Çağdaş Türkiye Edebiyatı

HınçAhınç

HınçAhınç, geleceksiz ve yoksul üç gencin dostluğu etrafında örülü, yeni-gençliğin dilinden anlatılan usta işi bir roman.

Kopuk

Melih Özeren, Kopuk'ta bir sokak çocuğunun yoklukla, yalnızlıkla ve ölümle sınanan hayatını anlatıyor. Bu hayata, bu hayatın muhatabına üzülüyoruz, keşke elimizden bir şey gelse diyoruz ama her şeye rağmen kahramanımız öyle güçlü ya da kendini güçlü göstermeyi o kadar iyi beceriyor ki, ona acımıyor, daha doğrusu acıyamıyoruz. Kendimizi yaşam, insan olmak ve dünyanın halleri üzerine düşünürken buluyoruz.

General Şıvasko

General Şıvasko, had ve hudut arasında yaşayan köylülerin var olma çabalarının, şairin peşinden, geçmişin izinden gidenlerin ve onların peşini bırakmayanların romanı. Ali İpek, yara kabuğuna saklanacak kadar küçük ama onları var edecek kadar da büyük hikâyeleriyle birlikte geçmişlerini katırlarla taşıyanların zorlu yolculuğunu anlatıyor.

Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin

“Bilmemeyi çoktan sahiplenmiş” birisinin, başkalarından neler neler öğrendiklerinin dökümünü yapan maddeleriyle… “Soluk almadan bilmeye” ayak direyen, mütereddit bir ansiklopedi. Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin, sahiden dünyaya yeni gelmiş gibi halis ve saf, konuşuyor bir yandan… Bir yandan da, adeta mühendis aklıyla bir oyun oynuyor. Bir kenarda da aşk akıyor, “deneyime dayanmayan bilgelik” olarak. Barış Bıçakçı’dan, ömür kadar kısa bir roman.

Turuncunun Kıvamı

Behçet Çelik, şehirdeki bir kadının hikâyesini takip ediyor. Sözünü sakınmayan, zorunluluklarla kavgalı, yalnızlığıyla barışık, belirsizliklerden ürkmeyip güç devşiren, durup kalmayı değil hareket etmeyi şiar edinmiş bu kadın bir adamla tanışıyor. Kitaplardan ve şiirden konuştuklarında kendisine hem yakın hem sinir bozucu gelen bu adamla karşılaşmak, kadını çocukluğundan ve gençliğinden unutamadığı üç sihirli ânın bir benzerine mi götürecek ya da bu yol nereye varacak?

Unufak

Rober Koptaş, 20. yüzyılın büyük olaylarının gölgesinde bir ailenin dünyasını anlatıyor. Anadolu’daki meçhul bir şehirde başlayıp İstanbul’a varan hikâyede, zamanın durmadan dönen çarkları arasında öğütülen insancıkları izliyoruz. Onların her biri, önceki kuşaklardan miras yükleri ardında bırakmak, alınlarına yazılı kaderden kaçmak için çabalıyor. Peki bunu başarabilecekler mi?

05.45 İstanbul

Gökçe Bilgin, 05.45 İstanbul adlı romanında bir seri katil hikâyesi anlatıyor. Ama kahramanımız alışılageldik bir seri katil gibi davranmıyor. Öldürdüğü insanların çeşitli uzuvlarından bir robot yaratıyor. Bazen İstanbul'un sokaklarını, bazen hapishanede geçen günlerini, bazen de hayata karşı hissettiklerini ona, kendine, hatta boşluğa bile anlatıp duruyor. Gürültülü şehirlerde yaşayanlara suskunluğun yakışmayacağını ispat etmek ister gibi.

Cerrah

Tayfun Pirselimoğlu bu sefer tuhaf mı tuhaf bir İstanbul gecesinde, devlet adına yüz değiştirme ameliyatları yapan Tarık Kara’nın, içinde derin devletin karanlık suretlerinin dolaştığı hikâyesini anlatıyor. Bu hikâyeye eşlik eden bir maymun ve bir kaplan da var üstelik!

Boğaziçi'nde Balık - İstanbul'da Kedi (Kutulu Set)

Gündüz Vassaf, ustalıklı kalemiyle binlerce yıldır gelip geçen medeniyetleri, hükümdarları, devletleri, insanları seyreden Boğaz’ın balıklarını anlatıyor bu kez. Boğaziçi’nde Balık’taki kâh eğlenceli kâh hüzünlü, kâh şiirli kâh mitolojik öykülerde gerçek ve kurmaca iç içe geçip okuru hem zamaniçi hem zamandışı bir serüvene davet ediyor. Resimler, çizimler eşliğinde Boğaz’ın enginliklerine ve derinliklerine düşsel bir yolculuk… ....... Gündüz Vassaf, en eski zamanlardan beri insanlarla bir arada yaşayan kedileri, ama en çok da İstanbul kedilerini kendine özgü üslubuyla anlatıyor. Etraflı bir merak, ilgi ve gözlemin ürünü olan, düş gücünün sınırlarını zorlayan İstanbul’da Kedi’nin hemen her satırı mitoloji, tarihsel gerçeklik, hiciv, mizah, dram ve sorgulamalarla dopdolu.

Tüfekle Vurulacak Şeyler

Vuslat Çamkerten, hayatın hiçbir zaman tek bir renkten ibaret olmadığını hissettiriyor öykülerinde. Her şeyi kapkara veya tam aksine toz pembe gördüğümüz anların, içlerinde zıddını da barındırdığını gösteriyor. Dünyadan umudunu kesmeyen ama ipleri de tamamen onun eline bırakmayan karakterler yaratıyor. Hiç bitmeyen hevesler, duygulardan çok planlar üzerinden yürümeye başlayan aşklar, intikam hissiyle geçen dakikalar, gizli saklı korkular…

Deng

Yılmaz Şener, tek bir günde geçen, geçmişe dönüşlerle zenginleşen bu romanında zamana ve mekâna duyulan aidiyeti sorguluyor. Her şeyin hızla akıp gitmesiyle, adım adım ilerlemesi arasındaki mesafenin sandığımızın aksine o kadar da çok olmadığını gösteriyor.

Karşı Roman

Ali Ayçil, "tarih"e değil de "karşı tarih"e inanan minör bir kahramanın hikâyesini anlatıyor. Karşı Roman, hem içeriğiyle hem de anlatım biçimiyle kalıpları yıkan, ezberlerin dışına çıkan ama aynı zamanda, aşkın ve sevginin sağaltıcı gücünü yeniden hatırlatan usta işi bir roman…

Motorda Kimse Kalmasın

Motorda Kimse Kalmasın'da Uğur Gergin, hepimizi bir yerimizden yakalayan duyguları, durumları anlatıyor. Dışarıdan bakınca anlam verilemeyen ama kişinin kendisi için vazgeçilmez olan tutkular, geçmişin saklandıkları yerden çıkmak için fırsat kollayan hüzünleri, dert ettiğimiz ama bizden başka kimsenin de umrunda değilmiş gibi görünen aksaklıklar, zamana tutunma ve onunla baş etmek için aranan yeni yeni yollar...

Seyrüsefer
Bir Medyumun Kişisel Tarihi

Salim Fikret Kırgi’nin romanı tuhaf gibi görünen karşılaşmaların, hatta başlı başına tuhaf olan her şeyin aslında sıradan şeyler olabileceğini, insanların durumları nasıl da kendilerine göre şekillendirebildiklerini göstererek başlıyor. Bir şehirlerarası vapur yolculuğunda iki yabancı karşılaşıyor; hikâyesini yazması için birini arayan medyum ve anlatacak hikâye arayan yazar... Sonra iş, bir medyumun kişisel tarihinin anlatılmasına kalıyor ve yazılmasına! Rüyalarda görülüp malum olanlar, yıldızların tayin ettiği kader çizgileri...

Cunta Kızı

Cunta Kızı'nda Şule S. Çiltaş, küçük bir kız çocuğunun ağzından 12 Eylül '80 darbesiyle doruk noktasına ulaşan bir şiddet-yabancılık-yalnızlık sarmalının, ilkin kendi ailesindeki ve yakın çevresindeki, sonra dış dünyadaki izlerini anlatıyor: Kendisi de hoyrat bir yaşamın içinden gelmiş asker bir baba, “Gözlerinden, kuş olup kanatlanacak kadar özgürlüğü sevdiği anlaşılan” bir anne ve 12 Eylül’ün ayak sesleri çok yakından duyulurken, karakol-mahkeme-cezaevi önlerinde korku ve umutla geçecek günler... Bir çocuğun olduğu kadar, bir memleketin, memleketle birlikte büyüyenlerin, ne kadar kaçmak isterlerse istesinler paçalarına onun çamuru bulaşanların da hikâyesi...

Kırık Rahvan

Semih Öztürk, Kırık Rahvan'da birbirine teyellenen öyküler anlatıyor. Kahramanları öyküden öyküye gezdikleri gibi, bazen İstanbul'un karlı bir gecesinde, bazen bal karıncalarının yarıştırıldığı bir hamamın en izbe köşesinde, kuş uçmaz kervan geçmez bucaklarda da dolaşıyorlar. Ama hiç aceleleri yok, üç günlük dünyanın iki gününü oyalanarak geçiriyorlar! Okuru da bu büyülü dünyanın içine çabucak çekiyorlar...

Edebiyat Devrimi
Cumhuriyet Aydınının Yeni Bir Dil ve Edebiyat Kurma Telaşı (1930-1950)

Hâle Sert, 1932 yılında gerçekleşen Dil Devrimi’nin aynı zamanda bir “edebiyat devrimi” olarak okunup okunamayacağı sorusunun peşine düşüyor. 1928 yılındaki Alfabe Devrimi ile göstergenin kendisinde yapılan değişiklikten başlayarak, Arapça-Farsça kelimelerin tasfiyesine, Öztürkçe kelime türetme politikalarına uzanan geniş bir alanda, zengin örnekler sunarak, bu politik hamlelerin edebi metinler üzerindeki yansımalarının izini sürüyor.

Boğaziçi’nde Balık

Gündüz Vassaf, ustalıklı kalemiyle binlerce yıldır gelip geçen medeniyetleri, hükümdarları, devletleri, insanları seyreden Boğaz’ın balıklarını anlatıyor bu kez. Boğaziçi’nde Balık’taki kâh eğlenceli kâh hüzünlü, kâh şiirli kâh mitolojik öykülerde gerçek ve kurmaca iç içe geçip okuru hem zamaniçi hem zamandışı bir serüvene davet ediyor.

Soğan Doğradığın Çıplak Eller

Pınar İlkiz, Soğan Doğradığın Çıplak Eller’de, hayatın farklı evrelerindeki insanların biraz tanıdık biraz tuhaf dünyalarına konuk ediyor bizi. Karşılıklı bir sohbet havasında, kimi zaman hüzünle kimi zaman da kahkahalar eşliğinde anlatıyor hikâyelerini.

İstanbul’da Kedi

Gündüz Vassaf, en eski zamanlardan beri insanlarla bir arada yaşayan kedileri, ama en çok da İstanbul kedilerini kendine özgü üslubuyla anlatıyor. Etraflı bir merak, ilgi ve gözlemin ürünü olan, düş gücünün sınırlarını zorlayan İstanbul’da Kedi’nin hemen her satırı mitoloji, tarihsel gerçeklik, hiciv, mizah, dram ve sorgulamalarla dopdolu.

Şimdi Dönecek Dünya

Burçe Bahadır, Şimdi Dönecek Dünya’da kahramanlarını yeri geliyor ışıltılı mağazalarla dolu süslü caddelerden, yeri geliyor telaşla akşam pazarına koşturulan yoksul mahallelerden seçiyor. Bu insanlar bazen kendinin ve etrafının yeni yeni farkına varmaya başlayan bir çocuk oluyor, bazen tüm engellere rağmen var olmaya çalışan genç bir kadın, bazen de her şeyin sonuna geldiğiyle yüzleşmemek için hayata bin bir takla attıranlar…

Sevinç Kuşları-1
Deccal'in Hatırı

Sezgin Kaymaz, hem tiryakilerine alıştıkları lezzeti hep yeniden sunan, hem de hep yeni sulara açılan bir yazar. Tekinsizliğin, şiddetin, “kötülüğün”, olağanüstünün ve gündeliğin içinden hep sevinç kuşlarını havalandıran bir yazar, aynı zamanda… Deccal’in Hatırı’nda sevinç kuşları, koma halinin, manyak doktorların, mafyacıların, polisçilik oynayan polislerin, lubunyaların, haris rantiyelerin ve tabii her zaman olduğu gibi, garibanların arasından havalanıyor.

Geber Anne!..

Mutlu bir aile, İsmailoğlu ailesi: Otoriter anne Melek Hanım, baba Şükran Bey, oğulları Tufan ve Tayfun, köpekleri Sarı... “Annesinin sarı prensi” Tayfun, on yedisine basacağı gün eve biraz erken döner. Fakat bu sesler, annesinin yatak odasından gelen bu sesler... Kapı aralığından görünen yabancı erkek bacağı... Yoksa?... Tanrım! Tayfun’un doğumgünü, Melek Hanım’ın intihar günü olur... Aradan yıllar geçer, yetiştirme yurdu müdürü İhsan Beyit, meslektaşı ve “abisi” Hasan Çokar’a bir çocuk gönderir. Mecburiyet olmasa, kimsenin yanından ayırmak istemeyeceği bir çocuktur bu. O sarı saçlar, o yüz, o konuşma, o karizma... Bir sicil vardır çocukta, “Tövbe estağfurullah, Mevlût gibi!” Sonra? Sonrası karmaşık, komik, heyecanlı; hem “kelalaka” hem fazlasıyla alakalı... Üstelik, uyarı levhası hediyeli: “Zaman”la fazla oynama!... Sezgin Kaymaz “fantastik eğlence”yi Geber Anne!...’de başarıyla sürdürüyor.

Şu An Saat Kaç?

Halil Yörükoğlu, Şu An Saat Kaç?’ta, göçmenlerin nedense hep esmer olduğu, Rocky Balboa’nın yaşadığı rivayet edilen o meşhur ülkeye, Amerika’ya göç edenlerin, daha iyi bir hayat kurma umuduyla buradan gidenlerin acı-tatlı hikâyelerini anlatıyor...