Bu sayıda...

Bu sayıda...



Toplum ve Bilim’in 78. sayısının konusunu “Türkiye’de sol düşünce” olarak duyurmuştuk. Ancak düşünce tarihi monografileriyle sınırlı olmayan elinizdeki dosyayı, “Türkiye’de solun kaynakları” başlığıyla sunmak galiba daha uygun oldu. Dosyanın içeriğiyle ilgili hemen düşmemiz gereken kayıt, konuyu tüketici mahiyette olmasının beklenmemesi gerektiğidir. Türkiye’de sol akım, değişik veçheleriyle, bilimsel-akademik ortamda pek fazla ele alınmamıştır. (Bu alandaki sınırlı birikime katkısı emsalsiz değerde olan Mete Tunçay’ın adını bu vesileyle zikretmeden geçemeyiz; Tunçay’ın -yaptığı ve yapmadığı!- çalışmaların bir eleştirisi de elinizdeki sayıda yer almakta.) Elinizdeki sayı, bir araştırma haritasının kaba eskizini çizebiliyor ve bu haritanın hayli geniş kapsamı hakkında bir fikir verebiliyorsa, ne âlâ. Türkiye soluna dair bilimsel-akademik üretimin sınırlılığı karşısında, bu sayı için, akademi-dışından ve bu arada sol/sosyalist düşünce erbâbından katkı alma yoluna gittik. Bu katkıyı davet ederken, belirli camiaların/ekollerin/çizgilerin -çoğu defa menkıbevî- iç tarih anlatılarına veya siyasal polemiklere rağbet etmemeye, eleştirel değerlendirmelere ulaşmaya gayret ettik. Yazarların da, doğrudan doğruya siyasal nitelikli savlarını, böyle bir eleştirel kaygıdan uzaklaşmadan serdettiklerini varsayıyoruz. Siyasal söylem ile akademik-bilimsel söylem arasına aşılmaz duvarlar örmeyi zaten doğru bulmuyoruz - “‘Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek’ Sempozyumunun Ardından” Defter dergisiyle ortak yayımladığımız kısa değerlendirmede de belirtmiştik bunu (bkz. Toplum ve Bilim 76, s. 5-6).
İlkin, Türkiye solunun yakın dönemine bakan daha ‘sıcak’ yazılardan bahsedelim...Ömer Laçiner, sol/sosyalist siyaset ve düşüncede, programların, söylemlerin, metinlerin, eylemlerin ötesinde geçerli olan bir tür ‘dip dalgası’nın sosyal-psikolojik denebilecek bir tahlilini yapmaya girişiyor. Türkiye’de 1970 sonrasında sol/sosyalist akıma damgasını vuran Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) ‘olayı’nın, Türkiye solu içinde ne gibi süreklilikleri ve özellikle ne gibi kopuşları yansıttığını ele alıyor. THKP-C’nin oluşturduğu mecranın, bu geleneği sürdüren sol akımı, siyasal eylem ve düşünce boyutundan da öte, dünya, toplum ve gerçeklik algıları açısından nasıl biçimlendirdiğini anlatıyor. Ömer Laçiner’in bundan yirmi sene önce, 1976/77’de Birikim dergisinin 22 ve 23. sayılarında yayımlanan “1971 öncesi dönem ve THKP-C hareketinin eleştirel analizi” başlıklı uzun yazısı, Türkiye’deki sol/sosyalist düşünce içinde örneği fazla görülmeyen, soğukkanlı ve önemli bir “eleştirel analiz” idi ve siyasal zeminde geniş yankı yaratmıştı. Laçiner’in bu makalesinin, söz konusu yazıyla ilgili bir refleksiyon olarak da önem kazanacağını; bununla beraber, bu kez siyaset zeminiyle mukayyet olmayan bir ilgi alanına hitap ettiğini zannediyoruz.
Necmi Erdoğan’ın yazısı da, THKP-C hareketinin hem kendi içindeki hem onunla Türk solu arasındaki sürekliliklere bakmak açısından önem arzediyor. Bir “Türk sosyal demokrasisi” girişimi olarak Ecevit Halkçılığı ile sosyalist bir hareketin, Devrimci Yol’un söylemlerini popülizm kavramı ekseninde karşılaştıran bu deneme, Türkiye’de solun 70’lerdeki hegemonik potansiyelini analiz etmek bakımından ışık tutucu olacaktır.
Ahmet Oktay, 1930-68 döneminde Türkiye’de sosyalist/komünist hareketin -esasen TKP’nin- siyasal iklimini, “bir anlamlandırma sistemi” anlamında kültürel kaynakları ve üretimleri açısından resmediyor. Dönemin sosyalist literatürünün ve solun düşünce/sanat/edebiyat ortamıyla ilişkisinin vukuflu bir taramasını yaparken, birçok politikacı, düşünür, edebiyatçı, yazar ve yayın projesinin sol düşüncenin oluşumundaki etkilerini değerlendiriyor. Ahmet Oktay, Türkiye Solunda bir kültürel yoksullaşmadan yakınırken, kuramla edebiyat/sanatla canlı bir ilişkinin sol/sosyalist düşünce ve hareket için ‘lüks’ değil ‘farz’ olduğunu vurguluyor.
Suavi Aydın, Türkiye’de sosyalist düşüncede “özgücü” olarak tanımladığı, milliyetçi belirlenimli çizgi içinde, sol-Kemalist Kadro’cuların geleneğini 1960’larda Maoizm’le ve sosyalizan Üçüncü Dünyacılıkla aşılayan Milli Demokratik Devrim (MDD) hareketinin kurucu mâhiyetteki önemini ortaya koyuyor. MDD’nin düşünce evrenini zengin bir malzemeye dayanarak derli toplu ortaya seren Aydın, Türkiye’de sol ve sosyalizm ile Kemalizmin muhataralı ve her zaman çok tartışma kaldıran ilişkisini, -elbette kendi koyduğu perspektiften- şüphe götürmeyecek bir açıklıkla tanımlıyor. Nihayetinde yazar, bugünün koşullarında beliren “Ulusal Solcu”, Sultangaliyefci vb. ‘merakları’ da ele alarak, “özgücü” arayışın sürekliliğini gösteriyor.
 Türkiye’de sol düşüncenin koordinat sisteminde bambaşka yerlerde duran üç figür: Şevket Süreyya Aydemir, Hikmet Kıvılcımlı ve Mehmet Ali Aybar hakkındaki değerlendirmelerin, bu koordinat sisteminin bütünü hakkında birçok ipucu içerdiği kanısındayız. Aylin Özman, titiz ve ayrıntılı monografik incelemesinde, M.A. Aybar’ı Batı Marksizmi’nin ve hümanist bir sosyalizmin Türkiye’de yeniden üretilmesinde özgün bir düşünür olarak ele alıyor. Süha Ünsal, başka birçok özelliği yanında “ilginç” bir kişilik olan Hikmet Kıvılcımlı’nın eylem ve düşünce akışlarını tasvir ederken, sosyalist düşünce ve siyasetin özellikle Kemalizmle ve milliyetçilikle girdiği ‘reaksiyona’ dikkat çekmiş oluyor. “Doktor”un özgünlüğü, “tarih tezi”nin ve “Türkiye’nin orijinalitesi” ile ilgili somut tespitlerinden çok, ortodoks gelenek içinde, dogmatizme karşı ülkenin özgül koşullarını değerlendirme ‘kaygısı’nı temsil etmesinden kaynaklanıyor gibi görünüyor. Ünsal, Kıvılcımlı’nın özgünlüğünü, Türk solunda süreklilik ile 1960’lar/70’ler dönümünde yaşanan kopuşun tam arasında durmasına bağlıyor. Bu yazının ekinde, onun kendi siyasî görüşlerini komprime bir tarzda ele aldığı, ilk kez yayımlanan bir belge yer almakta. Metin Çulhaoğlu’nun Şevket Süreyya Aydemir üzerine yazısı, bu önemli Kadrocu ve “sol Kemalist”in sosyal-Darwinistliğine, seçkinciliğine ve “ihtilâl korkusu”na dair yorumları ve birçok başka özgün öneri ve tespiti yanında; sosyalist düşünceyle ilişkisi açısından ‘periferik’ sayılabilecek bir figür olan Aydemir’i, Türkiye’deki sosyalist akımın zaaflarla malûl olduğu iki yönden kuvvetli buluyor: teoriyle ilişki ve “yerlilik”. Çulhaoğlu, bitirirken, “Türk aydını tarafından aşılmak şöyle dursun, bilince bile çıkarılamamış ikilemler”le cebelleşen biri olarak Aydemir’in güncelliğine dikkat çekiyor.
Bir de dergi monografisine yer verdik: 1940’ların “fırtınalı” ortamında çıkan Yurt ve Dünya dergisi, Türkiye’de solun bir düşünsel ve kültürel mihrak haline gelmesinde önemli rol oynamıştı. Meltem Ağduk Gevrek bu derginin genellikle daha fazla bilinen serencâmı yanında, yayın ve düşünce içeriğini de anlatıyor.
Çok partili hayata geçişte Esat Adil’in Türkiye Sosyalist Fırkası’nı ele alan Özgür Gökmen’in sol/sosyalist düşünceden çok sol/sosyalist siyaseti ilgilendiren incelemesi birçok açıdan önemli: Türkiye’de demokratik rejimin kısıtlı yapısını kuruluş ânında tespit ediyor ve solu sınırlamanın/denetlemenin bu kısıtlama açısından taşıdığı mühim işlevi gösteriyor; Türkiye Solunun -neredeyse ‘sistemli biçimde’- unutulan bir partisini inceliyor; ve bu kısa ömürlü sosyalist girişimin, demokrasiye ilişkin özgün, yerli programı ve özellikle ilkeleriyle tutarlı oluşuyla dönemin yerleşik sosyalist hareketine göre ‘ılımlı’ görünen ama hayli ileri ve ‘radikal’ karakterini ortaya koyuyor.
Cumhuriyet dönemini ve yakın zamanları esas aldığımız sayıda, Osmanlı devletinin son döneminde sol/sosyalist hareketin rüşeymi açısından önemli bir incelemeye yer veriyoruz. Yavuz Selim Karakışla, 1908 grev dalgasını özgün bir kaynak incelemesiyle irdeliyor. ‘Salt ekonomik’ saiklerle ‘patlayan’ bu grevlerin, siyasi taleplerle ve akımlarla hemen hiç birleşmediğini görüyoruz. Özellikle siyasi otoritenin ve İttihat ve Terakki’nin grevlerle ilgili tutumunda, modern Türkiye’de sınıf siyasetinin rüşeymini gayet iyi görüyoruz!
Yine işçi sınıfıyla ilgili bir inceleme: Sayı konumuzun kıyısında, Çiler Dursun’un, Türkiye’de işçi sınıfının medyada temsilini inceleyen yazısı duruyor. Dursun, işçi sınıfının ‘yitişi’ hakkındaki tezleri ve kimlik tartışmaları bağlamındaki yerini sorguladıktan sonra; işçilerin sınıfsal varoluşunun ve ‘kimliğinin’ yok olmadığını, Türkiye’de işçi hareketinin bellibaşlı eşiklerinde medyada nasıl temsil edildiğini sergileyerek göz önüne seriyor. Yazısını bitirirken de, işçi sınıfının ananevî “ekmek ve özgürlük” taleplerine “temsiliyet” talebini ekliyor!
İletişi Bölümünde, Adnan Ekşigil’in 76. sayımızda yayımlanan “Antropolojinin mutfağında Türkiye” başlıklı makalesiyle ilgili başlayan tartışma devam ediyor ve Ekşigil, 77. sayıda Suavi Aydın’ın yönelttiği eleştiriyi cevaplıyor.
Bu sayıyla ilgili son olarak, “Türkiye’de Solun Kaynakları” dosyasının hazırlanmasındaki katkılarından ötürü Murat Gültekingil’e teşekkür ediyoruz.
Her zamanki gibi, Toplum ve Bilim’in önümüzdeki sayıları için öngördüğümüz ağırlıklı konuları bildirelim:
79. sayı (Kış 1998): Sanat
80. sayı (Bahar 1999): Güneydoğu Asya ve Modernleşme
81. sayı (Yaz 1999): Türkçe Edebiyat
82. sayı (Güz 1999): Avrupa ve Almanya Türkleri
83. sayı (Kış 1999): Hukuk, Demokrasi ve İnsan Hakları.