Pandemi sonrası dönüştürücü potansiyel: Ekonomik küçülme üzerine

Covid-19 pandemisiyle mücadele kapsamında uygulanan karantina politikaları sonucu kirlilik ve karbon emisyonlarının azaldığı gözlemlendikten sonra bir grup akademisyen bu değişikliğin degrowth (ekonomik küçülme[1]) olarak anlaşılabileceğinden ve belki de köklü bir sistem değişikliğinin tam beklediğimiz şartlarda gelmese de bu süreçte kaotik bir şekilde gelmesini kabul etmemiz gerektiğinden bahsetmişti. Degrowth ya da Türkçe çevrisiyle “küçülme” ya da “ekonomik küçülme” literatürü kayıtsız şartsız ekonomik büyüme hedefinin ne derece arzu edilebilir olduğunu sorgulamayı ve dolayısıyla küçülme fikrinin tartışılmasını ve bir anlamda da yerelleştirilmesini savunuyor (Kallis vd. 2020). Bu yerelleşme arzusunun toplumda zaten süregelen ataerkil ilişkileri de değiştirmesi ve eşitlikçi toplum inşasıyla birlikte olması gerektiğini savunan Feminizm ve Degrowth İttifakı’ndan (FaDA)[2] bir grup aktivist ve akademisyen Covid-19 ve küçülme ile ilgili bir bildiri yayımladı. Ben bu yazıda bu bildiriden yola çıkarak degrowth ile Covid-19 sonucu ortaya çıkmış durumun farklarından ve pandemi sonrası oluşacak düzende degrowthun ne denli bir dönüşüm potansiyeli gösterdiğinden bahsedeceğim.

Covid-19'a bağlı olarak sosyal ve ekonomik faaliyetlerin ani, planlanmamış ve kaotik ölçekte küçültülmesi aslında degrowthla bazı benzerliklere sahip olsa da onun çizmiş olduğu alternatif sistem hayalinden oldukça uzak. Covid-19 pandemisine verilen siyasi tepkiler daha şimdiden dünya çapında örgütlenmenin sınırlandırılmasına, sokağa çıkma yasağına ve kontrollere, finansal çökmelere ve en savunmasız grupların sosyal ve ekonomik anlamda kaybetmesine neden oldu. Feminist kuramcı Cynthia Enloe’nun dediği gibi “Hepimiz aynı gemide değiliz. Belki aynı fırtınalı denizdeyiz ama kesinlikle farklı teknelerdeyiz. Bazılarının teknesi su alıyor, bazısı motorlu, bazılarında kürek yok”.[3]

İşte bu noktalarda, degrowth kavramsal olarak pandemi nedeniyle içinde bulunduğumuz kısıtlayıcı anlayıştan iki şekilde ayrılıyor. İlk olarak, degrowthun öne sürdüğü sistemsel dönüşüm, gönüllülük ve demokrasi merkezli bir küçülmeyi esas alıyor. Bu dönüşümün özünde adalet ve sistemsel eşitlik olmalıdır (Demaria vd. 2013; Kallis vd. 2015, Brossmann ve Islar 2019). Ancak, Covid-19 zamanındaki istemsiz küçülme toplumun farklı kesimlerini orantısız bir şekilde etkiliyor. Örneğin, ücretli uzaktan çalışma seçeneğine sahip olmayan işçiler hem işyerinde enfeksiyon riskiyle baş başa bırakılıyor hem de hasta olduklarında işlerini kaybetme korkusuyla yaşıyorlar. Sosyal sağlık hizmetlerinin etkili olmadığı yerlerde virüs sigortasız ve düşük gelirli insanlar arasında daha çok yayılıyor. Küresel olarak, en savunmasız gruplardan biri hiç şüphesiz hiçbir önlemin alınmadığı ve altyapı olarak yetersiz tesislerde sıkışmış mülteciler. Kısacası, toplumun üst gelir gruplarının el dezenfektanı ve tuvalet kâğıdı bulmakta zorlanmadığı ya da hastanelerde tedavi eksikliğinden dolayı ölmediği Covid-19 krizi degrowthun yaratmaya çalıştığı bir alternatif sisteme benzemenin ötesinde.

İkinci olarak, degrowth mevcut ekonomik sistemin üretim ve tüketim mekanizmalarının ölçek olarak küçültülmesine ve toplumun daha adil bir şekilde yeniden düzenlenmesine uzun vadeli bir bağlılık gerektiriyor. Covid-19 mücadelesindeki bu olağanüstü hal ise şüphesiz kısa vadeli politika değişikliklerine yer açsa da uzun vadede belirsizliklerle dolu. Bu belirsizlik daha önceki krizlerde de gördüğümüz gibi sağcı, popülist ve neoliberal hükümetler için siyasi alanı yeniden düzenlemek için bir fırsat olacaktır. 2008-2009 krizi sonrası AB’nin kemer sıkma politikalarıyla finans ve sigorta sektörünü kurtarmasının bir örneğini belki de Covid-19 sonrası havayolları şirketleri için görebiliriz.  Kısacası eşitsizliği, otoriterliği, kemer sıkmayı ve baskıyı harekete geçirebilecek bu andan yararlanmak isteyen vizyonlar, daha iyi bir gelecek için şu anda tehdit yaratıyor. Bu kriz bağlamında ülkeler işsizlikten halkını “kurtarmak” için güvencesiz sözleşmelere ve kısa süreli çalışmalara izin veren özel mevzuatları geri dönüşü olmamak üzere geçirebilir. 

Peki pandemi sonrası daha iyi bir gelecek için degrowth bize nasıl bir dönüşüm potansiyeli sunuyor? Covid-19 sonrası ortaya çıkacak bu değişim fırsatı nasıl kullanılabilir? Emek ve bakım ekonomisini sistemi demokratik olarak yeniden inşa etmek için nasıl kullanabiliriz? Neoliberalizm, kemer sıkma, yapısal uyum, eğitim ve sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi ile içi boşaltılmış olan kamu refah alanını yeniden inşa etmek için neler gerekli? Bu değişim fırsatı toplumu hetero-patriarkal kapitalist ilkelerle kurulan ekonomik büyüme paradigmasından nasıl özgürleştirebilir? Feminist degrowth (FaDA) projesi, Covid-19 ile yeniden hatırlanan, toplumun tüm taraflarına seferber etme ve dönüştürme yetkisi veren bazı çözümler öneriyor:

Sosyal ve ekolojik yeniden üretim kapasitelerinin yeniden tanınması ve canlandırılması 

Temel hizmetler hariç tüm diğer hizmetlerin durdurulduğu Covid-19 krizi bizi gerekli ve gereksizlerin doğasını yeniden düşünmeye davet ediyor. Temel refahımız için gerekenlere yeniden odaklanmak, sebze ve meyvemizi yetiştiren çiftçilerden rafları istifleyen süpermarket çalışanlarına kadar ekonomik ilişkiler her emekçisinin yeniden tanınması degrowthun da desteklediği bir dönüşüm için çok önemli. Ekonomiyi siyasal sistem değişikliği olarak da gören bir degrowth anlayışı, büyümeyi zorunlu kılan ve sonsuz arzuları besleyecek metaların üretiminden, yaşam ihtiyaçlarımızın yeniden üretilmesine ve sağlanmasına doğru bir geçişi, kısaca ekonomimizi yeniden yapılandırmayı gerektiriyor (Fournier, 2008). “Yerel” fikrini romantikleştirmeden veya herhangi bir ekonomik dönüşümün cinsiyete dayalı etkilerini unutmadan, bu sağlayıcı ekonomiyi teşvik etmek çok önemli.

FaDA’nın önerdiği bazı çözümlerin ekofeminist anlayışla desteklendiğini söyleyebiliriz. Ekofeminizm, kadın haklarıyla doğa hakları mücadelelerinin birbirini desteklediğini çünkü kadının üzerinde kurulan hegemonya ile doğa üstünde kurulan hegemonya arasındaki bağın ilintili olduğunu savunur (Warren, 2000). Mesela, Covid-19’un yaban hayvan türlerinin küçük alanlarda pazarlanması sonucu oluşan bir pandemi olmasından ötürü, degrowth savunucuları, hayvanların sömürülecek ve tüketilecek mal seklinde görülmediği bir toplumun Covid-19 gibi pandemi riskini de azaltacağını öne sürer. Bu anlamda yaşamı oluşturan her canlının sürdürülebilirliği sosyal organizasyonun temel hedefini oluşturmalıdır. Bu, sosyal ve ekolojik yeniden üretme kapasitelerinin tanınmasını, yenilenmesini ve güçlendirilmesini gerektirir. Mesela hem toprağın yenilenmesini destekleyen hem de küresel tedarik zincirlerine bağımlılığı azaltan küçük köylü tarımına veya toplum destekli organik tarıma dayalı gıda sistemleri bu bahsedilen doğaya, yaşama saygılı, sürdürebilir alternatif bir ekonomiye önemli bir örnektir.

Üretim mekânı olarak ev

Covid-19 zamanı sıkça kullandığımız “Evde kalıyorum çünkü savunmasız olanları önemsiyorum” cümlesi fiziksel mesafeyi arttırmak için teşvik ettiğimiz yaygın bir ifade. Bu fiziksel mesafeyi korurken sosyal dayanışmayı nasıl oluşturabileceğimizi sormak sistemsel dönüşüm için çok önemlidir. Peki degrowth için gereken sosyal dayanışma karantinanın getirdiği yalnızlaşma üzerinden nasıl gelişebilir?

Öncelikle evin var olan kapitalist düzen altında lüks haline geldiğini belirtmek gerekir. Karantina, üst gelirliler, yani evlerde barınma ve maaşlarını koruma lüksüne sahip olanlarla, işleri evden yapılamayan, başkalarına bakmak için dışarı çıkmak zorunda olan ya da evi olmayanlar arasındaki büyük uçurumu bize açık açık gösterdi. Evde ücretli iş ve ev bakım işi çarpışması, feminist akademisyenlerin her zaman işaret ettiklerini açıkça ortaya koydu.  Ev her zaman bir işyeridir çünkü ücretli işyerlerinin sürekliliği her zaman evdeki bakım emeğine bağlıdır. 

Cinsiyet, ırk, sınıf, yetenek, yaş ve yer gibi birbiriyle ilintili baskı ve ayrımcılık biçimleriyle modüle edilen yapısal eşitsizlikler, Covid-19 zamanı sağlık erişimi, bakım ve evde kalma üzerinden açığa çıkıyor. Avrupa’nın birçok ülkesinde yaşlıların ve göçmen topluluklarının ölenler arasında oranının fazla olması, ev içi şiddetin artması bu eşitsizliklerin sonuçları. Hareketi kısıtlamaya yönelik önlemler, savunmasız insanları esas olarak kadınlara ve çocuklara karşı artan aile içi şiddet düzeylerine yol açan istismarcılarıyla aynı alana sınırlıyor.

Bu açıdan hetero-patriarkal çekirdek ailenin ötesine ulaşan ve aslında her ülkede çoğunluğu oluşturan çekirdek olmayan aile evlerini destekleyen ve birbirine bağlayan destek ve bakım ağları kurmak önemli. Bu dayanışmalar evsizler, göçmenler ve mültecilerle daha geniş kapsamlı pratik dayanışmaya ve birbirlerinin mücadeleleri ve direnişlerine -mesela kira grevlerine- destek olan karşılıklı yardım gruplarına bağlanabilir. Feminist degrowth aktivistleri Covid-19 zamanı kurulan bakım ağlarının hem yalnızlaşmanın üstesinden gelebilmek hem de bu tarihî anda istediğimiz gelecekleri yaratmak ve gerekli kolektif seferberlik sağlama açısından önemli olduğunu düşünüyorlar.

Bakım ekonomisine doğru: Bakım emeği ve bakım geliri

Günümüzde çoğu ülkede, hemşirelerin, sağlık yardımcılarının ve çocuk bakım işçilerinin çoğu kadındır; erkeklerin yoğunlaştığı temel pozisyonlar arasında hastane temizlik işçileri, çöp toplayıcıları, tarım işçileri ve diğerleri bulunmaktadır. Bu temel işlerin çoğu kayıtdışı, belgesiz veya göçmen işçiler tarafından da yapılmakta ve bu kayıtdışı işçiler sağlık hizmetlerine erişimde özel zorluklarla karşılaşmaktadır. Hastalandıkları durumlarda da hâlâ çalışmaya devam etmeleri gerekecektir. Bu nedenle, birçok durumda açlık ve sağlık arasında seçim yapmak zorunda kalacakları gibi, kovulma veya suçlu sayılma riskleri de daha fazladır.

Bu gibi durumlar düşünüldüğünde degrowth aslında bir rejenerasyon gerektirir. Bir yandan küresel ekonominin birçok yönüyle küçülmesi gerekirken, bakım altyapıları gibi bazı kritik demokratik altyapıların gelişmesi ve çoğalması gerekecektir. Bu nedenle, yaşamın (yeniden) üretimi ve bakımın yaygınlaşması etrafında odaklanan dönüştürücü politikalara yatırım yapmak önemlidir. Feminist bir degrowth geleceğinde, toplum, ev ve çevre bakımının sağlanması, kâr maksimizasyonu, piyasa mantığı ve rekabetten radikal olarak farklı bir mantığa dayanmalıdır. Bu nedenle, tüm evrensel sağlık hizmetlerinin kamulaştırılmasını, gıda, konut, ilaç, eğitim ve diğer temel hizmetlerin piyasa ekonomisinden çıkarılmasını talep eden bir hareket degrowthun gelecek inşasının temelindedir.

Covid-19 sonrası ortaya çıkan ekonomik belirsizlik tartışmaları ile vatandaşlık geliri çağrıları önem kazandı. Yaşam koşullarını güvence altına almak için her bir kişi için aylık olarak ödenen mütevazı bir meblağ olarak tanımlanan vatandaşlık geliri, geniş kapsamlı vizyon ve amaçların bir parçası olarak savunulmuştur. Vatandaşlık geliri çevreye zarar veren rejimlerden uzaklaşmayı destekleyebilecek ve sürdürülebilir bir dünyadan ayrılmaz olarak yaşanabilir geçim kaynaklarına yön verebilecek bir siyaseti gerçek kılabilir. FaDA, feminist degrowth savunucuları olarak, toplumların yaşamını ve refahını sürdürmek için ücretsiz bakım emeğinin sosyal olarak tanınmasını ön plana çıkaran Evrensel Bakım Geliri öneriyor. Bu evrensel bakım geliriyle, tüm vatandaşların kendilerine, akrabalarına ve diğerlerine bakmayı ortak bir sorumluluk olarak kavramsallaştırarak eşitliği ve dayanışmayı teşvik etmeyi amaçlıyor. Fakat, bu gelir bakım işini ekonomik anlamda görünür kılsa da bakımın toplumsal cinsiyete dayalı işleyişini değiştirmek açısından yine de sınırlı bir çözüm.

Pandemi döneminde pekiştirilen dayanışma ve yardım ağlarını ve ilgili tüm çabaları güçlendirmemiz gerekiyor. Güvencesiz bakım çalışanlarından evsizler ve mahkûmlara kadar toplumun her bileşeniyle dayanışmayı ve direnişi desteklemeliyiz. Savunmasız olanları korumak için uzun vadeli yapısal çözümlere ihtiyacımız var. Sığınmacılar, mülteciler ve evsizler için doğrudan desteğe ihtiyacımız var. Pandemi gibi bakım temelli krizler sadece karantina veya ulusal sınırların kapatılması ile çözülemez. Covid-19 gibi pandemiler devletlerarası sınırların değil, gezegen sınırlarının (planetary boundaries) aşılması nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Bu tür salgınlar da tarımsal sanayiyle ormanlara girilmesi, virüslerin yerlerinden edilmiş yaban hayatından kümes hayvanlarına ve daha sonra insanlara atlamasının sonucudur.

Şimdilik bazı dünya liderleri ekonomiyi kurtarmaya odaklanıyor. Bunun yerine, FaDA, dayanışma temelli Küresel Yeni Yeşil Düzen (Global Green New Deal) gibi politikalar yoluyla biyosferi kurtarmaya odaklanmamız gerektiğinden bahsediyor. Salgınlar sonrası “normal” hayata veya işe geri dönmek yerine iklim politikasının “normalden” daha akıllı ve daha iyi organize edilmiş bir yaklaşım gerektireceği aşikârdır.  Büyüyen iklim ve çevresel acil durumlar bize her şeyden önce bakım, işbirliği, paylaşım ve müşterekliğe dayalı bir ekonomiye ihtiyacımız olduğunu göstermeye devam edecek. Sanayileşmiş toplumlar için bu, geniş kaynak ve servetin yeniden dağıtılması, kontrolsüz tarımlaşmanın engellenerek (bkz. amazon ormanlarındaki palm yağı ve soya üretimi için, IPBES, 2019) ekosistemlerin ve biyo-çeşitliliğin korunması, kalkınma ve ekonominin karbondan arındırılması anlamına gelir. Bu ilerici politikalar aynı zamanda yüzyıllar boyunca sömürgeciliği ve yağmalamaya karşı mücadele veren sosyal ve çevresel adaleti de içermelidir.

Bu yazıda Covid-19 sırasında yapılan politikaların ne denli degrowth olduğunu ve içinde bulunulan bu krizin daha demokratik ve eşitlikçi bir toplum inşası için nasıl kullanılabileceğini Feminist degrowth hareketi üzerinden özetlemeye çalıştım. Bu pandemi değişim isteyen çevreler için tarihsel bir kırılmadır. Bize degrowth gibi bir hareketin neden gerekli olduğunu düşündüren bir süreçtir. Pandemi mevcut yaşam tarzımızın sürdürülemezliğini ve kırılganlığını gösteriyor. Covid-19'la mücadele için kısa sürede hayata geçirilen bazı politikalar, değişimin aslında istenirse mümkün olduğunu göstermiştir. Hem toplum hem de devletler bu krize yanıt olarak modus operandilerini önemli ölçüde değiştirmeyi deneyimlemiştir.


* Lund Üniversitesi Sürdürülebilirlik Çalışmaları Merkezi (LUCSUS), öğretim üyesi.

[1] Degrowthun Türkçe karşılığı olan küçülme Türkiyeli akademisyenler tarafından kullanılsa da degrowth sosyal devlet, dayanışma gibi alanlarda büyümeyi de desteklediği için bu terimler aslında kavramsal olarak degrowthun tam karşılığı değil. Daha çok bilgi için şu kaynaklar okunabilir (Kallis, Demaria ve D’Alisa, 2020; Akbulut ve Adaman, 2013; Demaria, Schneider, Sekulova ve Martinez-Alier, 2013).

[2] FaDA Eylül 2016'da Budapeşte'deki 5. Uluslararası Degrowth Konferansı'nda ortaya çıkan, feministler ve degrowth taraftarları arasında bir diyalog geliştirmeyi ve feminist akıl yürütmeyi degrowth aktivizminin bir parçası haline getirmeyi amaçlayan kapsayıcı bir akademisyenler ve aktivistler ağıdır. Yayımlanan bildiri Amanda Mercedes Gigler, Anna Saave, Barbara Muraca, Corinna Dengler, Dominique Just, Eeva Houtbeckers, Emily Rose McDonald, Evi Curu, Federico Demaria, Giacomo D’Alisa, Janina Dannenberg, Jennifer Wells, Leah Temper, Lina Hansen, Lindsay Barbieri, Manuela Zechner, Maria Consuelo Revilla Nebreda, Marisol Bock, Megan Egler, Miriam Lang, Natalia Avlona, Patricia Susial Martín, Rebecca Rutt, Sophie Sanniti, Sourayan Mookerjea, Stefania Barca, Susan Paulson, Teal George, Wojtek Mejor katkılarıyla hazırlandı.Bildiri için bkz. https://www.degrowth.info/en/feminisms-and-degrowth-alliance-fada/collective-research-notebook/

[3] Cynthia Enloe’nun kısa yazısı için bkz. http://uni-versus.org/2020/04/21/cynthia-enloe-covid-19-dilimi-siperden-cekmek-ceviri-fethiye-besir-iletmis/

Kaynakça

Akbulut, B. ve Adaman, F. (2013) “Modernleşmenin Dayanılmaz Cazibesi: Büyüme Fetişizmi”, yeşil gazete, 13 Temmuz 2013, https://yesilgazete.org/blog/2013/07/13/modernlesmenin-dayanilmaz-cazibesi-buyume-fetisizmi-bengi-akbulut-fikret-adaman

Brossmann, J. ve Islar, M. (2019) “Living degrowth. Investigating degrowth practices through performative methods”, Sustainability Science, 15: 917-930.

Demaria, F., Schneider, F., Sekulova, F., Martinez-Alier, J. (2013) “What is degrowth? From an activist slogan to a social movement”, Environ Values, 22(2): 191-215.

Fournier, V. (2008) “Escaping from the economy: the politics of degrowth”, IJSSP, 28(11/12): 528-545.

IPBES. (2019) “Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası Biyolojik Çeşitlilik Komisyonu, Biyocesitliligin küresel durumu”, BM, Bonn, https://ipbes.net/ipbes-global-assessment-report-biodiversity-ecosystem-services

Kallis, G., Demaria, F., D’Alisa, G. (2015) “Introduction: degrowth” D’Alisa, G., Demaria, F., Kallis, G. (ed.) Degrowth: a vocabulary for a new era içinde, Routledge, Abingdon, 1-17.

Kallis, G., Demaria, F., D’Alisa, G. (2020) Küçülme: Yeni Bir Çağ İçin Kavram Dağarcığı, Metis, İstanbul.

Warren, K. (2000) Ecofeminist Philosophy: A Western Perspective on What It is and Why It Matters, Rowman & Littlefield Publishers, Lanham, Maryland.