Türkçe Edebiyat - 17. sayfa

Şeylerin Masumiyeti

Özenle seçilmiş resim ve fotoğraflarla dolu bu kitapta, Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi’ndeki eşyalar üzerinden İstanbul’u ve kendi hayatını anlatmaya devam ediyor... Eski İstanbul taksilerinden kalabalık aile fotoğraflarına, ev ev gezen terzilerden gazino-sinema çevrelerine, Boğaz ve yalı kültüründen çay içmeye ve kahvede oturup kâğıt oynama alışkanlıklarına uzanan kitap, aynı zamanda Pamuk’un on beş yılda kurduğu ilginç müzenin hem hikâyesi hem de kataloğu.

Tuhaf Yıldızlar Dünyaya Bakıyorlar Gözlerini Kırpmadan

“Kış Berlin’in iki tarafında da çok sertti. Sokaklar bir ayna gibi kaygandı, sabahları Mercedeslerin ve Trabantların camları kazınıyordu. Şehrin her iki kısmında da aynı sesleri duyuyordum. Doğu ve Batı Berlinlilerin kirpikleri karla kaplıydı, her iki Berlin’de de insanlar hapşırıyor, Batı Berlin’in donmuş gölleri ve Doğu Berlin’in Spree Nehri üzerinde ördekler yürüyor, soğuktan dolayı tek ayak üzerinde duruyorlardı.”

Hisar'dan Ahmet

Hisar’dan Ahmet, bir acayip adam. Bir baba adam, bir çocuk adam... Saflık yastığına yatmış, hinliği yorgan gibi sarınmış... Aksiliği yalandan, heyheylenmesi yalandan - ve çok sahici bir adam. Hisar’dan Ahmet, kelebekten bir hikâye. Eskiyip cızırdayan bir plak gibi bize Ahmet’i anlatıyor...

Harput'taki Hayalet
Tehcir Romanı

Harput’taki Hayalet, Osmanlı’nın askeri olmamak için Harput’ta medreseye giden, burada gayrimüslimlerin, Ermenilerin katline tanık olan Roc adlı bir gencin hayat hikâyesi. Ermeni bir kıza âşık olan Roc, bu aşk için kendini tehlikeye atıp Hamidiye milislerinin komutanını öldürünce, Dersim’e kaçarak hayatını başka bir isimle ve bambaşka bir biçimde sürdürmek zorunda kalır.

Dağda Duman Yeri Yok

Köy büyük bir yangınla sarsıldı, her şey küle karıştı ve herkes o tren yolculuğuna, küllerinden yeniden doğmak için çıktı, geçmişle hesaplaşmak ve geleceğini bulmak için… Bütün yolcular yanlarına en büyük yüklerini, sır dolu hikâyelerini aldılar.

Sinek Isırıklarının Müellifi

Ufukta toplu konutlar yükselirken neyin gölgesi düşer aşkın, arkadaşlığın, edebiyatın üzerine?

Ben Tek Siz Hepiniz

Beni beklerken, her zaman olduğundan daha güzel, daha savunmasız, daha cazip, daha derindi. Kendi eksikliğimi onun anlamlı yüzünden okumak... Ya gelmezsem kaygısıyla gerilen hatları, büyüleyici bir tereddütle etrafına bakınması, milyarlarca insanın yaşadığı koskoca dünyada sadece beni bekliyor olması... İşte bu baş döndürücü görüntü karşısında huzur içinde ölebilirdim.

Müzeyyen ile Nezahat

İlhami Algör, sokağın sesiyle mahallenin ablaları Müzeyen ve Nezahat’in kırık hikâyelerini anlatıyor! İronik dilinin gücüyle bir dönemin kültleşen iki romanı Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku ve Albayım Beni Nezahat ile Evlendir tek bir kitap olarak okurla yeniden buluşuyor.

Zaniyeler

Uzun yıllar gazetecilik yapan, çeşitli romanlar yazan ancak yazdıklarının çok azı günümüze ulaşabilmiş Salâhaddin Enis’in Zaniyeler romanı, bir dönemin İstanbul’unda savaş zenginlerinin hayatlarına odaklanıyor.

Nişancı

Nişancı, Şeyh Sait Ayaklanması’nı hem devlet yanlısı hem de isyancı milisler gözüyle aktaran, gerçek bir öykü. Şeyh Sait Ayaklanması’nın çıkışından başlayarak Şeyh Sait’in ölümüne kadar geçen her günü, yalnızca savaşan milislerin yaşamlarıyla değil, isyanın ortasında kalakalmış kişilerin yaşadıklarıyla da gözler önüne seren bir yaşam öyküsü.

Saf ve Düşünceli Romancı

Pamuk, yazı yazmanın ve romancılığın otuz beş yıllık meslek sırlarını, Harvard Üniversitesi’nde verdiği Norton derslerinde açıklıyor. Daha önce T. S. Eliot, Borges, Calvino ve Umberto Eco gibi yazarların da verdiği bu derslerde, Pamuk edebiyat ve sanat anlayışını bir bütün olarak sunuyor.

Zamanın Farkında

“Hayatı anlayamamak kadınları anlayamadığını söyleyen adamın sözü kadar perişan bir ifade gelir bana. Be nabekâr, kadını anlayıp da ne yapacaksın, yapacağın değişecek mi? Peki hayatı ne yapacaktım? Onu anlayayım diye psikanaliz mi öğrenecektim, Jung’ları, Laing’leri okuyup şizofreni yolculuklarına mı çıkacaktım, şeyhleri ayrı, doktorları ayrı mı etekleyecektim, kendimle ilgili hem de bu dünyama ait bir söz söyleyecekler diye kulak mı kabartacaktım? Söz doğru olsa zaten kaçardım, yalan olsa bayılır tekrarını duyayım diye yapışırdım da bunun neye faydası olurdu?

Rüya Günlüğü

"Rüyamda benim rüyalarımı gören birini görüyorsam ya da gerçek yaşamım sandığım yalnızca rüyamda gördüğüm kişinin rüyasıysa. Haluk yalnızca bir rüya kahramanıysa. Gerçekten yaşamıyorsa, soluk alıp verişi rüya icabıysa... O zaman kendimi çimdiklemem anlamsız. Birinin rüyayı göreni çimdiklemesi gerekir. Bunu benim yapmam mümkün değil.

Hikâyeden Çocuk

1999, Kasım. Edirne’de bir otel. Soğuk odada, hatıra ile anının farkını defterine yazmaya çabalayan adam, yıllar evvel aklına takılan soruya; kırdığı, sevdiği insanların arasından, kitaplarından derlenmiş bir seçki ve hatıralarıyla cevap veriyor. Hikâyeden Çocuk, Onur Caymaz’ın yayımlanmış ilk yazısının üzerinden geçen on beş yılı kutluyor; kibir vesikası değil, dağınık masasının mütevazılığı olarak okunmalı

Wansa
Irak Öyküleri

Irak Öyküleri’nde kadim bir coğrafyanın gelenek ve göreneklerinden, dinî inanışlarından beslenerek bir halkın acı ve isyanla özdeşleşen hikâyelerini aktarıyor Tecelli. Wansa adlı Yezidi kızın imkânsız aşkını ve onurlu direnişini, Bağdat’taki kadınların parasızlık yüzünden başvurdukları yöntemleri, Halepçe katliamını, canlı bombaları, kimyasal silahları anlatırken gerçeğin edebiyat aracılığıyla aktarımının başarılı örneklerini sunuyor.

Kuzey

Yokluğun bilincinden söz edemeyiz. Âşık, sevgiliyi tanımadan önce içinde bulunduğu yokluğun farkında değildir. Oradan çıkıp varlığa ermesi, kendini bilmesi ancak severek mümkün olur. Varoluşun başı döndürmesi bundandır, yıldızlı gökyüzü gibi, insanın aklını alır.

Açlığın Sofrasında

Yeryüzünde vuku bulmuş ne kadar tatsız, ne kadar can acıtıcı, ne kadar yürek yakıcı hadise varsa meğerse hepsi yemek yüzünden çıkmış. Her türlü savaşın, her türlü kavganın temelinde “ekmek davası” yatar çünkü. Toprağın bu kadar kutsal bir şey olması, hatta insanoğlunun üzerinde yaşadığı tapulu mülküne “vatan” adını vermesinin temelinde de bu “karın doyurma” dürtüsü yatar. Toprak besin verir, besin karın doyurur, doymuş insan mutludur, açlık ise beladır. Ondan olsa gerek Albert Camus, “İnsan aç kalmayagörsün, inançlarını bile yer,” demiş

Masumlar

Eski zamanların umudunu taşıyan bu romanda Burhan Sönmez, farklı rüzgârların savurduğu çok sayıda kahramanı usta bir incelikle bir araya getiriyor.

Boş Zaman

Koltuklara çökmüştük. Meraklı gözler üzerime kenetlenmiş beni ağır ağır kemirmeye başlamıştı. Hastaymışım gibi bakıyorlardı. Tek kusurum geçmişimin ancak bu sabaha kadar uzanıyor olmasıydı. Ben onların geride bırakmış oldukları günlerin bir parçasıydım. Hepsi ortak geçmişlerinden birtakım izler ve işaretler taşıyordu. Bense olmayan geçmişimle onların bu fevkalade düzenini bozuyordum. Yüzlerine yapışmış olan tereddütlü gülümsemelerin, huzursuz kımıldanışlarının, kaçan gözlerin arkasında hafızasızlığımdan kaynaklanan derin ve yabani bir keder vardı.

Yolgeçen Hanı

Bir kaçışın hikâyesi ve 12 Eylül’ün ardından gelen şarkılar… Kimliklerinin peşine düşmüş dört genç: Devrime olan inancını asla yitirmeyen ve bu uğurda sevdiklerini terk etmeyi göze alan Elif, hayatının anlamı müziği Fransa’da keşfeden Hasan, küçük bir mahallede masallarla kurduğu dünyasından ve annesiyle yaşadığı evden uzaklaşıp hayata tutunmaya çalışan Sema ve ailesine bakmak için ustası Artin’den zanaat öğrenen Salih…

Öfkenin Şenliği

İstanbul’a, yıllardır uğramadığı sokağına ve evine eski bir hayaleti gömmeye dönmüştü. Cebinde; Harput’ta annesinden ve kardeşlerinden koparılmış küçük bir çocuğun, şimdi sahibine ve toprağına dönmek isteyen, eski bir gazetenin arasına konmuş bir tutam saçıyla…

Apartman Boşluğu

Huzursuz biri var karşımızda… Orta sınıftan, eğitimli, eski reklamcı, uzayıp kısalmayan bir cover grupta şarkılar söyleyen Arif… Beste yapmak için daha sessiz bulduğu yeni evine kapandığında kendini sıfırlamaya karar veriyor… Başka bir hayatı olsun istiyor, anlamlı ve yaratıcı olduğu yeni bir şeyler yaşamayı aklına koyuyor.

Turuncu Geçmişin Kıyısında

“Ömrümden, sürüye sürüye yanımda en çok kendimi getirdim. Bugün ve geçmişin teknesinin temel direğiyim ben. Pas dolu bir limanda, paslı bir direk…”

Karşılaşmalar

Bir köşe yazısı ve bir denemenin sınırlarını zorlayan, her birinde edebiyatın saklı dünyasına kapılar açan yazılarıyla Kaplanoğlu, yönetmenliğinin yanı sıra Türkçe edebiyattaki yetkinliğini de okurlarıyla paylaşıyor.