Açlığın Sofrasında
Yeryüzünde vuku bulmuş ne kadar tatsız, ne kadar can acıtıcı, ne kadar yürek yakıcı hadise varsa meğerse hepsi yemek yüzünden çıkmış. Her türlü savaşın, her türlü kavganın temelinde “ekmek davası” yatar çünkü. Toprağın bu kadar kutsal bir şey olması, hatta insanoğlunun üzerinde yaşadığı tapulu mülküne “vatan” adını vermesinin temelinde de bu “karın doyurma” dürtüsü yatar. Toprak besin verir, besin karın doyurur, doymuş insan mutludur, açlık ise beladır. Ondan olsa gerek Albert Camus, “İnsan aç kalmayagörsün, inançlarını bile yer,” demiş.
Çocukken soğuk kış gecelerinde, soba ateşinin etrafına kurulup dinlediği hikâyeler, masallar, destanlar, belleğinde yer ederken, öykünün bir yerine sızmış olan yemek bahsinin hep özel bir yeri olmuş Muhsin Kızılkaya için. Kulağına çalınan onca kan, gözyaşı ve acının arasından, buram buram yemek kokuları dolmuş burnuna... O hiç var olmayan yemeklerin tadı kalmış damağında.
Açlığın Sofrasında, bizi düğünlerden alıp mir konaklarına götürüyor, beylerin şölen gibi sofralarından kaldırıp bir içli köftenin insanın başına neler açtığını gösteriyor. Kulağına dolanlara dengbêj olup ses veren Muhsin Kızılkaya, ecinnilerden Nasturilere uzanan türlü hikâyeler anlatıyor ve diyor ki: “Hikâyeler pek iştah açıcı değilse bile, insanoğlunun birbirini yerken pek iştahlı olduğuna bir kanıt gibidir hepsi.”
Buyrun sofraya!
Doğduğum köye, nüfus dairesi çok uzaktı. Onun için hemen yazdırmadılar nüfus kütüğüne. Yıllar sonra başka bir köye göç ettik. Bu köyde de okul yoktu, onun için her gece, evimize gelecek Türkçe bilen bir misafirin yolunu gözledim durdum ki, ona bildiğim birkaç Türkçe kelimeyi söyleyip caka satayım diye. Buna benzer meraklarımdan olsa gerek, babam beni Hakkâri merkezinde bulunan Yatılı Bölge Okulu’na yazdırdı.Okula alsınlar diye 3 yıl küçülterek yaşımı, kayıtlara 1966 olarak geçirdiler. O okulu hiç sevmedim, soğuktu, her yeri betondu ve öğretmenleri zalimdi. Şakır şakır Türkçe öğretinceye kadar, ağzımızdan burnumuzdan oluk oluk kan getirdiler. Orada iki yıl okudum ve evimizin taşındığı mahallenin ilkokuluna kaçtım. İlkokul dördüncü sınıfta devrimci oldum. Beşinci sınıfta Kürtçe okuyup yazmayı öğrendim DDKO iddianamesine verilen cevaptan.Ortaokul yıllarını devrimci mücadelenin içinde, lise yıllarını da darbenin bize ettiklerini düşünüp okuyarak geçirdim. 1983 yılında İstanbul’a geldim, İ.Ü SBF Kamu Yönetimi Bölümüne yazıldım. Okul bitip “yönetecek bir kamu” bulamayınca, 1987 yılında Güneş gazetesinde işe başladım ve mürekkep kokusu o gün bugün bulaştı her yerime. Sırasıyla Güneş, Hürriyet, Özgür Gündem, Aydınlık gazetelerinde çalıştım. 1988’de “Barzani Röportajı”, 1991’de de “Dünden Yarına Kürtler” incelemesiyle iki defa “yılın gazetecisi” ödülünü aldım. 1993 yılında, gözüm arkada kala kala iş değiştirdim, bir reklam ajansında çalışmaya başladım. Ve yazıyla ilişkimi, Express, Öküz dergilerine, Yeni Gündem,Yeni Yüzyıl, Radikal İki gazetelerine yazarak sürdürdüm. Yaymlanmış altı kitabım var: Dünden Yarına Kürtler (H. Nebiler’le birlikte, 1991, Yurt Yayınları),Eski zaman Eşkiyaları (1991, Sel Yayınları), Ben Hâlâ Annemin Dilini Kullanamyorum (1992, Parantez Yayınları), İyi Hal Kağıdı (1994, Parantez Yayınları), Bende Mahfuz Fotoğraflar (1997, İletişim Yayınları), Kayıp Diwan (2000, İletişim Yayınları). Mehmet Uzun’un üç romanın Kürtçe’den Türkçe’ye çevirdim: Yitik Bir Aşkın Gölgesinde, Kader Kuyusu ve Aşk Gibi Aydınlık, Ölüm Gibi Karanlık.
Kitabın Adı | Açlığın Sofrasında |
ISBN | 9789750509117 |
Yayın No | İletişim - 1618 |
Dizi | Türkçe Edebiyat - 226 |
Alan | Çağdaş Türkiye Edebiyatı |
Sayfa | 239 sayfa |
En | 130 mm |
Boy | 195 mm |
Ağırlık | 202 gr |
Perakende Satış Fiyatı | 18,52 TL |
Baskı | 3. baskı - Mart 2014 (1. baskı - Haziran 2011) |
Yazar | Muhsin Kızılkaya |
Editör | Begüm Güzel |
Kapak | Suat Aysu |
Uygulama | Hüsnü Abbas |
Düzelti | Canan Güzel |
Baskı | Sena Ofset |
Cilt | Sena Ofset |