Buse CinayetiBir hop-çiki yaya polisiyesi
“Bunlar, ucuz cinsinden takipçi, erkete ya da tetikçiydiler. İşin ne olduğundan bile haberleri olduğuna şüpheliydim. Sadece beni izliyor, nereye gitsem ellerindeki telefonla, temasta oldukları her kimse ona, bilgi veriyorlardı...”
Öldürülen “Buse”nin, ya da eski adıyla “Kız Fevzi”nin, öyle olmadık bir ilişki ağının ortasında olduğu anlaşılıyor ki sorup soruşturdukça...Normalin normali bir orta halli mahalle muhiti... Tuhaf bir gazeteci kadın... “Hipnoz”la meşgul olan birileri... Ve otoriter-muhafazakâr bir partinin üst düzey yöneticisi... Ne adına, niçin işlenmiş bir cinayet ki bu
LOZANGün Gece / Oyun Ölüm, Kuşluk Zamanı
Memet Baydur (1951-2001) yirmi üç oyunu, kısa öyküleri ve denemeleriyle yazınımıza yepyeni bir üslup getirmiştir. Okurları ve oyunlarının izleyicileri onun yazdıklarında yeni bakış açıları, sanatla ahlâkın birlikteliğinden doğan bir incelik, çok zeki bir mizah ve derin bir duyarlılık bulurlar. Cevat Çapan, Baydur’un oyunlarının en belirgin özelliğinin diyalogları olduğunu, tiyatrosunun inceliğinin “kalın hatlı bir eylemselliktense, kişiler arasındaki konuşmalarla derdini anlatmasında” gizlendiğini söyler.
Şafak
Sevgi Soysal’ın Şafak’ı yazmasını mümkün kılan koşullar, bu romanına yansıttığı tanıklıkları, biliyoruz ki ülkenin sırf 12 Mart dönemi diye geçiştiremeyeceğimiz, bir türlü geride bırakılamayan gerçekleri. Yine de bunlara karşı yüreği dayandırıp, hâlâ okumak gerek bu başyapıtı. Karşılıklı güven duygusu ilmek ilmek çözülen bir toplumda, slogan kolaycılığına sapmadan farklı kesimleri anlamaya çalışan, en koyu bağlılıkların bile barındırabildiği çelişkilere cesaretle bakabilen, beden, ben ve öteki üçgeninde özgürlüğün imkânına dair çok samimi bir sorgulamanın romanı çünkü Şafak.
Peygamber Cinayetleri
HOP-ÇİKİ-YAYA POLİSİYELERİ
Polisiye edebiyatta, yazarlar kadar dedektifler ya da çözümleyici kahraman tipleri de meşhurdur. Sherlock Holmes, Hercule Poirot, Maigret ve diğerleri kimi zaman yazarlarını bile gölgede bırakmışlardır. Hop-çiki-yaya Polisiyeleri dizisinin de merkezinde böyle bir tip var: İyi eğitim almış, kültürlü, sevimli, “sosyal”, aynı zamanda hayatına istemediği kimseyi sokmamakta kararlı, yakışıklı, Uzakdoğu sporlarına vâkıf bir travesti… Cinâî vakaların çözümlendiği merkez üssü de, onun işlettiği gay bar…
Ağlama Dolabı
Bir dakikanızı istirham edeceğim, kıymetli abilerim, ablalarım. Şu elinizde tutmuş olduğunuz kitap; Sıdıka 2003, Olası Lakırdılukurdular, Sıkılhan’la Diyalog Çabaları adlı başlıklar altında tam elli iki tane öykü içeriyor. Düzeyli ilişki yaşamak isteyenler, kredi kartı mağdurları, noter tasdikli TV güzelleri, otoyol fahişeleri, sahte şeyhler, iş arayan tetikçiler, dizi ağaları, çocuklarıyla diyalog kurduklarını sanan anne babalar, hırslı ofis insanları, digital musallatlar, internet bağımlıları, kontör ve bonus manyakları, deprem unutkanları, savaş çığırtkanları... Velhasıl türlü çeşitli insan öyküleri, fazla kasmayan, araklanabilir kısa cümleler ve gözü yormayan harflerle anlatılıyor.
Ahbar-ı Asara Tamim-i EnzarEdebi Eserlere Genel Bir Bakış
Türk romanın ‘atası’ olarak kabul edilen Ahmet Mithat’ın, 19. yüzyılın sonlarında başlayan “hayaliyun-hakikiyun” (romantizm-realizm) tartışmaları üzerine kaleme aldığı bu küçük kitap, roman sanatı üzerine yazılmış ilk “akademik” çalışmadır. Yayımlanmış 250’den fazla telif ve çevirisiyle edebiyat dünyamızın en verimli yazarlarından biri olan Ahmet Mithat’ın, başlangıcından yaşadığı döneme kadar yazılan değişik edebi anlatım türlerini incelediği, bugüne dek değerinden hiçbir şey kaybetmeyen eserini, Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyelerinden Nüket Esen titiz bir çevriyazıyla yayına hazırladı.
Yenişehir'de Bir Öğle Vakti
Sevgi Soysal, 1974 Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazanan Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’nde, çok boyutlu bir toplumsal kesiti sanki hiç zorlanmadan edebiyata aktarmış gibidir. Gözlemlediği alabildiğine gerçek insan portrelerini, birbirinden kopukmuş gibi duran hayatlarından alıp, zekice bir kurguyla buluşturur.
Sapak(1983-1992)
“Farklı farklı yollara ve patikalara açılan sapaklardan yoksun bir yolda yürümenin, sol hareket içinde bulunduğum kırk yıl boyunca bizlere öğretilen ‘sakınılması gereken’ ‘sapma’nın en beteri olduğunu anlamam için çok uzun yıllar geçmesi gerekti. Farklı alternatifleri deneyerek, bir başka yola saparak arayışınızı sürdürebilirsiniz.
Ankara, Mon Amour!
Ankara, Mon Amour!
üst üste asılınca ertesi gün daha iyi ısıtan paltoların
cepli basma elbiselerin
dualarla ekilen simit ağaçlarının
üç tam bir paso’nun
troleybüs hızında giden bir hayatın
Zümrüt Pastanesi’nin ve Alemdar Sineması’nın
sabahtan öğlene bir yağmurla değişiveren dünyaların
ikindi sessizliklerinin
...
Bize vaat edilenler de bunlar değil miydi zaten?
Selam Dünyalı, Ben Türküm!
Yürüyüş yaparken zıplayıp tabelalara vuranların, evde gömlek, kravat ve süveterini çıkarmayıp sadece altına pijama giyenlerin, gazetelerdeki insan fotoğraflarına türlü çeşitli bıyıklar çizenlerin hikâyesi...
“Kopya kişinin kıldığı namaz geçerli midir?” diye soranların, uzaylı görünce taş atanların, işkembe-kokoreç yasaklanır diye AB’den soğuyanların, yeni dökülmüş betona imza atanların hikâyesi.
Yürümek
Yürümek, Sevgi Soysal’ın yazarlık çizgisinde bir eşik olarak nitelendirilir. Elâ ve Memet’in hayatta kesişmelerini ve ayrışmalarını anlatan bu romanında Sevgi Soysal, toplumca çizilen erkeklik, kadınlık sınırlarını ve sınıf değerlerini bireyin gözünden sorgular.
Ayrılık ÇeşmesiBir Neyzenin Yolculuğu
Zeki Müren’in yeni yeni ünlendiği, çocukların yaz tatillerinde esnafın yanında zanaat öğrendiği, akşamları kadınlı erkekli komşuların kapı önlerinde çay içtiği ellili yıllar fonunda bir çocukluk. Peşinden dervişlerden, neyzenlerden oluşan aile ocağının mistik havasıyla İtalyan Lisesi’nin Batılı atmosferi arasında bocalayan ilk gençlik yılları.
Üzgün Kızların Gizli Tarihi
Önce “taksim” edilen, sonra da bir türlü birleşemeyen ada ülkenin kuzeyli kızı, öteki yarısını güneyde bulur; büyük ve çaresiz bir aşka düşer. Adamın aşkını kazanabilmek ya da en azından yakınında olabilmek için ona hikâyeler anlatmaya başlar. “Yaralı Üzgünlükler Prensi”ni kendine bağlamanın başka bir yolunu bilmez.
Tante Rosa
İlk yayımlandığında "yerli" olmamakla eleştirilen Tante Rosa, Sevgi Soysal'ın, sinemaya da uyarlanan en özgün eseridir.
Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun
“Kadınlık durumlarındaki” ezilmişliği, yoksunlukları, ama onunla beraber direnç ve “ayakta kalma” stratejilerini de yansıtan, yaşama heyecanı taşıyan iştahlı bir anlatı...
Hatice Meryem’den, “... karısı olma” hallerine dair bir kinizm şaheseri...
Adı Anaydı...
Daha önce yayımladığımız Mahallemizdeki Ermeniler isimli kitabında bir Anadolu kasabasındaki Ermenileri anlatan İsmail Arıkan, bu defa kalemini aynı yıllarda ve aynı yerlerdeki Türklerin hayatlarına çeviriyor.
Terapi
Ruhsal acıların elinde kıvranan genç kız, kendisini kurtarmak için alışılmadık bir denemeye girişir. Terapist bir karı kocayı kullanarak geçmişini yeniden kuracaktır. Onları, tüm çocukluğunu kâbusa çeviren korkunç anne ve babasının yerine yerleştirir. Ancak, şiddet ve cinsellik sarmalında bastırılmış anılar uyanırken, akıldışının güçleri de canlanıp ortaya çıkar.
Başkent Gölgesinde İstanbul
“Ahmet İsvan’ın bu kitabı, aslında iki kitap.
Bir kere, bir roman: “Ütopya” dediğimiz ulaşılamaz şeyin bal gibi ulaşılabilir, gerçekleştirilebilir olduğunun romanı. İstanbul gibi zıvanadan çoktan çıkmış bir metropolün; dürüstlük, adalet ve hukuku elden bırakmadan bal gibi yönetilebileceğini, yönetildiğini anlatıyor bu roman.
Reçine Kokuyordu Helin
“…Böğürtlen dikeniyle çevrili bahçelere gizlice girdiğimizde her yanımız çizilirdi; alasulu kayısıları, korukları ceplerimize doldurup kuytu köşelerde yerken, çoğu kez Bekir Amca’ya yakalanırdık. O gün yine suçüstü yakalanmıştık. Korkuyla eve döndüğümde herkes eyvandaydı. Köy muhtarı kekeleyerek babamın gönderdiği mektubu okuyor, bir yandan da Kürtçe’ye çeviriyordu..."
Bir Zamanlar Kırklareli'de Yahudiler Yaşardı...Kırklarelili Adato Ailesi'nin Öyküsü
Erol Haker bu araştırmasıyla hem bir ailenin hayatını hem de artık çok uzak bir geçmişte kalan bir yaşam tarzını gözlerimizin önüne seriyor. Yazar, aile mensuplarıyla yapılan mülakatlar üzerinden, beş kuşak boyunca Kırklareli’de yaşamış olan Adato ailesinin öyküsünü anlatıyor.
Kör Uçuş
“1939 Nisan’ının ilk günleriydi. İki ayı aşkın bir süredir yattığım Cerrahpaşa Hastanesi’nden taburcu olmuş, annemin kolunda çıkıyordum. Ne var ki, bu çıkış hastaneye gelirken geride bıraktığım yaşantıma dönüş değildi. Allahaısmarladık bile diyemeden ayrıldığım sınıfıma, kitaplarıma, defterlerime ve de aydınlığa geri dönmüyordum.
Kıraç Dağlar Kar Tuttu
“...Öğleden sonra kent susuyordu. Darağacında sallanan bir insan gibi kıpırtısız, ürkütücü. Yakıcı güneşin altında surların serin mırıltısı duyulur gibiydi. İkilem arasında kalan donuk yüreğim usulca çarpmaya başlıyor. Bir süredir ölümsü bir dinginlik içinde olan içsesim dallanıp budaklanıyor: Sevdaların, hüzünlerin, pişmanlıkların bahçesinde dolanıp durdum. Geçmişin izlerinden yeniden yürüdüm..."
Sırabaşı
Sırabaşı’nı başlıbaşına ilginç kılan bir özelliği, Türkçe edebiyatta pek girilmemiş, bâkir bir dünyaya adım atması: Askerî okul... Askerî öğrencilerin yaşantısına dair üç öykü yer alıyor kitapta.
Toprak Işık’ın öyküleri, askerî okul dışında da, öğrencilik yaşantısına bakıyor. Öğrenciliğin sıradan-ve-büyük “olayları”: Öğrenci yurdu... Bekâr öğrenci evi... Büyük kentte okuyan öğrencinin taşraya gidiş gelişleri, mezuniyet sonrası işsiz geçen günler...
Yarılma (1954-1972)
"Gün Zileli, Yarılma kitabında 1954-1972 yıllarında yaşadıklarını anlatıyor. Bir otobiyografi olan bu anı kitap, Zileli'nin tanık olduğu bir dönemi bütün canlılığıyla günümüze aktarıyor. 1968 gençliğinin yaşadıklarının ayrıntılı bir fotoğrafının aktarıldığı bu kitapta günümüzün birçok tanınmış isminin de o yıllardaki öyküsünü bulabilirsiniz."