Çağdaş Türkiye Edebiyatı - 26. sayfa

Arkası Karanlık Ağaçlar

“Eski püskü elbiselerini çıkartsak, etli kalın dudakları, iri gözleri, eti, dişi bir sertlikte coşuyor. Bütün yoksulluğun kökünü kazıyan bir koşuşturma, masalarda fır dönmesi, gözü dönmüş gibi koşarak çalışması, nefes nefese para üstü alıp vermesi, herhalde dünyanın bütün ülkelerinde güzeldir. Ama, bu her zabıtayla karşılaşmasında ‘ağlaması’ korkunç, katil bir adam yapıyor beni. "

Melek Annem ve Ben

Kandilli`de, tarihi yalıda geçen bir yüzyıl; başrolde bir ana oğul: Belkıs ve Mehmet Abud. Şevket Uludağ`lı, Madam Spino`lu, Matmazel Emma`lı eğitim; işgal dönemi İstanbul`u; kurtuluş sevinci; Cumhuriyet; Osmanlı ile modernizmin uzantılarında örülmüş bir yaşam...Hayat kadar sürprizlerle dolu bu kitap, bir roman kadar akıcı bir dille kaleme alınmış; zamanda birkaç saatlik bir yolculuk için.

Asmalar Artık Ağlamıyor

Öncesi ve sonrasıyla bir zina hikayesi: Taşra kökenli, büyümeye hevesli bir küçük boy işadamı... "...bir kadının evinde, çantasında para olan bir erkek varsa bu mu aklınıza geliyor?..." Onun mütevazı, kendi halinde karısı... "Çaresiz görün, öyle yaparsan kocanın üstünde daha iyi hüküm kurarsın..." Bir öğretim üyesi kadın... "Akademisyen olmayı kafaya koyduğumda ilkokuldaydım. Tabii o zaman böyle söylendiğini bilmiyordum, profesör olmaktı kafama koyduğum..."

Kapan

Anlatabilmeliydim. Şimdi neye yarar. Duyamayacaksın. Senin adına söyleyebileceğim: “Yaz. Kalacak mı sorusunu sorma. Kalmayacak orası kesin. Kim, ne kalmış ki!” Sağım hâlâ. Kendim için öyle mi? Avunamayacakmışım, olsun mu? Okunamayacaksın bir gün. Ansiklopedilerde üç beş sözcük ayrılır sana da belki. Yüz yılları aşabilen yazın dehâları bile unutulmaya hükümlüdür sonuçta.

Suskunun Gölgesinde

Güneydoğu.... Diyarbakır... “Kimlik”... “Olağanüstü hal”... “Savaş”... “Gerilla”... “Terör”... “İtirafçı”... “Nevruz/Newroz”... Bunlar hakkında, “orası” hakkında birçok şey yazıldı; belgesel yanıyla, siyasî yanıyla... Ya edebiyat? Büyük gerçekliklerin basıncı altındaki küçük yaşantılar, “dil ve tarih-coğrafya”nın perdesi ardındaki insan halleri, “olağanüstü hal” ruhları?

Mahallemizdeki Ermeniler

Türkiye Ermenilerinin 20. yüzyıldaki serencamıyla ilgili son yıllarda birçok kitap çıktı. Ermenilerin tehcir öncesindeki ve sonrasındaki yaşantılarıyla ilgili yayımlanan monografiler, uzun süre toplumsal ayrıcalıklardan yararlanmış seçkin zümrelerin, şehirli (İstanbullu) toplulukların tecrübelerinde yoğunlaştı.

Kimse Ölmesin Ben Ölürüm

Müthiş bir yazma tutkusunun eseri olan bu kitapta, sohbetten, arkadaşlıktan, çay demlemekten, eski püsküden, gemilerden... kısaca küçük ayrıntılardan büyük yaşama sevinci çıkartan öyküler yer alıyor. Kenan Biberci’nin öykücülüğünü farklı kılan özellik bu değil sadece.

Mimarlık Sevgilim

Cumhuriyet´in ilk yılları... Orta Anadolu, savaş sonrasında İstanbul, yatılı oluk günleri, sonrası İtalya´da mimarlık eğitimi... Ve yüzyılın karmaşık ikinci yarısında Ankara... Farklı ortamlarda çelişkili olaylar yaşadı ve anlatmak istedi. Mimarlıkta projeci eylemini seçti, aynı konuda yazdı.

Siyah Hatıralar Denizi

Genç Bir Müfettiş , gizemli vakalarla uğraşan iki bilim adamının intiharını araştırmak üzere karlarla kaplı karanlık bir kente gelir ve iki yüz yıllık bir otele yerleşir. Amacı raporunu hazırlayıp bir an önce evine dönmektir, ama bir süre sonra açıklanması imkansız olaylara şahit olmaya başlar.

Turuncu Kayık

Refika gazetecidir ve Yeniköy`deki bir ikiz yalıda defalarca reenkarne olduğuna inanır. İşi gereği karıştırdığı yabancı dergilerin birinde, Reenkarnasyon`dan Geçmiş Ruhlar`a özel bir kliniğin mevcudiyetini öğrenir ve oraya gider. Dönüşünde, kliniğin adresini, ruhu `düdüklü tencere` gibi öten yakın bir meslektaşına verir...

Hayaller Kâhyası

Atilla Atalay'ın "olgunluk dönemi" hikâyelerini biraraya getiriyor Hayaller Kâhyası. Kitap, "Sevgili Oğuz Aral Usta"ya... Ve "Kar Maymunu" arkadaşlara ithaf edilmiş. Girizgâh mahiyetindeki `Sebebim`, mola yerinde otobüsünü kaybeden yaşlı bir teyzeyle başlayan `reenkarnatif` bir öykü... "Çiğdem Sineması", bizi eski sinemaların nostaljisine götüren, başrolünü Riçırt Burton'un oynadığı sevimli bir Holivut mavalı.

Annem Belkıs
Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş Baskı

Gündüz Vassaf’ın kalemiyle annesinin hikâyesi. Öksüz bir Rumeli kızının Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarında başlayan hayatı bize gündelik yaşantının unutulmuş pek çok ayrıntısını tanıtarak bilinmeyen evlere misafir ediyor.

Aşk Romanları Yazan Adam

`Romanı okumaya ve Orhan Cemil`in yazdıklarını yaşamaya devam ettim. Her bölümden sonra, yaşadıklarımın etkisi henüz üzerimden silinmeden oturup bir bölüm de ben yazıyordum. Böylece giderek, iç konuşmalarla zenginleştirilmiş ve onun kahramanlarından esinlenerek yarattığım karakterlerin rol aldığı yeni ve farklı bir roman biçimleniyordu."

Zelzele

Behiç Ak’ın yeni albümü 17 Ağustos Körfez Depremi’nden sonra “bizzat” yerinde görülmüş, duyulmuş, gözlenmiş, hatta yaşanmış olaylardan yola çıkılarak çizilen “acı ama, gerçek” karikatürleri biraraya getiriyor.

Seni Seziyorum / Kitab-ı Mukadder

“Hepimizin hayatının toplamı nihayetinde bir hikâyeden ibarettir... İyiler hikâyelerini diğerleriyle bölüşür, vasatlar hikâyelerini yalnızca kendileri yaşar, kötüler hikâyeyi inkar eder...” Bir “ilk” kitap olan Seni Seziyorum ya da nam-ı diğer Kitab-ı Mukadder hepsi birbirine ustaca bağlanmış on hikâyeden oluşuyor. Zaman ve coğrafyayla sınırlı olmayan hikâyeler, kahramanlarının aksine hiç de “mütevazı” değil!

Dün, Bugün

Tatyana Moran bir asra yaklaşan ömrü boyunca pek çok olaya şahit oluyor, pek çok önemli insanla tanışıyor. Kırım’dan İstanbul’a mavnalarla gelen bir Rus ailesinin en büyük kızı olan Tatyana Moran, 6-7 Eylül Olayları, 1 Mayıs 1977 ve Aydınlar Dilekçesi gibi Türkiye yakın tarihinin önemli olaylarına şahit oluyor; Füreya Koral, Mina Urgan, Halide Edip,Ahmet Hamdi Tanpınar, Aziz Nesin, Haldun Taner, Murat Sarıca ve Server Tanilli gibi Türkiye entelektüel tarihinin önemli figürleriyle birarada bulunuyor.

Kaf Dağı'nın Ötesi

Lütfü Köselioğlu, yitip gitmekte olan –vallahi “korunmaya alınması” gereken!- bir insan türünü temsil ediyor: “Dürüst bürokrat.” Ve yine nesli tükenen bir başka insan türünü: Karşısına gelen insanları çektirttiği filmlere bakarak değil yüzlerine, hallerine bakarak değerlendiren, elinde ne imkân varsa onunla sağaltmaya çalışan bir “hekim”.

Herkes Herkesle Dostmuş Gibi

Olaylar Ankara’da geçiyor,gerisi çorap söküğü gibi...

Tehlikeli İlişkiler

Tehlikeli İlişkiler, Ramize Erer’in çizgilerinden yapılmış özenli bir derleme. Kadınla erkeğin “tehlikeli” birlikteliği üzerine, felsefesi yerinde, mevzusu derin, balonları dopdolu çizgiler... Hayatın kapsama alanından hüzünlü matrak, düz çapraşık, heyecanlı yeknesak ilişkiler, çarpıcı enstantaneler.

Columbus`un Kadınları

Müge İplikçi ödüllü öykülerinin yer aldığı ilk kitabı Perende’den sonra yazdığı öykülerini Columbus’un Kadınları’nda topladı. Kitapta yer alan öykülerin ortak teması kadınlar... Ülkesinden binlerce kilometre uzaklıktaki kadınlar. İnsan doğduğu, büyüdüğü topraklardan uzaklaşırsa nasıl değişir? Ülkesinde görmezden geldiği bir nazarlığı odasının en görünen yerine asar!

Tatlı Rüyalar

Türk bir anne ile Fransız bir babadan olma Hector Berlioz –kendisi Türkiye’de yaşayan bir Fransız Türk’üdür- sıradan bir pazar sabahı kahvaltı ederken bir ilan okur ve “hayatı değişir”... “Hayatımı satıyorum! 25 yaşında, iyi eğitimli, iki yabancı dil bilen sağlıklı genç, geri kalanını temin edebilmek amacıyla hayatının bir bölümünü satıyor. İlgilenenler aşağıdaki telefon numarasına başvurarak randevu alabilirler.”

Yıldızların Tembelliği

Behiç Ak’ı ‘çoğunluk’ Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan karikatür bandından, ‘azınlık’ ise çocuk kitaplarından ve tiyatro oyunlarından tanıyor; belki çok azımız da onun belgesel sinemacılığının farkında (Türk Sinemasında Sansürün Tarihi adlı belgesel filmi Ankara Film Festivali’nde en iyi belgesel film ödülüne layık bulunmuştu). Yıldızların Tembelliği onun, -içinde çizgi olmayan- ‘büyükler’e yazılmış ilk öykü kitabı.

Modern Çağın Canileri

Nihat Genç yazının pek çok alanında kalem oynatan bir yazar. Romandan denemeye, oyundan hikâyeye geniş bir yelpazede başarılı ürünler veriyor. Üslûbu sert, ama dürüst; öfkesi pek, ama yerinde. Zaman zaman acılı, acıtan ama “humor”u eksiksiz. Nihat Genç, bu kitabında bir yandan insanlık durumuzu resmederken, bir yandan da çağdaşımız canilerle hesaplaşıyor.

Kayıp Diwan

Yazısı yasaklı bir halkın sözlü edebiyatından derlenmiş ve de yazıya dökülmüş bir ilk örnek Kayıp Dîwan. Kendisini harflerle ifade edememiş bir kültürün “kollektif hafıza”sından bir seçki... Bu kültürün taşıyıcısı “dengbêj”ler. İşleri güçleri, günleri geceleri, kısaca bütün dünyaları “söz”dür onların. Kimi zaman bir ağanın konağında, kimi zaman yoksul bir köylünün tek odalı damında, kimi zamansa sıcak yaz günlerinden kaçıp sığınılan bir yaylanın serinliğinde, hiç ummadığınız bir anda rastlarsınız onlara...