oradaki mülteciler ve göçmenler arasındaki aidiyet hissini nasıl güçlendirebileceğini ya da yok edebileceğini incelemek istiyorum.

Proje Tanımı: In the footstep of our immigrants (Göçmenlerimizin İzinde)

Kimlik sorunu 21. yüzyılda, çeşitlilik ve içermenin temelini teşkil etmiştir. Mülteciler ve göçmenler Kanada’da iş gücünü bir parçasıdır çünkü verimlilikleri ekonomik kalkınmayı desteklemektedir. Küresel ölçekte 68.5 milyon insan zorla yerinden ettirilmiştir. (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, 2019). Ocak 2019 itibariyle Kanada, karma sponsorluk ve, hükümet destekli ve özel sponsorluk programları gibi çeşitli programlarla 123,055 mültecinin yeniden yerleştirilmesini sağlamıştır (BMMYK, Kanada, 2019). Entegrasyon ve çok kültürlülüğe ülkede duyulan ihtiyaç, sosyal medya, gazeteler, resmi ve resmi olmayan forumlarda vurgulanmaktadır. Örneğin, Conference Board of Canada (Kanada Konferans Kurulu) direktörü Paul Darby 2020 yılına kadar 3 milyon vasıflı işçi açığı yaşanacağını öngörüyor ve mülteciler ve göçmenlere yönelik bakış açısı bu açığın kapanması doğrultusunda şekilleniyor (Reader Digest, 2019). In the footstep of our immigrants, bu meseleler çerçevesinde karşılıklı cesur diyalogların gelişebilmesi için gerek duyulan güvenli alanın oluşturulmasına yönelik bir cevaptı. 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü onuruna düzenlenen canlı, interaktif bir tiyatro gösterisiydi. Oyun, Viktorya kentine yeni gelenlerin, kentteki göçmenlerin ve mültecilerin yer değiştirme, dayanıklılık, yerleşme ve entegrasyonla ilgili hikayelerini keşfe çıktı. Viktorya, British Columbia eyaletinin başkenti. Yüz binden fazla kişiye ev sahipliği yapıyor. Güzel bir bahçe kent modeli olmasının ve kolonyal tarihinin ötesinde, şehir Kanada’nın mülteciler için hazırladığı yeniden yerleştirme planından ötürü göze çarpıyor. Şehirde mültecilere ve göçmenlere destek sağlayan iki büyük yeniden yerleşim ajansı bulunuyor. Büyükşehir Viktorya Kültürler Arası Derneği (ICA-Intercultural Association of Greater Victoria) ve Viktorya Göçmen Mülteci Merkezi Topluluğu (VIRCS-Victoria Immigrant Refugee Centre Society). Bu metnin yazarı, göçmenler Viktorya’ya yerleşirken kendilerini ifade edebilmeleri adına güvenli ve pozitif alanlar sağlamak amacıyla tiyatrodan yararlanan bu iki kurumla da çalışma olanağı buldu.

In the footstep of our immigrants iki yıldan bu yana devam ediyor ve topluluk angajmanlı uygulamalara dayanıyor.  Oyun kısaca, Kanada, Viktorya’da göç ve yeniden yeniden yerleştirilme dünyalarında hareket halindeyken yaşadıkları deneyimleri paylaşmak isteyen çeşitli etnik, dini ve kültürel arkaplandan gelen gençler tarafından yaratıldı. Göç, göçmenlik ve yerleşme dünyalarında yaşadıkları ve yaşıyor oldukları deneyimlerin hikayelerini paylaşan çeşitli etnik ve kültürel arkaplandan gelen aktörleri ve gençlere yer verdi. Oyun izleyicileri diyaloğa katmak için interaktif bir oturumla kapanışını yaptı. Daha sonra The Onion Theatre Project (Soğan Tiyatro Projesi) içinde geliştirilen oyun Viktorya Göçmen Mülteci Merkezi Derneği, British Columbia Sanat Konseyi, Viktorya Şehri, Saanich Bölgesi ve Viktorya Üniversite’sini kapsayan, iş birliğine dayalı bir sanat projesinin ürünüdür. 2018 Dünya Mülteci Günü haftasında, oyunu Cedar Hill Eğlence Merkezi’nde, Viktorya Belediye Binası’nda, Claremont Ortaokulu’nda ve Viktorya Üniversitesi’nde sergiledik. Bu işbirliğinin başlangıcında, hem bir kovizyoner hem de oyunun ve projenin direktörü olarak, topluluk inşası ve cesur bir iletişime olanak sağlamak adına güvenli ve pozitif alanlar yaratmak için tiyatrodan yararlanmak konularıyla ilgilendim. Süreç, burada bulunan insanlardan yararlanıyor ve sahip olduğumuz tüm seslerin farklı ve benzersiz bir şekilde duyulacağı yollar inşa ediyor. Bu muhtelif konuları ve bizim için ne anlama geldiklerini eleştirel ve yaratıcı bir biçimde araştırmak için alan sağlıyoruz. Bu sebeple, göçmen gençleri desteklemek ve onlara danışmanlık vermek için bir atmosfer sağlamak benim için önemliydi. Bu makale, 2017 yılında 11 sanatçı tarafından sahnelenen oyunun ilk versiyonuna odaklanıyor. Bu sanatçılar, beşinci kuşak Kanadalılar, Guyana kökenli bir ABD’li-Kanadalı, Suriye’den mülteci gençler, Nijerya, Tayland, Hong Kong, Çin ve İsrail’den uluslararası öğrencilerden oluşuyordu. Makalenin geri kalan kısımları, projenin moderatörü-direktörü olarak benim fikirlerime yoğunlaşıyor.

Materyal ve Yöntem

Oyun süreci göç ve yerinden edilme temalarıyla ilgilenen ya da göçmen yahut mülteci olarak bir deneyimi olan insanların işe alınmasını da kapsıyordu. Bu tür bir tiyatronun (uygulamalı tiyatro) profesyonel sanatçılar yaratmakla ilgilenmediğini, daha ziyade topluluk üyelerine, kendilerini ifade etme vesaire amacıyla bir oyun yaratımı sürecine katılmaları olanağı sunduğunu biliyorum. Dolayısıyla potansiyel katılımcılarla/aktörlerle mülakat yaparken dikkat ettiğim şey, temayla ilgili kişisel bir bağlantı, katılımcının/aktörün ilgisi, sürece bağlılık ve katılımcıların farklı sanat formlarını keşfetmeye yönelik merakıydı. Katılımcı bir yaklaşım izledim, katılımcılardan iletişimi kolaylaştıracak kişisel bir ürün hazırlamalarını istedim. Provalardan alıntılar, resimler, gazete makaleleri, şiir ya da bir müzik parçası vesaire getirmeye davet edildiler. Projenin başında, sanat formları vasıtasıyla sürdürecekleri sözel olmayan iletişime geçmeden önce kendilerini sözcükler yoluyla ifade etmeleri için bir dizi tartışma gerçekleştirdim. Her provanın başında, toplantıya hazırlanmak için oyunlar ve alıştırmalar ile ısındık. Katılımcılarla yapılan ilk toplantıda, görüşmelerimize yön veren sorular sordum — ‘Hangi temayı ele almak istersiniz? Fikirlerinizi açıklamak için ne tür bir sanatsal forma ilgi duyuyorsunuz?’ Katılımcılar mülteciler ve göçmenleri etkileyen dil bariyeri, psikolojik temelli ihtiyaç ve istihdam gibi çeşitli temaları irdelemekle ilgilendiler. Dil bariyeri önemliydi çünkü çalışmalar birçok mülteci ve göçmenin özellikle aksanla sorunuyla birlikte dil bariyeri ile karşılaştığını gösteriyor (Banerjee, Reitz ve Oreopoulos, 2018). Başka bir projedeki mültecilerle yapılan kişisel mülakatlar, kendin ortaya koyabilmek, çalışmak, itibar kazanmak, farklılık yaratmak ve finansal kaynak elde etmek için bir işe duyulan ihtiyacın ortak payda olduğunu gösteriyor.6 İş sadece vatandaşlar ve yerleşimciler için önemli olmakla kalmıyor, göçmenler ve mültecilerin yaşamının da esaslı bir parçasını teşkil ediyor. Bu makalede iş temasının irdelenmesine yönelik ihtiyaç, mültecilerin, hiçbir şey vermeden ev sahibi topluluktan bir şeyler almak isteyen asalaklar olduğuna dair anlatıdan kaynaklandı. Biz burada, alternatif bir anlatı oluşturmak ve insanların mültecileri, savaştan önce kendi ülkelerinde çalışan insanlar olarak görmelerini istedik.

Performans gerçek ve kurmacanın bir karışımıydı. Katılımcılar monolog üretmek için, yaşanmış deneyimlerini hikaye olarak kullanırlar. Örneğin, performanstaki ilk sahne, isimlere ve kimliğe odaklandı. Her katılımcının isimler hakkında bir monoloğu vardı ve her katılımcı rejisörün yardımıyla kendi satırlarını yazdı. Rejisör de bunlardan bir senaryo oluşturdu. Diğer sahneler arasında, belirgin bir aksanı olan bir göçmen, barista ve diğer müşteriler arasındaki etkileşime odaklanan bir barista sahnesi ve bir iş mülakatı vardı. Temaların ne kadar hassas ve yoğun olduğunu göz önüne alarak mizahtan yararlandık. Sahneleri tasarlarken, benim üç katmanlı hareketsiz görüntü olarak tarif ettiğim, oyundaki sahneleri oluşturmak için yararlandığım bir yönteme başvurdum. (Üç katmanlı hareketli görüntüler, öncesinde neyin meydana geldiği (geçmiş), şu anda ne olduğunu (şimdi) ve sonrasında ne olabileceğini (gelecek) yansıttı). Aynı zamanda şarkılar, dans ve müzik de kullandık. Performans müziği, katılımcılardan biri tarafından bestelendi ve performans bir “talkback” oturumuyla sona erdi. Böylece, mültecilerin yaşamış olduğu bazı deneyimleri keşfettik.

 

 

Makalenin sonraki bölümünde, çeşitlilik ölçütlerinin bir parçası olarak kimlik ve dil temaları tartışılacak.

Tartışma
Tartışmanın başında, bu makalede belirlediğim temaların yalnızca birer çeşitlilik ölçütü olmadığına dikkat çekmek önemli; zira isimler, kimlikler, dil ve aksanı çeşitli topluluklarla çalışırken yaptığım gözlemleri ve, mülteciler ve göçmenler ile yürüttüğüm mülakatları temel alarak belirledim. Bu fikirleri takdim etmemin nedeni, bunların, özellikle sektörler arasındaki içerme bağlamında yapmak istediğimiz değişikleri nasıl gerçekleştirdiğimiz üzerinde bir etkisinin olmasıdır. Çünkü yapmak istediğimiz değişiklik, değişmesini istediğimiz yönteme dairdir. Ölçüt; teşhis etmek, süreci takip etmek ve yatırımın sonucunu ölçmek için kullanılıyor.

Çeşitlilik Ölçütü: İsimler ve Kimlik
İsimler insanları atalar ve kökenleriyle birleştirir. İsimler yoluyla kişinin şeceresi izlenebileceği gibi, bazı kültür ve geleneklerde isimlerin geleceği belirlediğine de inanılıyor. İsimler kimliğin ötesindedir, geçmişin, şimdinin ve geleceğin vücut bulmasıdır. İsim insanın kendi kültürüyle bağlantı kurmasını sağlayabilir ve isimlendirme süreci bazı kültürlerde kutsal sayılır. Ataların muhafaza edilmesi ve bir ırkın kimliğinde bir ismin rolü nedir? Bir isim, içermeye yönelik bir çaba harcayan bir toplumda günlük etkileşimleri nasıl etkiler?

Irk ve ulusal kimliğe dair bir inceleme, mültecilerin yeni bir yerde hayatta kalması için elzemdir, çünkü etkin kökene dair yapılan bir yolculuk, belirli bir etnik grubun kimliği, ulusal kimliği ve ırkı olduğu varsayımına dayanır. Etnik coğrafya çok sayıda mekânsal düzenlemeyi ortaya koyduğundan, isim coğrafi olarak bir alan işgal etmeden, bir topluluğu nasıl temsil edip bir kimliğin koruyucusu olabilir? Buna örnek olarak, performansın ilk kısmı isimlere dair monologlara yoğunlaştı. Katılımcılar, adlarının nasıl yanlış telaffuz edildiğine ve bir kişinin ismi ve menşei ülkesinin, profilinin algılanmasında nasıl bir paya sahip olduğuna dair tecrübeleri üzerine kafa yordular. Çin’den gelen katılımcılarda birisi, Kanada’ya vardığı zamanki isim seçme sürecini anlatıyor. Kendi deneyiminden yola çıkarak, Asyalı kaç öğrencinin kendilerine yeni birer isim koymanın yollarını bulduğunu ya da isimlerinin anlamını karşılayan birer İngilizce kelime bulduğuna ilişkin düşüncelerini açıklıyor. Suriye’den gelen katılımcılardan biri isminin, Kuzey Amerika’daki bir üniversitede çalışan bir öğretim görevlisi tarafından nasıl da kendi cehaletini ifade itmek için kullanıldığının hikayesini anlattı. İsimler ile ilgili tartışmayı, başka konuşmalar izledi. İlk olarak, bir ismin bir nesilden diğerine aktarılan kişisel bir miras olduğu fikri ve göç, savaş ve yerinden edilme gibi günlük tecrübelerin isim üzerinde yaptığı etkiler üzerinde duruldu. Örneğin, Asya’dan gelen birçok göçmen, Kuzey Amerika’ya vardıklarında isimlerini kısaltmak veya İngilizce bir isim almak zorunda kalıyor çünkü adlarının telaffuz edilmesinin güç olduğu yönünde bir ön kabul mevcut. Birçok yazar, politik nedenlerden, cinsiyet temelli ayrımcılıklardan ya da ırk ayrımcılığından ve krizlerden ötürü isimlerini değiştirmek zorunda kaldı, böylece mevcut topluma ait olabiliyorlardı. Göçmenler arasındaki yaygın şikayetlerden birisi de isimlerinin sıklıkla yanlış telaffuz edilmesidir (Ashperger, 2015).

İkinci olarak, isimler bizi etnik bir grup, ulusal bir kimlik ya da bir ırk içine konumlandırabilir. İsimler yalnızca hayal edilmezler, hem görünürlük hem de görünmezlik sağlarlar. İsimler bireyi tanımlayabilir, yeniden tanımlayabilir ve men edebilirler (Kofoworola, 2015). Bu yüzden, bir isim aracılığıyla soy takip edilebilir çünkü isimler insanları gelenek ve kültüre bağlar. Bir ismin taşıyıcısı için isim, başkalarının o taşıyıcıya ya da o taşıyıcının kendisine dair düşünme biçimini nasıl etkiler? Resmi etkileşimlerden gayriresmi etkileşimlere, isimler nasıl algılandığımız üzerinde birtakım etkilere sahiptir. Örneğin, çoğu insan işini korumak için isim değiştiriyor. Araştırmalar da bunu doğruluyor; Asya tınısına sahip isimlerin taşıyıcılarının, iç görüşmesi için tekrar çağrılma olasılığının diğerlerine nazaran daha düşük olduğunu gösteriyorlar (CBC, 2017). 500’den fazla çalışanı olan kurumlarda, Asyalı bir isme sahip adayların geri aranma olasılığı yüzde 20’den daha az; daha küçük organizasyonlarda, bu oran yüzde 40’ı buluyor. İşe alım ve eğitim konusunda daha fazla kaynağı olan, insan kaynağının gelişimine daha fazla önem veren ve çeşitlilik konusunda daha çok tecrübesi bulunan büyük kuruluşlar daha az sıklıkla ayrımcılık yapıyor olabilir (Banerjee, Reitz ve Oreopoulos, 2018).

Son olarak, isimler insanları, mekanları ve planeti muhafaza edebilir. Birey, kültür ve öz kimliğin korunması fikri toplumumuzun gelişimi için esastır. Örneğin, bir sokağa adını verme, insanları ve etkinlikleri ölümsüzleştirme, isimlendirme yoluyla yapılabilir. Kendi kimliğimize uyan ya da inandığımız şeye inanan cemaatleri, toplulukları (kendimizi tanımladığımız ya başkalarının bizi tanımladığı) kimlikler aracılığıyla bulur ve birleştiririz. Bundan dolayı, farklı sosyo-kültürel meseleler ve haksızlıklar kimlik yoluyla görünür olur. İsimlerin kimlik, günlük etkileşimler, mesleki arayışlar, iş piyasası ve politikalar vesaire üzerindeki etkisi bir ismin sahip olduğu önemi gösterir. İsimler, insanların önyargılarını açığa çıkarır ve insanların ismimize gösterdikleri tepki bir aidiyet duygusunu ortadan kaldırabileceği gibi böyle bir duyguyu sağlayabilir de. Sonuç olarak, Banerjee’nin (2018) gözlemlediği gibi, örtük önyargı birinin ırkçı olduğu anlamına gelmez, ‘bu hepimizin içinde olan bir şeydir ve biz bu tür bilinçdışı kararları çok hızlı alırız’.

 

Çeşitlilik Ölçütü: Dil ve Aksan
Dil sadece çeşitlilik ve içerme konusuna ilişkin söylemde var olan bir bariyer değildir, kimin ait olduğunu, kimin olmadığını ölçebilen bir ölçüttür. Neyi nasıl söylediğinizle, yani kelime seçiminiz, dilbilgisel yapılarınız, söz diziminiz ve nasıl ses çıkardığınızla (aksan) üzerinden teraziye konuluyor ve ölçülüyorsunuz. Dil, kültürün merkezinde yer alır, hiç şüphesiz ki dil yeterliliğini, yani kimin sisteme uyumlu olduğunu, kimin olmadığını ölçen çeşitli dil sınavları mevcut. Kanada’da, mesleğiniz ne olursa olsun, okula emniyetli bir şekilde kaydolmak, daimi ikamet almak ya da vatandaş olmak için, İngilizce sınavına girmeniz gerekir. Birçok kişi gerekli puanları alamadığı için yeterli görülmüyor. Fakat bunun Kanada İngilizcesi sisteminin bir eleştirisi olmadığını not düşmek gerek, bu daha ziyade dil, iletişim ve çeşitlilik ethosu çerçevesinde içermenin ne anlama geldiğine dair bir değerlendirme. Kanada bu tür dil sınavlarının yapıldığı tek ülke değil, katılımcıların bu konu hakkındaki fikirleri de testle ilgili değil, daha çok, dilin bir aidiyet duygusu yaratmadaki sosyal ve politik etkisine yönelik. Daha özel olarak, dil bir ırkı nasıl onaylar yahut alçaltır? İnsanlarının aksanlarına dinleyiciler tarafından verilen tepkiler nelerdir? Dilin ve aksanın toplumun, iş yeri vesaire gibi diğer veçheleri üzerindeki etkisi nedir?

Dahası bu, dilin politikası ve insanların günlük etkileşimlerinde aksana nasıl tepki verdikleri ile de ilgilidir. Bazıları aksanları üzerinden tanımlanır, profilleri aksanları yoluyla çizilir. Bir çeşitlilik ölçütü olarak dil ve aksana dair anlayışımız Mayank Bhatt’ın aksana dair görüşü üzerinden yankı buluyor. Bhatt’a göre ‘aksan tuhaf bir şeydir. Bir dile çeşitlilik, bir insana kimlik, bir sohbete de çeşni verir.’ (t.y.) Aksan bazı insanların bağlantı kurmalarına ve aidiyet hissi kazanmalarına yardımcı olurken, diğerlerinin de bağlantılarını kesip ehliyetlerini kaldırır. Bunun nedeni konuşma, telaffuz ve kimlik arasında bir ilişki olmasında yatar (Ashperger, 2015). Kanada bağlamında, Kanada pasaportuna sahip olsa bile çok sayıdaki göçmen ve mülteci Kanadalı olarak kabul görmez çünkü bir ‘Kanadalı gibi konuşmazlar’ (Ashperger, 2015, s.321). Bununla birlikte, Kanada içinde, dilsel tertiplerle işaretlenmiş mekansal düzenlemeler vardır. Kanada iki dilli bir ülkedir — İngilizce ve Fransızca. Yine de bir dil, bir bölgede diğer dilden baskın olabilir. Québeclilerin Fransızcası, kulağa Fransa’da konuşulan Fransızcadan farklı gelebilir.

Ancak, kültürün ve insanların bir temsiliyeti olması olgusunun ötesinde aksan, bir insanın varlığının kanıtıdır. Aksan, bir yabancıyı inandırıcılıktan yoksun bıraktığı için, varlığı o aksana sahip olan kişi (bu bağlamda bir yabancı) tarafından arzu edilmese bile kendi içinde bir kapsama ve çok kültürlülüktür. Ana dilin yabancı dile olan benzerliğinin, o yabancı dilin edinilmesi, muhafaza edilmesi ve aktarılması üzerinde etkileri de vardır. Aksana sahip olanlar, kaybetmeyi tercih ederler. Hüznü bilmeyenler, bilenleri anlayamaz. Bu iletişim önünde bir engeldir. En eğitimli ve mafsallı kişi bile, eğer belirgin bir aksanı varsa iletişim kurmakta güçlük yaşayacaktır’ (t.y.) Bu nedenle isimler ve dil temalarını kullanmada, çeşitlilik ve içerme meseleleri önem teşkil ediyor. İsimler ve dil arasındaki bağlantı, dilin isimler vasıtasıyla da kimlikler oluşturmasıdır. Her ikisi de madalyonun aynı yüzünde yer alıyor; isimler belirli bir dilde ifade edilip doğru bir şekilde telaffuz edildiğinde dinleyiciye değil, belirli bir kültürün dilsel özelliklerine hitap ederler (Kofoworola, 2015).

Sonuç
Bir sanat olarak içerme, bir dizi öğrenme ve unutmaya ihtiyaç duyduğu anlamına gelir. Yalnızca çeşitlilikle ilgili olmayacak, politika ve yaşamımızın her gününü de içine alacak bilgi temelli zincirler ve beceri kümeleri oluşturmayı, bakış açılarında değişikliği gerektirir. İçerme aynı zamanda sektörler arasıdır, bu, toplumun her yönüne sirayet ettiği anlamına gelir. Çünkü içerme insan topluluğun her zaman evrilen, hayali ve değişen bir yapısı olduğunu kabul eder. Çeşitlilik yaptığımız şeyken (bir eylemi/yapmak), içerme çeşitliliği nasıl yaptığımızdır (sanatı/çeşitlendirmek). Bu yüzden kimlikler sabit değildir, günlük deneyimlerden etkilenirler. Uygulamalar da değişir, çünkü her gün yeni şeyler öğreniriz. İnsanların, mekanın ve planetin kumaşında bir daimilik yoksa, etkileşimlerimizin kimliklerimizi bilgilendirdiğini, dönüştürdüğünü ve deforme ettiğine dair bir anlayışa ihtiyaç var. Anderson’un hayali cemaatinden daimi olarak evrilen sosyo-politik cemaate kadar. Uluslar ve toplumlardaki farklılıkların unsurları kadar, göç, savaş ve kalkınma gibi sosyal fenomenlerin, dinamikleri nasıl değiştirdiğini göz önünde bulundurmak da önemlidir. Mevcut kültür ve geleneklerin korunmasında, insanlığa katkıda bulunan ve içerme endeksini destekleyen bir toplum inşa etmeye yönelik bir ihtiyaç var. Bu yüzden nasıl toplumlar hayal ettiğimiz, diğer insanlarla ilişki içerisindeki bireyler olarak, kimliklerimizi formüle ederken güzergâhlarımızı haritalandırmaya başlamada bize yardımcı olabilir. Sanat, deneyimleri anlama ve iletme gücüne sahiptir, çünkü toplumdaki sorunlar üzerinde düşünme, onlar hakkında yorum yapma, eleştiride bulunma ve toplumları düzeltme kabiliyeti vardır. Bu makalede, yönettiğim bir oyundan doğan fikirlerin anlamları üzerine düşündüm. Bu örnek vaka incelemesinden hareketle, çeşitliliğin ifadesi ve bir içerme yolu olarak sanatın rolünü vurguladım. Özellikle, sanat temelli yaklaşım yoluyla, mültecileri ve göçmenleri etkileyen meseleler etrafında cesur diyalogların gelişebilmesi için güvenli ve pozitif alanlar yarattık. Hayali cemaatler fikri, etkileşimler aracılığıyla, vatandaşların, mülteciler ve göçmenlerin günlük gerçekliklerine ilişkin sorulardan birini anlamaya duydukları ihtiyaç üzerinden ele alındı. Bu soru şuydu: “Mültecilere yeniden yerleştirilmeleri süreçlerinde ne tür bir ortam sağlayabiliriz?” Kuşkusuz ki, Kanada mülteciler ve birçok göçmen için bir sığınak ülke haline geldi. İster zorunlu ister gönüllü olsun, yeniden yerleştirilme yoluyla birçok kişi Kanada’da güvenlik, ev ve sığınak buldu. Kanada’da eleştirel düşünceyi, bireyin özgürleşmesini, çalışma fırsatını destekleyen ve kişinin vizyonunu büyüten müreffeh bir ortam teşvik ediliyor.
Çeviren: Baran Gürpınar

 

Kaynakça

Anderson, B. (1991), Imagined communities: reflections on the origin and spread of nationalism. Londra: Verso.

Ashperger, C. (2015), “The tongue play: an auto-ethnography”, TRIC/RTAC, 36 (2), 320–328.

Balfour, M. (2011), Refugee performance: practical encounters. Londra: Intellect Ltd, 2011.

Balfour, M., Bundy, P., Burton, B., Dunn, J., ve Woodrow, N. (2015), Applied theatre resettlement: drama, refugee and resilience. Londra: Bloomsbury Methuen Drama.

Banerjee, R., Reitz, J., ve Oreopoulos, P. (2018), Do large employers treat racial minorities more fairly? An analysis of Canadian field experiment data. Canadian Public Policy, 44 (1), 1-12.

Cox, T., ve Blake, S. (1991), “Managing cultural diversity: Implications for organizational competitiveness”, Academy of Management Executive, 5, 45–56.

Dyer, L., ve Reeves, T. (1995), “Human resource strategies and firm performance”, International Journal of Human Resource Management, 6, 656–670.

Jeffers, A. (2011), Refugees, theatre and crisis: performing global identities. Basingstoke, UK: Palgrave Macmillan Ltd.

Kofoworola, Z. (2015), Yoruba names, cosmology, worldviews and dramatic exploration. Nigeria: International Theatre Institute & DorcAmos Tops Publishers.

Madera, J. M. (2013), “Best practices in diversity management in customer service organizations: an investigation of top companies cited by Diversity Inc.”, Cornell Hospitality Quarterly, XX (X), 1–12.

McKay, P. F., D. R. Avery, and Morris, M. A. (2008), “Mean racial-ethnic differences in employee sales performance: The moderation role of diversity climate”, Personnel Psychology, 61, 349–74.

McKay, P. F., D. R. Avery, ve Morris, M. A. (2009), “A tale of two climates: Diversity climate from subordinates’ and managers’ perspectives and their role in store unit sales performance”, Personnel Psychology, 62, 767–91.

Nairn, T. (1977), The Break-up of Britain. Londra: New Left Books.

Ramsey, A. (t.y.), The real reasons Canada needs more immigrants. The Reader Digest. Erişim tarihi: 4 Nisan2019, erişim: https://www.readersdigest.ca/culture/why-canada-needs-more-immigrants-now/

Richard, O. C. (2000), “Racial diversity, business strategy, and firm performance: A resource-based view”, Academy of Management Journal, 43 (2), 164–77.

Richard, O. C., ve Johnson, N. B. (1999), “Making the connection between formal human resource diversity practices and organizational effectiveness: Beyond management fashion”, Performance Improvement Quarterly 12 (1): 77-96

Sardar, Z. (2010). “Welcome to Postnormal times”, Futures, 42, 435–444.

Seton-Watson, H. (1977), Nations and states. An enquiry into the origins of nations and the politics of nationalism. Boulder. Colo.: Westview Press.

Sienkiewicz, A. (2017, 27 Ocak), “What's in a name? Your shot at a job according to study”, CBC News, Erişim tarihi: 27 Şubat 2019, erişim: https://www.cbc.ca/news/canada/toronto/name-job-interview-1.3951513Simpson, E. (1949), “Measurement of diversity”, Nature, 163.

1 Tarihsel olarak, Ife ve Modakeke eyaletlerinin halkları arasında toprak temelli anlaşmazlıklar mevcuttur. En son kriz 2000’li yılların başında yaşandı, bkz. Elugbaju, 2018; Asiyanbola, 2010; Ogundipe 1996; Johnson 1966; Ajayi ve Smith 1964.

2 Bu stratejilerin çeşitlilik yönetimi pratiğinde uygulanabilir ve etkili olduğu düşünülür, bkz. Madera, 2013; Cox ve Blake, 1991.

3 Çeşitlilik yönetimi pratiği, çeşitliliği, içermeyi ve kültürel beceriyi teşvik etmek için, herhangi bir organizasyonda çeşitliliğin temel yönetim ilkesinin bir bileşeni olarak bünyede nasıl barındırılabileceğiyle ilgilidir, bkz. Dyer ve Reeves 1995; McKay, Avery, ve Morris, 2008, 2009; Richard, 2000; Richard ve Jonathan, 1991.

4 Araştırmacılar ulus ve milliyetçiliği tarif etmenin neden büyük gayret gerektirdiğine dair birçok neden tespit etmişlerdir, bkz. Nairn, 1977; Seton-Watson 1977.

5 Kökler ve güzergâh, kimlik ve kültür çerçevesinde önemli bir düşünce haline gelmiştir, bkz Clifford, 1997; Gilroy, 1993; Hall, 1995.

6 Diğer meslektaşlarımla birlikte, Message in a Bootle (“Bir Şişedeki Mesaj”) başlıklı bir sahne oyunu sergiledim ve 2016’da Viktorya Üniversitesi'nde Ideafest  kapsamında “Gelişme, Olma ve Olma”ya dair bir performansın ardından bir drama atölyesi kolaylaştırdım. Drama atölyem Breaking down the fence: Exploring refugee advocacy through applied theatre (“Çiti yıkmak: Uygulamalı Tiyatro Yoluyla Mülteci Savunuculuğunu Keşfetmek”) başlıklıydı. Amaç, izleyicilerin Victoria kentindeki ve üniversite topluluğundaki mültecileri ve göçmenleri ilgilendiren konulara ilgi duymasını sağlamaktı. Bu projeden önce, kendi araştırmam ve toplum katılımı ile ilgili bilgi temin etmek için Viktorya’daki mülteciler ve göçmen işçilerle informal mülakatlar gerçekleştirdim.