Belgrad Kanon
Ebru Ojen Belgrad Kanon'da, hayatı değiştirmek isterken bir anda kendilerini beklenmedik olayların içinde bulan insanların hikâyesini anlatıyor. Yolları Türkiye'den Belgrad'a düşmek zorunda kalmış siyasi mülteci kahramanlarımızın sadece yirmi dört saatlik dilimine şahit ediyor bizi. Bu kahramanlarımız var olma mücadelesi verirken, aynı zamanda geçmişin hem politik düşleriyle, hem de insanlarıyla bir hesaplaşmaya girişiyorlar.
Hafriyat
Osman Özarslan’ın Hafriyat adlı bu ilk romanında, kahramanlar cezbeyle çekilerek bir kara deliğin içine düşmüş gibi, zamansız ve mekânsız oradan oraya dolanırken küçük fısıltılar duyarlar, bu hayatı onlara miras bırakanların siluetlerini görürler, bir zamanlar bir anlamı vardıysa da artık ne anlama geldiği belli olmayan nesnelerle birlikte zamanın giderek büyüyen boşluğunda savrulurlar.
Kaptanın Teknesi
Sezgin Kaymaz’dan şen-şatır anlatılmış bir gündüz düşü... Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü’nde bir sınıf... Birbirlerine çok yakın iki genç kız ve onların dertsiz, tasasız dünyalarının ortasına düşen bir genç... Bu üçlü etrafında gelişen “fantastik” öykü, dolu dolu yaşanan üç günü anlatıyor. Üniversiteli öğrenci hayatının sebepsiz bir neşeyle anlamsız buhranları arasında gidip gelen olağanlığı içinde gelişen olaylar, sonunu merakla beklediğiniz bir serüvene dönüşüyor. Bu olağanlığın ortasında gelişen ve iki kız arkadaş arasında tatlı bir rekabete yol açan, olağanüstü bir aşk hikâyesi...
Çiçeklenmeler
Melisa Kesmez, hayatı ıskalamış bir kadının kocasının ölümünün ardından yeni bir başlangıç yapmak için cesaret arayışını anlatıyor. Türkan'ın "her şey mümkün"lerle, yeşeren umutlarla "dünyaya doğru" attığı adımlarını takip ederek okuru çiçekli bir içsel yolculuğa davet ediyor.
Üç
Eyüp Aygün Tayşir, Üç’te, anlatıda farklı türleri denemekten, yazmaktan haz duyan, meraklı, hevesli bir yazarın temalar ve üsluplar arasında gezinen, tuhaf ve şaşırtıcı edebi serüvenini anlatıyor…
Erkek Dutların Gölgesinde
Üç kuşağın iç içe geçmiş hikâyesini anlatıyor Ali Özgür Özkarcı. 1940’lar ile 2000’ler arasında bölünen, parçalanan karanlık bir kesitte, Çukurova’da geçen, sürgünlerle, ne olursa olsun “kapanmayan” hesaplarla, ölümlerle, hırslarla dolu bir hikâye bu. Aynı zamanda yıllar geçse, mekânlar değişse bile yok olmayan, yok etmek için çaba sarf edenleri bile kendi içine çeken, hayatlarının bir anında belirmek için fırsat kollayan o karanlık haleyi de gösteren...
Geniş Arazide Bir Ben
Sema Aslan, Geniş Arazide Bir Ben'de, kendisiyle mücadele halindeki bir kadının hikâyesini anlatıyor. Babasıyla ama kendisiyle, arkadaşlıklarla ama kendisiyle, dünyayla ama kendisiyle! Bir çıkar yol arıyor, ferah ferah nefes alabileceği bir an. Ama neresi çıkar yol, hangi an diğerlerine göre daha ferah? Bu soruların yarattığı karmaşa da ortada duruyor ve bir yerden sonra hikâyenin kendisine dönüşüyor.
Çocukluğumla BuluşmalarLeventnâme
İstanbul’un ilk planlı konut alanı olan Levent’te 1950’li yılların başından 1980’lere kadar yaşayan Gündüz Vassaf, sadece bir semtin değil İstanbul ve Türkiye’nin de değişimini anlatıyor.
Benyusuf
Aksilik aksiliği de kovalasa, kanalizasyon da patlasa, tamire gelen çocuk kanalizasyon yerine “kanalizyon” da dese, insanlar yine de kendi dillerinde sohbet edebilir, yine de gül gibi geçinip gidebilirler… Benyusuf’taki öyküler, bu duyguyu veriyor insana. İnsan milletinin bu yüzünü gösteriyor.
Sezgin Kaymaz’dan, komşuluk eden, gönül gezdiren, tamir eden, sırt sıvazlayan, sohbet eden öyküler.
Jül Vern Seyahat Acentesi
İlhami Algör, Jül Vern Seyahat Acentesi'nde bir yolcunun yolculuğunun peşine düşüyor. Jules Verne'in Seksen Günde Devriâlem'inin kahramanı Phileas Fogg dünyanın etrafını dönmeye çabalarken, onunla birlikte kıtaları, şehirleri adımlıyor. Bir yandan döneme hâkim olan sömürgecilik meselesi üzerinden Verne anlatısına eleştirel bir gözle bakıyor, bir yandan da 19. yüzyıl dünyasını anlamaya; yüzyılın insanı, toplumu ve meseleleri üzerine düşünmeye fırsat yaratıyor. Victoria dönemi edebiyat metinlerine, filmlere, mekânlara, hatta duygulara uzanarak bu yolculuğa eşlik etmek isteyen okurlarına gördüklerinden daha fazlasını görebilecekleri konusunda cesaret veriyor.
HınçAhınç
HınçAhınç, geleceksiz ve yoksul üç gencin dostluğu etrafında örülü, yeni-gençliğin dilinden anlatılan usta işi bir roman.
Kopuk
Melih Özeren, Kopuk'ta bir sokak çocuğunun yoklukla, yalnızlıkla ve ölümle sınanan hayatını anlatıyor. Bu hayata, bu hayatın muhatabına üzülüyoruz, keşke elimizden bir şey gelse diyoruz ama her şeye rağmen kahramanımız öyle güçlü ya da kendini güçlü göstermeyi o kadar iyi beceriyor ki, ona acımıyor, daha doğrusu acıyamıyoruz. Kendimizi yaşam, insan olmak ve dünyanın halleri üzerine düşünürken buluyoruz.
Zindankale
Korkunç bir rüya... Kâbus. Koca koca insanlara yatak ıslattıran, gündüz de zihne yapışan cinsten. Üstelik “dizi-rüya”. Devam ediyor, gelişiyor; gizli kamera gibi geziyor görenin geçmişinde.
Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin
“Bilmemeyi çoktan sahiplenmiş” birisinin, başkalarından neler neler öğrendiklerinin dökümünü yapan maddeleriyle… “Soluk almadan bilmeye” ayak direyen, mütereddit bir ansiklopedi.
Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin, sahiden dünyaya yeni gelmiş gibi halis ve saf, konuşuyor bir yandan… Bir yandan da, adeta mühendis aklıyla bir oyun oynuyor. Bir kenarda da aşk akıyor, “deneyime dayanmayan bilgelik” olarak. Barış Bıçakçı’dan, ömür kadar kısa bir roman.
General Şıvasko
General Şıvasko, had ve hudut arasında yaşayan köylülerin var olma çabalarının, şairin peşinden, geçmişin izinden gidenlerin ve onların peşini bırakmayanların romanı.
Ali İpek, yara kabuğuna saklanacak kadar küçük ama onları var edecek kadar da büyük hikâyeleriyle birlikte geçmişlerini katırlarla taşıyanların zorlu yolculuğunu anlatıyor.
Unufak
Rober Koptaş, 20. yüzyılın büyük olaylarının gölgesinde bir ailenin dünyasını anlatıyor. Anadolu’daki meçhul bir şehirde başlayıp İstanbul’a varan hikâyede, zamanın durmadan dönen çarkları arasında öğütülen insancıkları izliyoruz. Onların her biri, önceki kuşaklardan miras yükleri ardında bırakmak, alınlarına yazılı kaderden kaçmak için çabalıyor. Peki bunu başarabilecekler mi?
Turuncunun Kıvamı
Behçet Çelik, şehirdeki bir kadının hikâyesini takip ediyor. Sözünü sakınmayan, zorunluluklarla kavgalı, yalnızlığıyla barışık, belirsizliklerden ürkmeyip güç devşiren, durup kalmayı değil hareket etmeyi şiar edinmiş bu kadın bir adamla tanışıyor. Kitaplardan ve şiirden konuştuklarında kendisine hem yakın hem sinir bozucu gelen bu adamla karşılaşmak, kadını çocukluğundan ve gençliğinden unutamadığı üç sihirli ânın bir benzerine mi götürecek ya da bu yol nereye varacak?
05.45 İstanbul
Gökçe Bilgin, 05.45 İstanbul adlı romanında bir seri katil hikâyesi anlatıyor. Ama kahramanımız alışılageldik bir seri katil gibi davranmıyor. Öldürdüğü insanların çeşitli uzuvlarından bir robot yaratıyor. Bazen İstanbul'un sokaklarını, bazen hapishanede geçen günlerini, bazen de hayata karşı hissettiklerini ona, kendine, hatta boşluğa bile anlatıp duruyor. Gürültülü şehirlerde yaşayanlara suskunluğun yakışmayacağını ispat etmek ister gibi.
Cerrah
Tayfun Pirselimoğlu bu sefer tuhaf mı tuhaf bir İstanbul gecesinde, devlet adına yüz değiştirme ameliyatları yapan Tarık Kara’nın, içinde derin devletin karanlık suretlerinin dolaştığı hikâyesini anlatıyor. Bu hikâyeye eşlik eden bir maymun ve bir kaplan da var üstelik!
Boğaziçi'nde Balık - İstanbul'da Kedi (Kutulu Set)
Gündüz Vassaf, ustalıklı kalemiyle binlerce yıldır gelip geçen medeniyetleri, hükümdarları, devletleri, insanları seyreden Boğaz’ın balıklarını anlatıyor bu kez. Boğaziçi’nde Balık’taki kâh eğlenceli kâh hüzünlü, kâh şiirli kâh mitolojik öykülerde gerçek ve kurmaca iç içe geçip okuru hem zamaniçi hem zamandışı bir serüvene davet ediyor. Resimler, çizimler eşliğinde Boğaz’ın enginliklerine ve derinliklerine düşsel bir yolculuk…
.......
Gündüz Vassaf, en eski zamanlardan beri insanlarla bir arada yaşayan kedileri, ama en çok da İstanbul kedilerini kendine özgü üslubuyla anlatıyor. Etraflı bir merak, ilgi ve gözlemin ürünü olan, düş gücünün sınırlarını zorlayan İstanbul’da Kedi’nin hemen her satırı mitoloji, tarihsel gerçeklik, hiciv, mizah, dram ve sorgulamalarla dopdolu.
Deng
Yılmaz Şener, tek bir günde geçen, geçmişe dönüşlerle zenginleşen bu romanında zamana ve mekâna duyulan aidiyeti sorguluyor. Her şeyin hızla akıp gitmesiyle, adım adım ilerlemesi arasındaki mesafenin sandığımızın aksine o kadar da çok olmadığını gösteriyor.
Tüfekle Vurulacak Şeyler
Vuslat Çamkerten, hayatın hiçbir zaman tek bir renkten ibaret olmadığını hissettiriyor öykülerinde. Her şeyi kapkara veya tam aksine toz pembe gördüğümüz anların, içlerinde zıddını da barındırdığını gösteriyor. Dünyadan umudunu kesmeyen ama ipleri de tamamen onun eline bırakmayan karakterler yaratıyor. Hiç bitmeyen hevesler, duygulardan çok planlar üzerinden yürümeye başlayan aşklar, intikam hissiyle geçen dakikalar, gizli saklı korkular…
Karşı Roman
Ali Ayçil, "tarih"e değil de "karşı tarih"e inanan minör bir kahramanın hikâyesini anlatıyor. Karşı Roman, hem içeriğiyle hem de anlatım biçimiyle kalıpları yıkan, ezberlerin dışına çıkan ama aynı zamanda, aşkın ve sevginin sağaltıcı gücünü yeniden hatırlatan usta işi bir roman…
Motorda Kimse Kalmasın
Motorda Kimse Kalmasın'da Uğur Gergin, hepimizi bir yerimizden yakalayan duyguları, durumları anlatıyor. Dışarıdan bakınca anlam verilemeyen ama kişinin kendisi için vazgeçilmez olan tutkular, geçmişin saklandıkları yerden çıkmak için fırsat kollayan hüzünleri, dert ettiğimiz ama bizden başka kimsenin de umrunda değilmiş gibi görünen aksaklıklar, zamana tutunma ve onunla baş etmek için aranan yeni yeni yollar...