Toplum ve Bilim, Kış 2001/2002 sayısının ardından, tümüyle 2002 takvimine ait olan bu ilk sayısıyla, 25. yılını idrak etmiş oluyor. Özellikle akademik alanda yayıncılığın hayli kırılgan koşullarda yürüdüğü Türkiye koşullarında, bu çeyrek asırlık sürekliliği sevindirici sayıyoruz.
Toplum ve Bilim’in bir özelliği, bu: Süreklilik, sebatkârlık. Bir başka özelliği, disiplinlerarasılığın henüz revaç bulmadığı ilk dönemlerinde dahi, disiplinlerarasılığa yatkın olması idi. Sosyal teorinin birbirinden yalıtılmış kompartmanlara ayrılmasına karşı durmaya dikkat ettik. Dosya başlıklarımızın ve dergide yer alan makalelerin konu çeşitliliği, bu tercihle ilgili bir fikir veriyordur sanırız. Toplum ve Bilim’in bir başka özelliğinin, akademik alanla akademi-dışı entelektüel ilgiler arasındaki bağı, teması gözden kaçırmama kaygısı olduğunu söyleyebiliriz. Toplum ve Bilim, akademik yeterlilik ve ‘ciddiyet’ ölçütlerini gözeten, hakemli bir dergidir; fakat akademik ‘işletme’nin biçimselleştirici düzeneğinin araçsal bir mantığa indirgenmemesini gözetmek derdindedir.
Toplum ve Bilim’in devamına yazıları, önerileri, eleştirileri, hakem-okurlukları ve elbette okurlukları ile katkıda bulunan ve bulunmakta olan herkese teşekkür borçluyuz. Onların da izinlerini dileyerek, derginin zor bir zamanda (12 Eylül 1980 sonrası şartlarda) enerjik bir çabayla devam ettirilmesinde ve editoryal etkinlik açısından ‘disipline’ olmasında kurucu denebilecek bir rol oynayan ve manevi desteğini hiçbir zaman eksik etmeyen Huricihan İslamoğlu’na özel bir şükran borcumuzu yerine getirmek isterim.
Elinizdeki 92. sayıyı, belirli bir dosya konusunun domine etmediği, dağınık bir derleme olarak tasarlamıştık. Sonuçta yine böyle oldu, fakat kendiliğinden bazı ağırlık merkezleri de belirdi.
92. sayının ağırlık merkezlerinden birisi: Türkiye’de sosyal devlet. Nadir Özbek ve Ahmet Makal’ın güçlü yazıları, sosyal devletin Türkiye’deki özgül pratiğine ışık tutuyor. Özbek, konuyu tarihsel bir perspektif içinde, “yoksulluk ve refah rejimi” sorunsalının Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan sürekliliği içinde tartışıyor. Bu bakış açısından sosyal devlet, modern devletin 19. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan bir açı içinde kazandığı bir işlevdir - bir yanıyla da yönetim tekniğinin bir yeni işlevi... Ahmet Makal ise 1930’lu ve 1940’lı yıllarda iktisadi devlet teşekkülleri deneyimini sosyal politika açısından yorumluyor. Makal, bu politikanın ve işgücü-istihdam rejiminin, dönemin Avrupa örnekleriyle mukayesesine de giriyor. Bu makalelerin arkaplanında, şu kuramsal sorular üzerine düşünebiliriz: Sosyal devlet, kapitalizmin (Batı kapitalizminin de) tarihinde istisnai ve geçici bir olgu muydu? Yoksa, modern devletin özgül ve kalıcı nitelikli bir veçhesi mi?
Pınar Bedirhanoğlu’nun, Rusya’da neoliberal politikaların bir “liberal demokratik devlet” ihtimalinin altını oyduğunu gösteren yazısını da, mefhum-u muhalifinden hareketle, bu soruların bağlamı içinde düşünebilir miyiz? Ya da sorularımızın bir başka versiyonu şöyle olabilir mi?: Yolsuzluk, kapitalistleşme sürecinde -ya da onun belirli “geçiş” evrelerinde- ortaya çıkan arızi bir fenomen midir; yoksa modern devletin ya da kapitalist idare rejiminin yapısal bir işlevi mi?
Sosyal devlet kavramlaştırması, ‘teknik’ iktisat bilimi ile sosyal teorinin başka ilgilerini, ‘nokta-i nazarlarını’ buluşturmaya uygun bir içeriğe sahip. “Gelişme iktisadı” da böyle olabilirdi; Ester Ruben’e göre olmalıydı da... Ruben, gelişme iktisadının moda-dışı kalmasının ‘anakronikliğine’ dikkat çekiyor bir bakıma ve dünyanın yoksulluğu, eşitsizliği karşısında bu “ders”in ihya edilmesinin gerekliliğini vurguluyor.
Bir başka ağırlık merkezini, Cemal Bâli Akal ile Murat Borovalı’nın siyaset felsefesi yazıları oluşturuyor. Borovalı, ezeli bir soruyu, “Adalet nedir?”i, ve onun eşitlik sorunuyla olan gerilimlerini, yakın dönemde bu tartışmayı canlandıran modern Amerikan liberalizmi ve Amartya Sen’in düşünceleri ekseninde ele alıyor. Cemal Bâli Akal, “Rousseaucu cumhuriyet - Spinozacı devlet” ikiliği üzerinden koordinatlarını çizdiği modern politika düşüncesinin Türkiye’deki anlamlandırılma biçimlerine bakıyor. Akal, bu evrensel ortak zeminde, “Türk siyasal aklı”nın özgül cumhuriyet tasavvurlarına ilişkin dikkate değer önermeler getiriyor.
Elinizdeki sayının ‘potansiyel’ bir ağırlık merkezini de “kültür incelemeleri” olarak düşünebilirsiniz. Burada da bir alt-ekseni, belki, Christopher Caudwell’e anıştırmayla, “küreselleşen bir kültür üzerine incelemeler” diyerek çizebiliriz. Bu bahiste, ele aldığı tema üzerinden kuramsal bir çerçeve çizmeye ağırlık veren bir makaleye dikkat çekelim: Meyda Yeğenoğlu, metropol ülkelerde globalizmin merkezî ideolojisi olarak iş gören liberal-çoğulcu çokkültürcülüğün “farklı olana saygı” söylemini ve bu söylemin “koşullu konukseverliğinin” sınırlılıklarını sorguluyor. Bir de kuramsal deneme: Özgür Taburoğlu, “endüstri-sonrasında sınıf, politika, şiddet” üzerinde gezinen denemesinde, Derrida’yı izleyerek, globalleşme ideolojilerinin Marksizmin “ruhlarına” yaptığı muamelelerin bir eleştirisine varıyor.
Türkiye’nin kültürel üretim malzemesi ile meşgul olan üç katkının ilgi çekeceğine inanıyoruz: Asuman Suner’in, Zeki Demirkubuz filmi Masumiyet üzerine incelemesi, Leyla Neyzi’nin Dersimli/Alevi popüler müziğinin kimlik kurucu süreçleri ile ilgili çalışması ve Çiçek Öztek’in Türkçe romanda hizmetçi figürüne ilişkin incelemesi... Asuman Suner’in döngüselliğiyle, kapatılmışlık ve klostrofobi duygularıyla, ironik yaklaşımıyla taşra hayatına bir pencere olarak baktığı Masumiyet filmi, Türk sinemasının yakın zamanda en fazla ilgiye değer örneklerindendi. Suner, makalesiyle, bir filmden, bir filmde görülebileceklere dair geniş bir ufuk sunuyor. Bereketli sözlü tarih çalışmalarıyla bildiğimiz Leyla Neyzi de, Metin-Kemal Kahraman’ın müziğine, Dersimli ve Alevi kimliklerini -yeni keşiflere kapı açarak- yeniden üreten bir “performans” olarak bakıyor. Çiçek Öztek’in, Türkçe romanın 125 yıllık tarihinde hizmetçi figürünün nasıl yer aldığına bakarak toplumdaki hiyerarşilerin modernleşme ve yeniden-tanımlanma sürecini inceleyen makalesine yer vermekten özellikle memnunuz. Bu makale, ‘roman okuyarak’ modernleşme ve toplum analizi yapmanın sağlam bir örneğini veriyor.
“Tarihyazımı” dosyamıza yetişememiş olmasına hayıflandığımız bir makale var: Aslı Daldal’ın, Birinci Türk Tarih Kongresi’nde Afet İnan ile Fuad Köprülü arasında cereyan eden tartışmaları ele alan makalesi. “Görevlendirilmiş” resmî-tarihçi ile “akademik öncüllere uyma” kaygısına bağlı tarihçi yaklaşımı arasındaki çelişki, sözkonusu tartışmanın ana eksenlerinden biridir, Daldal’a göre.
Toplum ve Bilim’in önümüzdeki sayılarının yine belirli dosya konularıyla çıkmasını tasarladık. Tasarlanan konu başlıklarını -her sayıda olduğu gibi- arka sayfada bulabilirsiniz. Yine her “dosyalı” sayıda olduğu gibi, dosya konusu dışında bazı makalelere de yer vermeye çalıştığımızı yineleyelim.
TANIL BORA
GELECEK SAYILARDA
93 YAZ 2002
Türkiye Politikası
Türkiye’de politika alanının, yerleşik kurumlarıyla (MGK’dan partilere), terminolojisiyle, “düzeneği” ile, koordinat sistemiyle, güncel ilgilerin üstüne çıkabilen bir analize ihtiyacı var. Bu alanda “makro-kavramsal” uyarlamalarla tasvirî gücü bile sınırlı kalan monografilerin gideremediği açığa dikkat çekmeyi hedefleyen bir sayı tasarlanıyor.
94 GÜZ 2002
Kültür
“Kültür” nedir? Kültürel çalışmalar okulu... Türkiye’de bu yaklaşımın olanakları ve mevcut araştırma anlayışlarının eleştirisi...
95 KIŞ 2002/2003
Toplum Bilimlerinden İçeri Bir İktisat
İktisat öteki toplum bilimleriyle arasındaki kan bağını toptan yitirmiş midir? Bilme yordamları günden güne matematikselleşmiş, salt kendine özgü bir dili konuşan, yalnız kendi yağında kavrulan bir iktisat, toplum bilimleri ailesinin hâlâ asal bir üyesi sayılabilir mi? Bir yanda kendi içine kapanmış, dilini değiştirmiş, ailenin ne içinde ne de büsbütün dışında gibi duran bir disiplin, diğer yanda onun borsa/faiz/döviz kuru döngüsüne indirgenmiş yansıması olduğu halde, ‘toplum bilimlerinden içeri’ nasıl bir iktisatçılıktan söz edilebilir? İktisadın toplum bilimlerinden uzaklaşmasına yerinmeye değil, bir düşünme sistemi olarak iktisadın bugünkü yerini yurdunu belirlemeye, insana, topluma ilişkin diğer bilme alanlarına göre yerlemini irdelemeye dönük yazılar için bir ilk çağrı.