Sevgili Arsız Ölüm
1957 yılında Kayseri’nin Bünyan kasabasına bağlı Karacefenk köyünde doğdum. Yürümeyi öğrenir öğrenmez okula başladım. Okul, evimizin erkek odasıydı. Sedirlerin altında cinlerle oynaşırken okumayı, yazmayı öğrendim. Karacefenk’te sedirlerin altında cinler ve periler yaşardı.
Gökyüzü Sinemasıİki Film Birden
Onur Caymaz, Gökyüzü Sineması’ndaki iki uzun öyküsünde birbirine değen, çarpışan hayatları ve hayattan vazgeçmemek için direnen insanları anlatıyor. Caymaz’dan tek biletle iki novella.
Hikâyem Paramparça
Emrah Serbes, hayatı kendine katık eden, sokaktan çağlayan bir sesle yeraltının dumanını anlatıyor bize. Bitmez bir ergen öfkesiyle kuyuya düşmüş çocuklara sesleniyor.
Emrah Serbes’ten parça parça anlar, parça parça anılar, paramparça hikâyeler.
Berci Kristin Çöp Masalları
Berci Kristin Çöp Masalları, kentin kıyısında, geniş çöp sahaları ile sanayi bölgesi arasında kurulan bir gecekondu semtinin hikâyesidir. Geride bıraktıkları kırsal çevrenin gelenek ve alışkanlıkları ile büyük şehrin maddi olanakları arasında sıkışıp kalan insanların hayata ve kente tutunma mücadelesi.
Coşkuyla Ölmek
“Beklemek, bir şeyin yoluna ve haline girmesini beklemek, beklerken olacak olanın olması için gereken her türlü başka hale geçişlere, kalışlara tahammül etmek ne zor şeydi. Başı da, ortayı da, sonu da bilip beklemek ne tahammülü güç şeydi. Tanrı’nın da yaptığı bu muydu?"
Cehennem Çiftliğinden KaçışSüreyya Sami Polisiyesi
AKP yeniden kazanmıştı, pek bir şey değişmemişti. Aynı göğe bakıyorduk işte. Trafik gene o trafik, hep aynı sakalet, hep aynı yaveler… Martılar Haliç kokuyor, Kürt bebeler Beyoğlu tramvayına asılıyordu, akşam vapuru hep kalabalıktı. Kimseye ne yapacağını söylemeden geliyordu gece. Süreyya Sami sırt ağrılarıyla uyanıyordu.
Gece Dersleri
Latife Tekin’in çok tartışılan romanı olan Gece Dersleri devrimi, yoksulluğu, yeraltını, parçalanmışlığı, kadınlığı ele alıyor. Politik örgüt içerisinde birey olarak kendisini bulmaya çalışan Gülfidan’ın gitgide kendi içine dönen ve adeta bir sayıklamaya dönüşen hikâyesini anlatıyor.
"Ula Fılle Hoş Geldin"Diyarbekirli Udi Yervant Bostancı
Elinizdeki kitap, Diyarbakır’ın kendine mahsus müzik kültürünün, Ermeni mahallesinin, hayatın bütün cepheleriyle 1950’lerden 1970’lere “eski” Diyarbakır’ın, Kürt-Ermeni gündelik ilişkilerinin, puşiciliğin, esnaf muhabbetinin hikâyesi… Tabii eksen, Udi Yervant’ın hüzünlü ve neşeli hayat hikâyesi.
DG
Bu oğlanın memleketinde bir mahlûktan bahsederler: Enkebir... Bir nevi gece cini. Anadolu’da başka başka isimlerle bilinir. Ardahan’da Yolazdıran, Aladağlar’da Harparik, Yozgat’ta Kibilik, Diyarbekr’de Kepoz derler ona; Harput’ta Kamos, Niksar’da Aldaçı, Zile’de Hobur, Kars’ta Mekir, Edirne’de Koncolos...
Yedinci Gün
Çizgilerin kürelere, zamanın sonsuzluğa, sonsuzlukların da hayâllere dönüştüğü bir hikâyedir bu. Sıradan insanların sıra dışılığı, bilinen hikâyelerin düşlere dönüşümü, zaafların asîlleşmesi, erdemlerin ardındaki günâhkârlık tüm içtenliğiyle akacak zihinlere. İnsan olmanın en zayıf ve en yüce yanları, bir hikâyenin dokunuşuyla bir kez daha bilinebilir olacak.
AlkoliçeKendini Kundaklama Dersleri
Delilik moda oldu fakat benim kastım çift en deli! Her yakam ağrıyor deli lafını duyduğumda. Kuşku duymadan delilik olur mu? Merak etmeden delilik olur mu? Uyuyarak delilik olur mu? Delilik moda olabilir mi? Oluyor hepsi ve daha unuttuğum birçokları da. Kedi miyavlamalarından anlamayan biri, Karasu’nun deliliğine ne kadar tanıklık edebilir?
Mihman
Orta yaşlı bir avukat, kendi devranında yaşayıp giderken zamanın, yeraltının ve yerüstünün büyük yangınına düşüverir. Tatvan’a inerken, Van Gölü ve feribot iskelesinde Turgut Uyar kadar güzel değildir hayat. Kirlidir, bakarsan anlarsın, göz gözü görmüyordur; bütün laflar akortludur, cilalıdır. Her şeyin üstünü sıradan alçaklıklar örter.
Sultan Abdülhamid
Osmanlı İmparatorluğu tarihi ele alınırken üzerinde en çok tartışılan sultanlardan birisi kuşkusuz II. Abdülhamid’dir. “Ulu Hakan” ya da “Kızıl Sultan” olarak sıfatlandırılıp, tarihyazımı ekollerinin kahramanı ya da düşmanı sayılmıştır. François Georgeon bu kapsamlı eserinde, kendi döneminin ve imparatorlukların ulus-devletlere dönüştüğü sürecin bir aktörü olarak II. Abdülhamid’i anlatıyor.
Çanakkale'den Filistin Cephesi'ne
Kayseri’nin Everek (Develi) kazasında doğan Yüzbaşı Sarkis Torosyan 1914 yılında Harbiye Topçu Okulu’nu bitirdi. Önce, Osmanlı Ordusu tarafından Almanya’da Krupp fabrikasında staja yollandı. Daha sonra, Çanakkale Cephesi’ndeki Ertuğrul Tabyası’na komutan olarak atandı.
Feriköy Mezarlığı'nda RandevuSüreyya Sami Polisiyesi 1
Güzel ve kirli İstanbul, uyumayan şehir, lanet şehir! Caddelere sıralanmış adalar, balkonlara serilmiş, vitrinlere istiflenmiş hayatlar. Alışılmış ıstıraplar, canhıraş ve beklenmedik çığlıklar, siren sesleri, Marmara Denizi. Herhangi bir yerden herhangi bir yere giden yolcular ve güzeller güzeli kayıp bir kadın. “Bulabilir misiniz?”
On İki Dağın SırrıBir Göz Ağlarken
Dünya kaç köşeymiş uzun uzun konuşan, konuştuklarını tekrar eden, saplantıyla özlemlerini, evveliyatlarını anlatan Dersimliler. Küçük, sıradan, kayıp giden hatıralar, garezler, kibirlenmeler... Yanlışın, kahırla ufalan hayatın farkında olan Zazalar, Kürtler, Ermeniler, Kızılbaşlar... Candarmalar, paşalar, hükümetler, aşiretler, metruk evler, boşalmış ovalar, inatla geleneğe sarılan köylüler, atlılar, tüfengler...İlk kitabın öncesine gidiyor. Eprimiş bir rüyayı pastoral ve masalsı bir üslupla, kederle resmediyor. Zor diyorsun, yazık! Hepsinin bir hikâyesi vardı.
Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde...
“Abim Atatürk’ü çok severdi, bense Allah’ı. Babam, annemi ve Galatasaray’ı severdi, annem de Ringo’yu. Babam yorgun bir adamdı. Gündüz vardiyasındayken her gün, çalıştığı taşocağında sanki onca kayayı sırtına vurup ordan oraya sürüklemiş gibi, kalan son canıyla eve gelir, çoğunlukla da tek kanallı televizyonun bitmek bilmeyen ana haber bülteni sona ermeden uyuyakalırdı, akvaryumun karşısındaki ikili koltukta.”
Annem Belkıs (Ciltli)
Gündüz Vassaf`ın kalemiyle Annesi`nin Hikayesi. Öksüz bir Rumeli kızının Osmanlı İmparatorluğu`nun sınırlarında başlayan hayatı size gündelik yaşantının unutulmuş pek çok ayrıntısını tanıtarak bilinmeyen evlere misafir ediyor. Osmanlı, Cumhuriyet Türkiye`si ve ABD`de yüzyıla yakın süren çarpıcı bir yaşantının ışığında kadının toplumdaki yeri.
Yıldız Tutulması
Şimdi bütün tasavvurlarımın üzerinde hiçbir yıldızın aydınlatamayacağı kadar koyu bir karanlık var Ruken… Ender Özkahraman bir kez daha Güneydoğu’yu anlatıyor; ne söylese eksik kalacak kahırlı, yaralı ve netameli bir meselenin, bitmek bilmeyen bir savaşın üstüne cesaretle gidiyor. Dağla şehrin, partiyle devletin, Doğu’yla Batı’nın, masallarla ölümlü dünyanın arasında kalmış iki kadının, Ruken ile Pervin’in iç parçalayan kıstırılmışlığını hikâye ediyor.
Kozalak
Dolunay, Bedir, Mıstık ve L.… Sema Aslan, Dolunay’ın ışığında onların ve diğerlerinin zorlu yaşam deneyimlerinde iz sürüyor. Her biri dallarından düşmüş kozalaklar misali uzakta ve yalnızken bile yapraklarını açabilme gücünde… Her biri diğeriyle hayatta ve her biri var olabilme mücadelesinde... Bomonti’nin ara sokaklarında mutsuz bir ev…
Vietnam GünlüğüABD’nin Vietnam’da İşlediği Savaş Suçlarına Karşı Russell Mahkemesi
Mehmet Ali Aybar, ABD’nin Vietnam’da işlediği savaş suçlarını araştırmak amacıyla filozof Bertrand Russell’ın girişimiyle oluşturulan “Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi”nin bir üyesiydi. “Russell Mahkemesi” olarak da bilinen Mahkeme’nin bir tahkikat komisyonuyla Vietnam’da yaklaşık bir ay incelemelerde bulunan Aybar’ın tuttuğu günlük ilk defa yayımlanıyor.
Şeylerin Masumiyeti
Özenle seçilmiş resim ve fotoğraflarla dolu bu kitapta, Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi’ndeki eşyalar üzerinden İstanbul’u ve kendi hayatını anlatmaya devam ediyor... Eski İstanbul taksilerinden kalabalık aile fotoğraflarına, ev ev gezen terzilerden gazino-sinema çevrelerine, Boğaz ve yalı kültüründen çay içmeye ve kahvede oturup kâğıt oynama alışkanlıklarına uzanan kitap, aynı zamanda Pamuk’un on beş yılda kurduğu ilginç müzenin hem hikâyesi hem de kataloğu.
Tuhaf Yıldızlar Dünyaya Bakıyorlar Gözlerini Kırpmadan
“Kış Berlin’in iki tarafında da çok sertti. Sokaklar bir ayna gibi kaygandı, sabahları Mercedeslerin ve Trabantların camları kazınıyordu. Şehrin her iki kısmında da aynı sesleri duyuyordum. Doğu ve Batı Berlinlilerin kirpikleri karla kaplıydı, her iki Berlin’de de insanlar hapşırıyor, Batı Berlin’in donmuş gölleri ve Doğu Berlin’in Spree Nehri üzerinde ördekler yürüyor, soğuktan dolayı tek ayak üzerinde duruyorlardı.”
Hisar'dan Ahmet
Hisar’dan Ahmet, bir acayip adam. Bir baba adam, bir çocuk adam... Saflık yastığına yatmış, hinliği yorgan gibi sarınmış... Aksiliği yalandan, heyheylenmesi yalandan - ve çok sahici bir adam. Hisar’dan Ahmet, kelebekten bir hikâye. Eskiyip cızırdayan bir plak gibi bize Ahmet’i anlatıyor...