Elinizdeki sayı, Toplum ve Bilim dergisinin 100. sayısıdır. Toplum ve Bilim, 1977’den beri –iki üç sayıda yaşanan uzun gecikmeler dışında- düzenli olarak çıkmaktadır. 100. sayı, şüphesiz ciddi bir kıdemdir; Türkiye’de beşerî/sosyal bilimler alanında neşrolunan benzeri dergilerin ömrü dikkate alınırsa, önemli bir eşiğin aşıldığına işaret etmektedir.
* * *
Yıllara ve o yılların temsil ettiği nesnel şartlara anlamlı bir karşılık bulmaya dönük –sürekli- çabanın yarattığı “kademli” vesilelerde âdet olduğu üzere, bu sayıda, derginin geçmişini hatırlamaya ve bu deneyimin muhasebesini yapmaya dönük katkılara yer verdik. Toplum ve Bilim’in sorumluluğunu üstlenen, yayın faaliyetinin zahmetini taşıyan Murat Belge, Asaf Savaş Akat, Huricihan İslamoğlu, Ayşe Buğra’nın yazıları, bu fasıldandır.
Fakat 100. sayının, Toplum ve Bilim’in sadece kendinden bahsettiği, dolayısıyla bir kutlama tapınısına dönüşebilme ihtimâli bulunan bir sayı olmasını istemedik. Sosyal teori ile, sosyal teorinin anlamı ile, ‘kullanımları’ ile, ‘çoğaltılma’ biçimleriyle, yeniden üretim koşullarıyla ilgili yazılara da yer verdik. Ferda Keskin, Yüksel Akkaya, Suavi Aydın, Ferdan Ergut, İzzettin Önder’in yazıları da bu fasıldandır.
Neticede, böyle bir dergiyi yayınlama faaliyetinin kendisini, onun temelindeki anlamı yeniden düşünmenin bir vesilesidir, 100. sayı. Toplum ve Bilim’in son birkaç sayısında, beşerî bilimlerin/sosyal teorinin anlamına ilişkin tartışmanın civarında çok gezdiğimizin farkındayız. Meslekçi bir söyleme saplanmadığı, bir ‘kendiyle oynama’ halini almadığı müddetçe; evet, sosyal teori meşgalesini bir praxis olarak kurma meselesiyle irtibatlı olduğu müddetçe, lüks bir ilgi değildir bu. Bu ölçüyü kaçırmadıkça, Toplum ve Bilim’in hiçbir zaman arkasında bırakmış saymayacağı ve her zaman ‘mesenlik’ yapmaktan mutluluk duyacağı bir tartışma zemininin oluşmasına katkıda bulunacaktır çünkü.
* * *
Toplum ve Bilim’in ilk on sayısı 1970’lerin son çeyreğinde, Türkiye’de ‘iç savaş benzeri’ bir ortamın hüküm sürdüğü bir dönemde yayınlandı. 12 Eylül askerî rejimi sırasında yayınını sürdürdü, sadece bu evrenin sonlarında bir aksama oldu, 1982-83 dönemini kapsayan 18-22. sayının çıkışı yaklaşık bir yıl gecikti. Toplum ve Bilim, Soğuk Savaş’tan “tek kutuplu dünya”ya geçiş sürecine, Türkiye’de “düşük yoğunluklu savaş”ın onyılına, 11 Eylül dönümüne tanıklık etti. Mamâfih derginin koleksiyonunda bu yüklü gündemin doğrudan yansımasını aramak nafile olacaktır. Toplum ve Bilim, kendisini mutlaklaştıran bir aktüaliteye, iç muhasebeyi zorlaştıran ya da gözden kaçıran bir carî “gündem”e karşı hep mesafeliydi. Buna karşılık bu ‘büyük’ dönüşümlerin toplumsal-tarihsel arkaplanının, onun muhtelif veçhelerinin analizini, kuramsal açıklamasını yapmak isteyen birisi, Toplum ve Bilim koleksiyonundan fayda görecektir. Toplum ve Bilim, aktüalitenin berisindeki toplumsal-tarihsel süreçlere yönelttiği eleştirel ilgi itibariyle, politik bir dergi olageldi. (1982-83 dönemindeki o uzun ‘gecikme’ boşluğunun, 18-22. sayı olarak Recep Peker’in İnkılâp Dersleri yayınlanarak kapatılması da, böylesi bir politik tutumun sinyaliydi.) Bunun, Toplum ve Bilim’in bünyesinde yer aldığı yayınevinin kurucu dergisi olan Birikim’inkinden başka tarzda, başka bir kipte, fakat neticede onu bütünleyen bir politik ilgi olduğunu söyleyebiliriz.
* * *
Toplum ve Bilim, akademik mesaiye ve ilgilere hitap
Bu tutum, toplumsal ve tarihsel olguların tekil bilimler tarafından kavranış biçimleri karşısında eleştirel duruşu güvencelediği gibi, beşerî bilimlerin farklı alanlarından hem kurumsal akademisyenlerin hem de düşünmeye bağlanmış insanların, düşünce erbâbının diyalog imkânına ya da biraraya gelebilmesine katkıda bulunmuştur, kanaatindeyiz.
Bir tekil sosyal bilimin ağırlıklı olduğu dönemler olmuştur belki ama Toplum ve Bilim’in yayın politikasına belli bir teorik eğilimin egemen olduğu bir dönemden sözedilemez. Değişik dönemlerde, değişik sayılarda/dosyalarda, değişik vesilelerle, farklı teorik yönelimler, farklı paradigmatik kurgular, farklı referans silsileleri, farklı ‘kanonlar’ kendine yer bulabilmiştir fakat Toplum ve Bilim bir teorik ekolle özdeşleşmemiştir. Burada tek angajman, Toplum ve Bilim’in zımnındaki politik çerçevedir; topluma ve tarihe eleştirel bir kuramsal bakıştır.
“Ampirisist” diye tanımlayabileceğimiz bazı çalışmalar dergi koleksiyonunda belki bulunabilirse de, Toplum ve Bilim’de, ampirisist bir tutumun, eleştirel yaklaşımla bağdaşmayacağı kabulü ağır basmıştır. Bununla beraber, ampirik malzemenin, ampirisizme terk edilmeyecek kadar mühim olduğunu düşündük hep; Toplum ve Bilim, ‘teorinin teorisi’ni bir “yüksek bilim” alâmeti saymamış, olgusal malzemeyle haşır neşir olan çalışmaları teşvik etmiştir.
* * *
Günümüzde sık sık sözü edilen “Uluslararası bilimsel standartlar”, Toplum ve Bilim’in hiçbir zaman görmezden gelmediği bir ölçü oldu. Bu bağlamda hakem-okur müessesesi, Türkiye’de beşerî bilimler ve dergicilik alanında bir prestij göstergesi olarak revaç bulmadan daha önce, Toplum ve Bilim’de uygulanmaya başlamıştı.
Ancak Toplum ve Bilim, sözkonusu standartların mutlaklaştırılmasına ve böylesi bir mutlaklaştırmanın teorinin (düşünme ve analiz etkinliğinin) önünü tıkamasına karşı tetik durmuştur. Bu ‘standardizasyonun’ arkasındaki profesyonelizmin ve akademiyi –dahası tümüyle düşünsel etkinliği- işletmeleştiren dinamiklerin derginin esas zemini olarak kurumsallaşmasına, itibar edilmemiştir.
Bununla bağlantılı, dil/üslûp/format ile ilgili olarak Toplum ve Bilim Yazı Kurulunun uzun süredir kronikleşmiş bir tedirginliği vardır. Standart akademik dilin/üslûbun ‘ruhsuzluğu’ ve beşerî bilim faaliyetini ‘teknikleştiren’ bilim anlayışı karşısında arzuladığımız eleştirelliği ‘uygulayamamızın’ bir sebebi, bunun alternatifi olarak –‘edebiyatın yapısökümüne’ dayanan... mı demeli?!– kâh jurnalistik kâh patetik bir deneme lisanının pusuda beklemesidir. Sonuçta, standartlarla, dille ve biçimle ilgili eleştirel kaygımız, esasa dair bir mesele olarak, berdevamdır.
* * *
Toplum ve Bilim’in Nisan 1977’de yayınlanan ilk sayısında, makalelerden önce şu tek cümlelik editoryal duyuru yer almıştı:
Türkiye’de toplumsal bilimler alanında bilgi aktarma evresinin aşılıp bilgi üretme sürecine geçildiği şu dönemde bu süreci geliştirip hızlandıracağına inandığımız Toplum ve Bilim’i sunuyoruz.
Bugün kulağa hayli naif gelecek bu temenninin bugün de peşinde olduğumuzu söyleyebiliriz pekâlâ. Lâkin bugün zaman ve dünya o kadar naif görünmediği için, bazı şerhler düşmemiz gerekir. Öncelikle, ithal ikameci bir yerliciliği kastetmediğimiz şerhini … Toplum ve Bilim, uluslararası –ki fiilen hâlâ esas olarak Batılıdır- teorik üretimin bayiliğine ya da uyarlamasına talip değildir. Fakat bu, “dışarda” üretilmiş kuramsal bilginin vukufla yapılmış derleyici sunumlarına kapalı olduğu anlamına kesinlikle gelmez. Menşe sorunsalının ötesinde, ‘evrensel’ bilginin/düşüncenin kendisi üzerine söz almayı ister, teşvik eder.
* * *
Toplum ve Bilim, Asaf Savaş Akat ve Ayşe Buğra’nın bu sayıdaki yazılarında belirttikleri gibi, ‘kurucu babası’ olan Sencer Divitçioğlu’na elbette özel bir şükran borçludur. Aktif, ‘düzenleyici’ yayın yönetmenliği anlayışıyla Huricihan İslamoğlu, bu derginin kurumsallaşmasında çok önemli bir misyona sahiptir. Derginin kalıcılığı, Ayşe Buğra’yla Şirin Tekeli’nin yayın sorumluluğunu fiilen üstlendikleri dönemde verilen emeğe çok şey borçludur. Korkut Boratav, Abdullah Onay, İskender Savaşır, Zafer Toprak da Toplum ve Bilim’in çıkmasına değişik dönemlerde önemli katkılarda bulunmuşlardır. 1993’ten bu tarafa, dergi faaliyetinin hakemli/yazı kurullu bir dergi olarak düzenlenmesinde, elbette halihazırdaki Yazı Kurulu üyelerine ilâveten, kaybettiğimiz Mehmet Küçük’ün yanısıra, Oğuz Işık, Mahmut Mutman, Erol Taymaz ve Meyda Yeğenoğlu’nun unutulmayacak katkıları vardır.
Toplum ve Bilim türünden dergiler, araç ve ortam olarak, en az on yıldır elektronik ve kitlesel medyanın tazyikine maruz bulunuyorlar. Üç ay gibi geniş periyodda çıkan kitap kılıklı bir dergi olarak Toplum ve Bilim, yeni zamanların yayın takip ve okuma alışkanlıkları içinde hazmı kolay bir ‘ürün’ değil. Buradaki müşkülâtı paylaşan ve böyle bir derginin her şeye rağmen lüzumlu olduğuna dair izahı cisimleştiren okurlarımıza teşekkür borçluyuz.
Son olarak, okuduğunuz bu metnin oluşturulmasına katkısı için Ahmet Çiğdem’e teşekkürümü ifade etmeliyim.