Hayalname
Her gün pek çok şey bekliyordum; gelmek bilmeyen otobüsler, randevusuna geciken sorumsuz arkadaşlar, bir türlü demlenmeyen çay, zamanın yavaşladığı sıkıcı dersin bitimi... Fakat daha önce annem hariç herhangi bir kadını özlemle beklemişliğim yoktu.
Düş Kırgınları
Mehmet Eroğlu, ’74 affıyla ülkeye dönmüş, partiden atılmış bir devrimcinin hiç beklemediği bir anda tutulduğu aşkı ve sevmeye kalkışmasını anlatıyor. İnsanlar ikiye ayrılıyor: Geçmişinden kopabilenler ve bunu asla başaramayanlar…
Yürek Sürgünü
Mehmet Eroğlu, Yürek Sürgünü’nde, ilk romanlarını nihayetlendiren bir dönem panoraması çizerek, 1989 sonrasını anlatıyor. Siyasetin sonraki yıllarda nasıl biçimleneceğine dair erken tarihli öngörülerde bulunuyor. “Bir çağ ölürken yenisinin henüz doğmadığı bir zamanda yaşıyoruz.”
Kül Aşklar
“Hayat, mutsuz, mağlup insanları çoğaltarak, geride bıraktığı heba olmuş ömürleri hiç umursamadan acıların, yılların üzerinden akıp gidiyordu.Yıllar geçince daha iyi anladım ki, aşkın kavgasını veremeyenler, hiçbir şeyin kavgasını veremezler; aşkın özgürlüğünü yaşamayan ve yaşatmayanlar ise hiçbir özgürlüğü hak edemezler.”
Çöl Kimseyi Sevmiyordu
Bir yeni dinin doğuşu. Tayrzar Kabilesi’nden Ammar’ın oğlu Nevres anlatıyor. Istıraplar, kalbi aysız gece kadar karanlık adamlar, Kureyş kervanları, Mekke’nin zenginleri, köleler, ömre bedel aşklar, kafileler, cenk hançerleri, han gürültüsü, çöl uğultusu, esirgeyen ve bağışlayan Allah... Medine, Taif, Hicaz... Kızıldeniz’in birbirine benzeyen sahilleri, Ali ile çatışan Muaviye...
Sami Özbil, Çöl Devrimi’nde sadece Nevres’in değil Asr-ı Saadet’in hikâyesini anlatıyor. Gürül gürül akan bir nehir gibi çağlayarak farklı bir dönemi başka türlü resmediyor.
Galîz Kahraman
Bütün zamanların kahramanı olan bir insanın hikâyesidir bu. O hem herkes hem de hiç kimsedir. Dünyadan alacağını tahsil etmeye gelmiştir. Çünkü, Tanrı dahil herkesin ona borcu vardır.
Haw
Onun adı Mikasa. Melsa’nın âşığı, uzun ince gövdesi, siyah benekleri var, güzel de bir burnu. Makam Dağı’nın, Papaz Gölü’nün adını biliyor. Güneylilerle Kuzeyliler savaşıyorlar, onu da duyuyor. Zamanı söyleyen hikâyeler, kaderi temize çeken melekler, ölmüşlere dualar ve sokakların tarihi...
Ağıtın Sonu
Menekşe Toprak, mutlu olmak isteyen, hatıralara ve hayallere sarılan, ümitlenen, aşka ve hazlara kapılan, pişmanlıklar yaşayan bir kadının hikâyesini anlatıyor. Rüya gibi akıp giden hüzünlü bir şehir masalı Ağıtın Sonu.
Medeniyet, Kültür, SanatUçmakdere Yazıları - 3
Gündüz Vassaf, “Uçmakdere Yazıları”nı bir araya getirdiği Türkiye Sen Kimsin? ve Kimliğimi Kaybettim, Hükümsüzdür!’den sonra Medeniyet, Kültür ve Sanat’ta da insanlığın evrensel soru ve sorunlarından yola çıkarak yeni sorular soruyor, alışılagelmiş cevaplarla yetinmiyor. Medeniyet, kültür ve sanat kavramlarına değişik açılardan yaklaşarak farklı biçimde düşünme ihtimallerinin kapılarını açan Vassaf, okurunu bir kez daha sorgulamadan, düşünmeden inanmamaya çağırıyor…
Kusma Kulübü
Mehmet Eroğlu, büyük roman evreninde bu defa duyarsızlığın bir başka merhalesini, başkalaşan medyayı, magazini, büyük yeryüzü yalanlarını anlatıyor. Acıma duygusunun olmadığı bir dünyaya lanetler yağdırıyor. Tiksinme, bulantı, öğürme, terleme, tükürük, istifra... En iyisi kusmaktır. Her şeyi temizler.
Şarkısı Beyaz
Bir siyasi roman ve bir aşk romanı. Sıkıyönetim altında, 90’ların sert ve gayri meşru savaş koşullarının eşiğinde “siyasi bir şehir”: Diyarbakır... Orada, kendine bir yol çizmeye çalışan, “ruhu bile sanık” bir genç adam ve dünyayı cehennem bilmiş ürkek bir genç kadın... Bu iki kanadı kırığın hazin aşkı.
Muinar
Latife Tekin Muinar’da, bedenden bedene geçerek binlerce yıldır yaşayan, bilge bir kocakarıyla söyleşiyor. Kâh neşeli masallar kâh tekinsiz, hatta tehditkâr hikâyeler anlatan bu ölümsüz kadın, uzun ve derin bir geçmişin bilgisini, görgüsünü aktarıyor.
Dönüşsüz Yolculuklar Kitabı
Ethem Baran, uzağı olmayan şehirlerden hikâyeler anlatıyor... Sessiz ve güzel şeyler, hatıralar, unutulanlar... Sahici ve romantik.
Buzdan Kılıçlar
“‘Leri şarupdiende tisika cemi’ deriz bizler eşyalarımıza. Yani ‘Yoksullar ülkesinin sınırlarını gösteren harita’.Karnımızı doyurmak için çırpındığımız her ânı eşyalarımızda dondurup saklamamız boşuna değildir. Soluk alıp verdiğimizi, geçmişte de var olduğumuzu kendimize kanıtlama ihtiyacı içindeyiz."
Hoşça Kal Diyarbakır
“Ben ki Diyarbakır’a her gelişimde yeniden gitmek zorunda kalan, gittikten sonra bir biçimde yeniden dönen ve nereye gitse gözü hep şehrin gözlerinde, gönlü hep bu şehrin gönlünde asılı kalan bir adam
olmuştum... Kırılıp dökülüp, itilip, dağılıp hep naçar kaldığım bu şehrin kapılarına dönüp dönüp hep arsızca yüz süren bir aşıktım çünkü ben. Yıllar usanmış, ben usanmamış, hiç iflah olmamış, arlanmamıştım.”
Adını Unutan Adam
Mehmet Eroğlu, belleğin, fedakârlığın ve unutmamanın romanını yazıyor. Dünyayı değiştirmek isteyenler ölümü yenerler, kahraman olurlar.
Adını Unutan Adam, bir ’68 hikâyesi... Hızlı, rahatsız edici, isyankâr ve hüzünlü...
Mehmet Eroğlu, belleğin, fedakârlığın ve unutmamanın romanını yazıyor. Dünyayı değiştirmek isteyenler ölümü yenerler, kahraman olurlar.
VenüsBir Aile Tarihçesi, Bir Yaşamöyküsü
“İçimizde toprağın altında saklanan tohumlar gibi hisler, marifetler mevcuttur. Atalarımızdan bize sirayet eden huylar, hastalıklar, renkler ve türlü türlü şeyler gibi. Bazı şeyler kanla geçer. Bazı şeyler hisle. Kanla geçenlerden ziyade hisle geçenler mühimdir. Zira insan kanıyla canıyla değil hisleriyle vardır. Hisleriniz, hissettikleriniz ayakta tutar sizi.”
Ormanda Ölüm Yokmuş
“Latife Tekin’e sözcüklerle başlanır. Şiirle okunur. Sessizlikle anlaşılır.”
Haydar Ergülen
Fay Kırığı - 2Emine
Hazlar, türlü hesaplar, yanılgılar, koyu karanlıkla geçmişten gelen sesler, ölürken yedi dirhemini bile yoksullara veren peygamber ve abdestli kapitalistler, takdir-i ilahi, yutkunan kadınlar ve erkekler.
İbadetin sermayeyle serencamı. Emine arada kalmış, ne yapsa eksik... Kuyudan su çeken çıkrık ipini andıran tespihler... Mehmet Eroğlu, paranın etrafına üşüşmüş insanları, yakın dönemin düşkünlerini ve galiplerini anlatıyor.
Fay Kırığı - 3Rojin
Doksanlı yılların Güneydoğusu... Biri Rojin diğeri Mehmet olan ve birbirlerine karşı savaşan iki asker...Benzer hassasiyetlerle büyümüş iki düşmanın, bir erkekle bir kadının gözünden cepheler... Rojin, insan kalmanın romanı. Eğer savaşı unutabiliyorsa, insan her şeyi unutabilir.
Fay Kırığı - 1Mehmet
2005 yılı, AKP iktidarda, taşra burjuvazisi metropolde sahne alıyor, memleket başkalaşıyor. Boşa yaşanmış yılları unutmak isteyen bir adam, hiç ummadığı bir anda, sermaye savaşlarının ortasına düşüyor. Dünya küçük, para yan yana getiriyor eski tanışları... “Et bulursan ye” diyen avcıların dünyası bu... Ahlaklı kapitalizmden söz ediliyor ama zengin olmak için taraf tutmak gerekiyor.
Buralar Bıraktığın Gibi
“Çocukmuşsun sen daha o zaman, minnacıkmışsın. Annenin bağrışlarına uyanmış, tuvaletin kapısına yığılıp kalan babanı oyun oynuyor sanmışsın. Sen bunları anlatırken Çiçek, saçların ne güzeldi, evet ben böyle düşündüm. Zaten hep güzeldi ama, o gün daha bir güzeldi çünkü çok mutsuzdum."
Büyükler Ölünce Toprağa Gömülür
Aya inen adam, Zati Sungur, Ümit Yaşar, Mata Hari Saklambaç’ta, Rüçhan Adlı Türkan Şoray’a bakıyor. Mehmet hatırlıyor, Salih Güney “Bildiğin gibi değil,” diyor: “İzah edeyim”. Eskişehir’e uçak düşüyor, PE-RE-JA kolonyası kokuyor Hilâl ile Nihâl. Yılmaz Güney, Mahir’i saklıyor.
Mart
Metropolde zaman, endişeli modernler, vesveseler, korkular, eski defterler, kıpır kıpır takıntılar. Dalakşehir, botoks, “Müezzinin sesi hicaz davudi mi?”, “Eskiden buralar dutluk muydu?”, peçeteye
yazılamayan Mihriban, kırmızı akan dijital kat numaraları, gevezeler, mobilyacı Balzac, kaosu görünce kıkırdayan zekâlar, tek tesellisi pişmanlık olan mağluplar... Alper Atalan, açılmayan kapıları, marketleri, bankaları, patinaj yapan arabaları, hiç susmayan muhabbetçileri anlatıyor.