Buse CinayetiBir hop-çiki yaya polisiyesi
“Bunlar, ucuz cinsinden takipçi, erkete ya da tetikçiydiler. İşin ne olduğundan bile haberleri olduğuna şüpheliydim. Sadece beni izliyor, nereye gitsem ellerindeki telefonla, temasta oldukları her kimse ona, bilgi veriyorlardı...”
Öldürülen “Buse”nin, ya da eski adıyla “Kız Fevzi”nin, öyle olmadık bir ilişki ağının ortasında olduğu anlaşılıyor ki sorup soruşturdukça...Normalin normali bir orta halli mahalle muhiti... Tuhaf bir gazeteci kadın... “Hipnoz”la meşgul olan birileri... Ve otoriter-muhafazakâr bir partinin üst düzey yöneticisi... Ne adına, niçin işlenmiş bir cinayet ki bu
Peygamber Cinayetleri
HOP-ÇİKİ-YAYA POLİSİYELERİ
Polisiye edebiyatta, yazarlar kadar dedektifler ya da çözümleyici kahraman tipleri de meşhurdur. Sherlock Holmes, Hercule Poirot, Maigret ve diğerleri kimi zaman yazarlarını bile gölgede bırakmışlardır. Hop-çiki-yaya Polisiyeleri dizisinin de merkezinde böyle bir tip var: İyi eğitim almış, kültürlü, sevimli, “sosyal”, aynı zamanda hayatına istemediği kimseyi sokmamakta kararlı, yakışıklı, Uzakdoğu sporlarına vâkıf bir travesti… Cinâî vakaların çözümlendiği merkez üssü de, onun işlettiği gay bar…
Ağlama Dolabı
Bir dakikanızı istirham edeceğim, kıymetli abilerim, ablalarım. Şu elinizde tutmuş olduğunuz kitap; Sıdıka 2003, Olası Lakırdılukurdular, Sıkılhan’la Diyalog Çabaları adlı başlıklar altında tam elli iki tane öykü içeriyor. Düzeyli ilişki yaşamak isteyenler, kredi kartı mağdurları, noter tasdikli TV güzelleri, otoyol fahişeleri, sahte şeyhler, iş arayan tetikçiler, dizi ağaları, çocuklarıyla diyalog kurduklarını sanan anne babalar, hırslı ofis insanları, digital musallatlar, internet bağımlıları, kontör ve bonus manyakları, deprem unutkanları, savaş çığırtkanları... Velhasıl türlü çeşitli insan öyküleri, fazla kasmayan, araklanabilir kısa cümleler ve gözü yormayan harflerle anlatılıyor.
Ahbar-ı Asara Tamim-i EnzarEdebi Eserlere Genel Bir Bakış
Türk romanın ‘atası’ olarak kabul edilen Ahmet Mithat’ın, 19. yüzyılın sonlarında başlayan “hayaliyun-hakikiyun” (romantizm-realizm) tartışmaları üzerine kaleme aldığı bu küçük kitap, roman sanatı üzerine yazılmış ilk “akademik” çalışmadır. Yayımlanmış 250’den fazla telif ve çevirisiyle edebiyat dünyamızın en verimli yazarlarından biri olan Ahmet Mithat’ın, başlangıcından yaşadığı döneme kadar yazılan değişik edebi anlatım türlerini incelediği, bugüne dek değerinden hiçbir şey kaybetmeyen eserini, Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyelerinden Nüket Esen titiz bir çevriyazıyla yayına hazırladı.
Ankara, Mon Amour!
Ankara, Mon Amour!
üst üste asılınca ertesi gün daha iyi ısıtan paltoların
cepli basma elbiselerin
dualarla ekilen simit ağaçlarının
üç tam bir paso’nun
troleybüs hızında giden bir hayatın
Zümrüt Pastanesi’nin ve Alemdar Sineması’nın
sabahtan öğlene bir yağmurla değişiveren dünyaların
ikindi sessizliklerinin
...
Bize vaat edilenler de bunlar değil miydi zaten?
Selam Dünyalı, Ben Türküm!
Yürüyüş yaparken zıplayıp tabelalara vuranların, evde gömlek, kravat ve süveterini çıkarmayıp sadece altına pijama giyenlerin, gazetelerdeki insan fotoğraflarına türlü çeşitli bıyıklar çizenlerin hikâyesi...
“Kopya kişinin kıldığı namaz geçerli midir?” diye soranların, uzaylı görünce taş atanların, işkembe-kokoreç yasaklanır diye AB’den soğuyanların, yeni dökülmüş betona imza atanların hikâyesi.
Üzgün Kızların Gizli Tarihi
Önce “taksim” edilen, sonra da bir türlü birleşemeyen ada ülkenin kuzeyli kızı, öteki yarısını güneyde bulur; büyük ve çaresiz bir aşka düşer. Adamın aşkını kazanabilmek ya da en azından yakınında olabilmek için ona hikâyeler anlatmaya başlar. “Yaralı Üzgünlükler Prensi”ni kendine bağlamanın başka bir yolunu bilmez.
Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun
“Kadınlık durumlarındaki” ezilmişliği, yoksunlukları, ama onunla beraber direnç ve “ayakta kalma” stratejilerini de yansıtan, yaşama heyecanı taşıyan iştahlı bir anlatı...
Hatice Meryem’den, “... karısı olma” hallerine dair bir kinizm şaheseri...
Terapi
Ruhsal acıların elinde kıvranan genç kız, kendisini kurtarmak için alışılmadık bir denemeye girişir. Terapist bir karı kocayı kullanarak geçmişini yeniden kuracaktır. Onları, tüm çocukluğunu kâbusa çeviren korkunç anne ve babasının yerine yerleştirir. Ancak, şiddet ve cinsellik sarmalında bastırılmış anılar uyanırken, akıldışının güçleri de canlanıp ortaya çıkar.
Reçine Kokuyordu Helin
“…Böğürtlen dikeniyle çevrili bahçelere gizlice girdiğimizde her yanımız çizilirdi; alasulu kayısıları, korukları ceplerimize doldurup kuytu köşelerde yerken, çoğu kez Bekir Amca’ya yakalanırdık. O gün yine suçüstü yakalanmıştık. Korkuyla eve döndüğümde herkes eyvandaydı. Köy muhtarı kekeleyerek babamın gönderdiği mektubu okuyor, bir yandan da Kürtçe’ye çeviriyordu..."
Kıraç Dağlar Kar Tuttu
“...Öğleden sonra kent susuyordu. Darağacında sallanan bir insan gibi kıpırtısız, ürkütücü. Yakıcı güneşin altında surların serin mırıltısı duyulur gibiydi. İkilem arasında kalan donuk yüreğim usulca çarpmaya başlıyor. Bir süredir ölümsü bir dinginlik içinde olan içsesim dallanıp budaklanıyor: Sevdaların, hüzünlerin, pişmanlıkların bahçesinde dolanıp durdum. Geçmişin izlerinden yeniden yürüdüm..."
Sırabaşı
Sırabaşı’nı başlıbaşına ilginç kılan bir özelliği, Türkçe edebiyatta pek girilmemiş, bâkir bir dünyaya adım atması: Askerî okul... Askerî öğrencilerin yaşantısına dair üç öykü yer alıyor kitapta.
Toprak Işık’ın öyküleri, askerî okul dışında da, öğrencilik yaşantısına bakıyor. Öğrenciliğin sıradan-ve-büyük “olayları”: Öğrenci yurdu... Bekâr öğrenci evi... Büyük kentte okuyan öğrencinin taşraya gidiş gelişleri, mezuniyet sonrası işsiz geçen günler...
İhtiyar Kemancı
"İnsanlara iyi davrandığım için beni arayıp sormazlar. Hayatlarına dair ne anlatsalar şaşkınlıkla dilimi yutmuş gibi, vay anasını, yok ya, doğru mu ya, gibi elimde olmayan tepkiler verdiğim için. Etraflarında her gün yaşadıkları bu olaylara şaşıracak kimse kalmamış mı? Ya da yaşadıkları olayları ancak benim gibi bir manyağa mı anlatabiliyorlar?"
Veciz Sözler
Bir radyo programı ve cümle cümle Sulhi Saygılı’nın hayatı.
Uccello´nun Kuşları
“Derin kültürü, sanat ve edebiyattan çocuklar gibi saf bir mutluluk çıkarabilen özel kişilerden olması, rahat yazması ve okurlarla rahatça konuşması, içtenliği ve zekâsı Memet Baydur’un bu sanat-edebiyat denemelerini her zaman okunabilecek yazılar düzeyine çıkarıyor. "
Kar
On iki yıldır Almanya’da sürgün olan şair Ka Türkiye’ye dönüşünden dört gün sonra, bir röportaj için Kars şehrinde bulur kendini. Ağır ağır ve hiç durmadan yağan karın altında sokak sokak, dükkân dükkân bu hüzünlü ve güzel şehri ve insanlarını tanımaya çalışır.
Hepsi Hikâye
Bir dizi hikâye... Hayatla başa çıkmak denen, gittikçe imkânsızlaşan mesleği... Temel bir insan hali olarak, ebedi ergen şaşkınlığı...
Yanlış anlaşılmanın, kendini anlatamamanın dipsiz kaygılarını... Anlatan. Mizah olsun diye zorlamaksızın mizahi hikâyeler...
Bir de... bütün bunlar kadın diliyle!
Bir Türk Casusunun Mektupları
Üç yüz yıl önce sırra kadem basan bir Türk casusunun yazdığı mektuplar aniden ortaya çıkar ve New York’ta açık artırmaya konur. Milli hazinesini geri almak için harekete geçen Türk hükümeti, karşısında, işini iyi bilen, zengin bir antika koleksiyoncusunu bulur. Amerikalı bir akademisyen, Mektuplar’ın bulunmasıyla çürüyen tezinin ve mahvolan akademik kariyerinin hıncını almak üzere entrika peşine düşer.
Gölgeler Çabuk Ölür
“Anadilinden başka bir dile sürgün olan herkesin ortak sorunudur galiba; her şeyden habersiz yaşarken, bir de bakar ki, yeni dili, anadiline karışmış, iki dil birbirinin içine geçmiş, hatta yeni dili, anadilinin yerine geçmiş.
Benim için böyle oldu mesela. Edward Said’den ilham alarak söylüyorum: An geldi, anadilim Kürtçe ile gündelik dilim Türkçe birbirinden kolay kolay ayrılamaycak bir biçimde iç içe geçti. "
Arkası Karanlık Ağaçlar
“Eski püskü elbiselerini çıkartsak, etli kalın dudakları, iri gözleri, eti, dişi bir sertlikte coşuyor. Bütün yoksulluğun kökünü kazıyan bir koşuşturma, masalarda fır dönmesi, gözü dönmüş gibi koşarak çalışması, nefes nefese para üstü alıp vermesi, herhalde dünyanın bütün ülkelerinde güzeldir. Ama, bu her zabıtayla karşılaşmasında ‘ağlaması’ korkunç, katil bir adam yapıyor beni. "
Asmalar Artık Ağlamıyor
Öncesi ve sonrasıyla bir zina hikayesi:
Taşra kökenli, büyümeye hevesli bir küçük boy işadamı...
"...bir kadının evinde, çantasında para olan bir erkek varsa bu mu aklınıza geliyor?..." Onun mütevazı, kendi halinde karısı... "Çaresiz görün, öyle yaparsan kocanın üstünde daha iyi hüküm kurarsın..." Bir öğretim üyesi kadın... "Akademisyen olmayı kafaya koyduğumda ilkokuldaydım. Tabii o zaman böyle söylendiğini bilmiyordum, profesör olmaktı kafama koyduğum..."
Melek Annem ve Ben
Kandilli`de, tarihi yalıda geçen bir yüzyıl; başrolde bir ana oğul: Belkıs ve Mehmet Abud.
Şevket Uludağ`lı, Madam Spino`lu, Matmazel Emma`lı eğitim; işgal dönemi İstanbul`u; kurtuluş sevinci; Cumhuriyet; Osmanlı ile modernizmin uzantılarında örülmüş bir yaşam...Hayat kadar sürprizlerle dolu bu kitap, bir roman kadar akıcı bir dille kaleme alınmış; zamanda birkaç saatlik bir yolculuk için.
Suskunun Gölgesinde
Güneydoğu.... Diyarbakır... “Kimlik”... “Olağanüstü hal”... “Savaş”... “Gerilla”... “Terör”... “İtirafçı”... “Nevruz/Newroz”... Bunlar hakkında, “orası” hakkında birçok şey yazıldı; belgesel yanıyla, siyasî yanıyla... Ya edebiyat? Büyük gerçekliklerin basıncı altındaki küçük yaşantılar, “dil ve tarih-coğrafya”nın perdesi ardındaki insan halleri, “olağanüstü hal” ruhları?
Kimse Ölmesin Ben Ölürüm
Müthiş bir yazma tutkusunun eseri olan bu kitapta, sohbetten, arkadaşlıktan, çay demlemekten, eski püsküden, gemilerden... kısaca küçük ayrıntılardan büyük yaşama sevinci çıkartan öyküler yer alıyor. Kenan Biberci’nin öykücülüğünü farklı kılan özellik bu değil sadece.