Öteki Renkler
Öteki Renkler yazarın çocukluk anılarından mutluluk saatlerine, romanlarını nasıl yazdığından gezi notlarına, sevdiği yazarlar ve kitaplar hakkında eleştirilerinden kişisel itiraflarına, şikâyetlerine, siyasi öfkelerine, kültür ve gündelik hayat konusundaki heyecanlarına uzanıyor ve Orhan Pamuk’un yalnız romanda değil, düzyazıda da ne kadar usta olduğunu kanıtlıyor.
Benim Adım Kırmızı
Orhan Pamuk’un “en renkli ve en iyimser romanım”, dediği Benim Adım Kırmızı, 1591 yılında İstanbul’da karlı dokuz kış gününde geçiyor. İki küçük oğlu birbirleriyle sürekli çatışan güzel Şeküre, dört yıldır savaştan dönmeyen kocasının yerine kendine yeni bir koca, sevgili aramaya başlayınca, o sırada babasının tek tek eve çağırdığı saray nakkaşlarını saklandığı yerden seyreder.
Perende
Perende bir ilk kitap, Müge İplikçi de genç bir yazar. Ama “durum” göründüğü gibi değil... Yazarımız, edebiyat dergilerinde yayımlanan öyküleriyle Haldun Taner Öykü Ödülü ve Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazanmış ve daha önce ustalığını kanıtlamıştı. Öykülerini biraraya getirdiği Perende’de, bir “hiçliği” anlatıyor, daha doğrusu onu tanımlamaya çalışıyor.
Anarşik Rehavet
Bugüne dek daha çok film eleştirmeni olarak tanınan Mehmet Açar, “gizli gizli” yazdığı, mütevazı edebiyat dergilerinde yayımlanan öykülerini bu kitapta topladı ve “kitaplı” bir yazar olarak ilk kez “vizyon”a giriyor. Açar’ın kitabında neler mi var?.. Aşk var, cinayet var, hayal var... Cressville: Hüsran gezegeninde bir falcılar kenti...
Ay Şarkısı
Eski solcuların romanı, Ay Şarkısı. Her anlamıyla: Eskiden beri solcu olanlar, solculuğu eskide bırakmış olanlar ve gündüz “businessman” gece “solcu sanat adamı” olanlar...Özal’ın “fazlasıyla münbit ve fleksibıl bir çocuk” sözleriyle övdüğü danışman-reklamcı Semih; yardımcısı, bir sonraki kuşaktan, zaman zaman gündüzleri de solcu Altan; yıllardır gazeteden başka hiçbir şey okumayan, restore ettiği bir tarihî Rum evinde oturan, eski muhbirlerden mimar Tuğrul; muhbirliğe devam eden akademisyen Cahit...
Köpekleşmenin Tarihi
Köşe yazılarıyla, kitaplarıyla, televizyon konuşmalarıyla, kürsü performanslarıyla “aşmış insan” şovları yapanların yıpratma alanında yaşıyoruz. Onlar her şeyi aşmışlardır; ateşi, öfkeyi, küfürü... Şov öylesini gerektirirse, -amatörlüğü de aşmışlar ya- en klas biçimde öfkeli, ateşli insan görüntüsü de çizebilirler tabii.
Buğuevi
Çağdaş Türkçe edebiyatın genç yazarlarından Özen Yula’nın ilk kitabı Öbür Dünya Bilgisi, İletişim Yayınları tarafından basılmıştı. Araya “Ay Tedirginliği”yle “Dünyanın Ortasında Bir Yer”i birleştiren Toplu Oyunlar I ve Kayıpkent Üçlemesi girdi; dördüncü kitap Buğuevi’yle Özen Yula İletişim’e dönmüş oldu.
Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri
Çok uzak zamanlarda değil, günümüzün otuz, bilemediniz elli yıl öncesinde, üstelik hep “ülkemizde” geçiyor Efrâsiyâb’ın Hikâyeleri. Ancak... Sanki o zamanlardan ve o mekânlardan değil de, başka zaman ve mekânlardan, hatta başka dillerden aşina olduğumuz hikâyeler...
Pinhan
Elma ağacının dallarından Tekke’ye süzülen, sonra da “incili kuş” olup Osmanlı devrinin taht şehrine, hikâyesini aramaya giden bir dervişin, Pinhan’ın macerasını anlatıyor Elif Şafak... Pinhan hikâyesini ararken her an’a bir hikâye sığar. Osmanlı hayatının gerçekleriyle kâinatın gizemleri, kitaplar dolusu, mahalleler dolusu hikâye olur çıkar.
Haberci Çocuk Cinayetleri
Yılda taş çatlasa üç cinayetin işlendiği şehirde haberci çocuklar birbiri ardınca öldürülmektedir. Peki ama kim, neden, nasıl?.. Kahramanımız, bu sorulara cevap ararken Mösyü Jacob, Bay Kurtbilgini, Profesör Domanya, mutsuz güzel Esme gibi “tip”lere kulak verecektir ve... İnanılmaz tesadüflerle dolu düşsel bir polisiye, Türkçe’de örneğine pek rastlanmayan “mekansız-milliyetsiz” edebiyatın başarılı örneklerinden.
Kurabiye Saatinde
Masayalı anneyle Türk babanın Nikaragua’dan İstanbul’a gelen kızı, Amerika’da pazar arayan eski zaman tüccarları, “İsa’ya ait olma”yı seçip Kudüs’e kaçan bir İstanbul Yahudisi genç kız, Macaristan’a gidip dönmeyen ağabeyi, yurtdışından kesin ve “parlak” dönüş yapan Türkiye aydınları...
Yalnızlık Aletleri
H.B.R. Maymun yazıları, Gazete Pazar yazıları, “Sıdıka” çeşitleri ve okurlara ilk olarak bu kitapla ulaşan kısa hikayeler... “Periler mi söyledi, ne oldu, nasıl akıl ettim, bilmiyorum, jelatini gevşetip, ateşböceğini gökyüzüne bıraktım. Ağlaması bıçak gibi kesildi. Bir süre gözleriyle ateşböceğini izledi, sonra bana baktı, ‘burnu fındık’ dedim, güldü..."
Bende Mahfuz Fotoğraflar
Her şeyin inanılmaz bir hızla değiştiği; değerlerin sağa sola, Doğu’nun Batı’ya, Güneydoğu’nun ateşe savrulduğu bir dönemden fotoğraflar, “cins isim” portreleri. Fonda kimi zaman bir Güneydoğu şehrinin sokakları, kimi zaman patlama seslerine alışmış dağlar, kimi zaman da İstanbul var.
Siyah Makamı
İsterseniz, bir aşk hikâyesi, daha doğrusu topyekûn aşkın hikâyesi… İsterseniz, hayatınız kadar, gönlünüz kadar genişletebileceğiniz bir hikâye… Yazarının sözleriyle, “başı sonu olan, düzgün bir hikaye”... Aslında, birçok hikaye. Hepsinin de kahramanı aynı: zaman...
Kırık Zarlar
Kumarhanelerin ve kumarbazların şangırtılı dünyası, medya gökdelenlerindeki insanları kapıveren fal bağımlısı ihtiraslar, gezginleşen ve sabitlenen hayatlar, Sokrates’le Abdullah’ın bir kilise tadilatında başlayıp İstanbul’dan Paris’e nakledilen aşkları, Fellini’nin sohbetine uzanan bir Paris-Roma yolculuğu, cami avulusunda standart cenaze kalabalığı, en olmadık yerlerde aranan şans işaretleri...
Usulcacık
Atilla Atalay’ın hayattaki ilk, İletişim’deki altıncı kitabı. Atalay, ilk kitabına saygıyla, sevgiyle, vefayla, “sarı dergilerin unutulmaz yazarları” için “bir dakikalık saygı girişi”yle başlıyor.
Kafka Market
Cezmi Ersöz’ün röportaj ile deneme ya da anlatı arasında, yüreğinin ve sokağın ortak sesinden iz sürerek yaptığı duyarlı geçişlerin kitabı. Biraz “son yüzler”in kederi, biraz caddelerin kalabalığı, sokakların gece sessizliği, fahişelerin çığlığı, şoför Vehbi’nin isyanı, Brigitte Bardot’nun hatırası, İstanbul’da yitenler, İstanbul’u yitik hale getirenler...
Menekşe İstasyonu
Atilla Atalay’ın H.B.R. Maymun ve Öküz dergilerinde yayımlanmış yazılarından “sıkı” bir derleme. “Sıdıka”lar ve yine “düşkovalayan” hikayeler: İstasyonlar, trenler, otomobiller, cep telefonları, insanlar, kediler, köpekler, içip içip dağıtanlar, susup oturanlar, ayrılanlar, ayrılamayanlar.
Kompile Hikayeler
Nihat Genç’in “Leman yazıları”ndan “kompile çekim” değilse de genişçe bir derleme. Öyküler mi? Aslında hem öykü hem deneme. Türkiye topraklarında gezinen, öykülerini bu topraklarda yaşayan insanlara ve “kök”ünden ucuna bu ülkeye dair, yer yer ateşli denemeler.
Son Yüzler
Unuttuğumuz, belki de hiç tanımadığımız renkleri hayatın; yitip gitmek üzere olan insanlar, Son Yüzler... Ardında bıraktığı onca anıyla, bir tuvalet kapısında çıkar birisi karşımıza; biriyle Çiçek Pasajı’nda, akordeon sesleri arasında yüz yüze geliriz. Biri keman atölyesine sığınmıştır, biri şehir dışındaki karavanına. Onları görürüz de fark etmeyiz, fark ederiz de merak etmeyiz.
Uyuyamadığım / Düş Kovalayan
Atilla Atalay’ın “kondisyonu yüksek” mizahından bir kitap daha: Üç yıl arayla yayımlanmış iki kitabın birleşmesinden oluşan Uyuyamadığım/ Düş Kovalayan... “Düş kovalayanlık, borsa brokerliği, know how advisorluğu, creatif menagerlik, disco-bar işletmeciliği, kanal sahipliği gibi günümüzün ‘in’ mesleklerinden değil... Oldum olası ‘out’...
Yalnız Bebekler
Bir kefede tarih, bir kefede kurgu ve fantazi. Handan Öztürk’ün ilk kitabı Yalnız Bebekler, bu dengeyi edebiyat hizasında kurabilen romanlardan. Yalnız Bebekler’deki “tarih”in odağı, Kapadokya.
Çizgili Sarı Defter
Çizgili Sarı Defter’de, Korat’ın ilk kitabı ve ilk romanı Zaman Yeli’ni okumuş olanlara hiç yabancı gelmeyecek bir atmosferden on kısa öykü var. Defterin sayfalarında, aklı meşgul edecek bir okuma yolculuğunun ritmiyle akan on öykü. “Artık özenle yazılar yazıp minyatürler çizdiğimiz tüm defterler sarardı, belki de ilk yazdığımız günlerden beri sarıydı.
Ancak Bir Benzerim Öldürebilir Beni
Müslüm Gürses konserlerinin Gülhane’sinden garip bir savaşın Beyoğlu’suna; akşamüstleri isteksizce kapılarının arkasına geçilen evlerden “unutmak faşizmi”ne, hayat kadar geniş bir alanda ve O’nun bir yolda ansızın karşısına çıkacağını bekleyerek, söz’ünü söylüyor Cezmi Ersöz.