Toplum ve Bilim’in bu sayısında, modernleşmeye, modernlik tecrübelerine “uygarlık süreci” kavramıyla bakmanın imkanlarını araştırdık. “Uygarlık” kavramını bir modernleşme vetiresi olarak düşünmek ve bu minvalde onun güçlü ahlaki/yargılayıcı çağrışımlarını da tartışmak, sosyal teoriyi zenginleştirici olduğu gibi, politik yönden de önem taşıyor. Bu dosyada, “uygarlık süreci” kavramının ‘mucidi’ Norbert Elias’ın kuramsal yaklaşımını tanıtan ve eleştirel değerlendirmesini yapan makalelere de yer verdik. Elias’ın bu kavramsal çerçeveyi geliştirdiği başyapıtını Türkçeye kazandıran (birinci cilt İletişim Yayınları tarafından geçtiğimiz ay basıldı) Ender Ateşman’a, bu makaleleri ‘yazdırtarak’ sağladığı editoryal katkı için teşekkür ediyoruz. “Türk modermleşmesi”yle ilgili soruları uygarlık süreci kavramıyla tartışan yazılarda, istediğimiz kapsama ve niceliğe ulaşamadığımızı itiraf etmeliyiz. Dileriz elinizdeki sayı, bu yöndeki çalışmalara teşvik olsun.
İlkin, Norbert Elias’ın “uygarlık süreci” kavramını irdeleyen üç makaleden bahsedelim. Heike Hammer, Elias’ın uygarlık kuramının, karşılaştığı eleştiriler (Avrupa-merkezcilik, ‘erkek-merkezcilik’, belirlenimcilik-evrimcilik, 1960’lar/70’lerin yeni modernleşme dalgasının gevşetici etkileri vd.) ve bu eleştirilerin de katkısıyla kazandığı yeni açılımlarla nasıl geliştiğini özetlerken, gelişmeye açıklığını da vurgulamış oluyor. Elias’ın gerek Uygarlık Süreci’nde gerek sonraki çalışmalarında merkezî önem taşıyan bir mesele olan şiddet, Peter Imbusch’un makalesinde, Freud, Max Weber, Alfred Weber ve Adorno/Horkheimer’in kuramsal yaklaşımlarıyla mukayeseli olarak tartışılıyor - uygarlık-şiddet ilişkisine ve “barbarlığa” dair sağlam bir değerlendirme. Erk Yontar ise Elias’ın “insan bilimleri kavramını” ve bilgi sosyolojisini tanıtıyor. Bunu yaparken, disiplinlerarasılık tartışmalarında eksik olan bir ‘sentetik teori’ açığına dikkat çekiyor ve Elias’ın kuramının bu bakımdan sunabileceği imkanları vurguluyor. Bu katkı, Defter dergisiyle beraber düzenlediğimiz “Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek” Sempozyumundaki tartışmaları hatırlamak, hatırlatmak için de bir vesiledir (bkz. Toplum ve Bilim 76, s. 5-6 ve Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek - Sempozyum Bildirileri, Metis 1998).
Ayşe Öncü yazısında, Elias’ın Uygarlık Süreci kitabının, yayımlandığı zaman neden ilgi görmediği ve bugün neye bağlı olarak popülerlik kazandığı üzerinde duruyor. 1930’larda Frankfurt Okulu Alman işçi sınıfının radikal misyonunu neden yitirdiğini sorgularken Elias’ın gündelik yaşamın ayrıntılarına giren çalışmaları marjinal kalıyor. Öncü’ye göre, kitabın yazıldığı dönemde kabul görmemesinin nedeni, odağında Marx değil Freud’un olması. Elias’taki, medeniyetin içgüdülerin gemlenmesi üstüne bina edildiği fikri, Freud’un çözümlemelerine dayanıyor. Tam da bu yüzden, yani Elias Freud’un fikirlerini hiç sorgulamadan bir leitmotiv olarak kullandığı için, Avrupa’nın medenileşme öyküsünü, özgün bir evrim süreci olarak kavramlaştırıyor. Oysa ‘gayrı medeni’ dünyanın bu süreçteki kurucu rolü, bugün post-kolonyal eleştiri tarafından ortaya konmuş durumda. Buradan yola çıkarak Ayşe Öncü de, Elias’ın dışarıda bıraktıklarını yorumlayabilmek amacıyla Avrupa’nın kendini kuruşundaki ‘insanlık mertebeleri’nden söz eden Michel-Rolph Trouillot’ya başvuruyor. Öncü, Elias’ın kitabının, hem biricikliğini ortaya koyuyor hem de kör noktalarını.
Türkiye ile Japonya, modernleşme tartışmalarında her zaman verimli bir mukayese ekseni oluşturmuşlardır. Ancak, muhafazakâr modernleşme özlemi doğrultusunda yüz yıldır yapılan yüzeysel ve romantik atıfları bir yana bırakırsak, bu mukayesenin muhtevalı bir biçimde yapıldığını asla söyleyemeyiz. İşte, Selçuk Esenbel, uygarlık süreci kavramı ışığında bu açığı kapamaya dönük geniş bir kapı aralıyor. 19./20. yüzyıl dönümünün Osmanlı İmparatorluğu ve Japonyası’nda “hal ve davranışı”, adab-ı muaşereti uygarlaşma istikametinde yenilemeye dönük arayışları ve ilmihalleri vukufla kıyaslıyor. Makalenin değeri kullandığı zengin malzemeyle sınırlı değil; Esenbel, Osmanlı-Türk ve Japon modernleşmeleri hakkında, özellikle Osmanlı-Türk ve Japon seçkinlerinin uygarlaşmayla ve eski ve yeni uygarlıkla ilgili anlayışları hakkında verimkâr yorumlar ortaya koyuyor.
Arus Yumul’un yazısının hususiyeti, “uygarlaşma” sorunsalının güncel kültürel-politik bağlamda nasıl sınıfsal-toplumsal açıdan stratejik bir kavram ya da tahayyül olarak içeriklendirilebildiğine eğilmesinde. Bu yazı, uygarlık sürecinin bir parçası olan, toplumsallaşma, rasyonelleşme, bireyselleşme vetirelerinden geçmiş “medeni beden”lerin, günümüz Türkiye’sinde nasıl ‘militanca’ koğuşturulduğuna dikkat çekiyor. Koğuşturan, medya-merkezli popülariteye damgasını vuran, burjuva-modernist diyebileceğimiz bir anlayış - ki satirik ifadesi “Beyaz Türkler”dir! Koğuşturulanın ise esas itibarıyla erkek bedenleri olması da ilginç.
“Hanımlar”ın ev işlerini disipline ve nizama sokmaya dönük, Cumhuriyetin kuruluş evresinde canla başla yürütülen teşebbüsler, Türk modernleşmesinin ve “uygarlaşmasının” pek dikkat çekmemiş ama gayet kapsamlı ve tipik bir veçhesini oluşturuyor. Bunu Yael Navaro-Yaşın’ın ilginç makalesi layıkıyla gösteriyor. Makale, Kız Enstitülerinin kurumsal bayraktarı olduğu bu projenin, doğrudan doğruya Taylorizme atıflarla yürütülen, bir emek sürecini rasyonelleştirme harekâtı olduğunu anlatıyor.
Ermeni Kırımı ile ilgili kapsamlı araştırması bilinen Taner Akçam, bu araştırmasının ilhamıyla Elias’ın düşüncesiyle nasıl tanıştığını aktarıyor - salt bu tanıklık bile, sosyal teorinin alımlanması ve anlamlandırılması bakımından ilgiye değerdir. Akçam, Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş sürecindeki travmatik yaşantıları, Elias’ın Uygarlık Süreci’nden sonraki -bazı yönleriyle onu revize ettiği tartışılan- Almanlar Üzerine İncelemeler’inin kavramsal avadanlığına el atarak çözümlemenin açabileceği ufka işaret ediyor.
Türkiye’de laikliğin “normatif (içeriden) bir sekülarizasyona” dayanmayışı, uygarlaşma sürecinde yapısal bir ‘arıza’ teşkil etmiyor mu? Sayı konumuz açısından ilginç olan bu soruyu ima etmekle yetinen Bedri Gencer’in yazısı münhasıran “Türkiye’de laikliğin tarihî dinamikleri”ne eğiliyor. Yapılan yayının, dolaşıma sokulan sözün miktarına bakıldığında çoktan tüketilmiş olması gereken bir konu bu aslında - ama öyle değil. Bedri Gencer, Türkiye’de sosyal teorinin her zaman politik –ve aktüel- bir telaşeyle yüklü olan bu ‘ezeli’ konusunu, asabiyyet bağlarının değişimi ve bunun ulus ve devlet kavrayışındaki yansımaları üzerinden tartışıyor.
Ayşe Çağlar’ın makalesi, kimlik kavramını “fundamentalist” ya da etnisist vurgulardan arındırmayı denerken başka türden özcü kalıplar üreten çokkimliklilik-çokkültürlülük tartışmalarının bir eleştirel tahlilini yapıyor. “Kültürcülük” çığrında ihmal edilen ‘maddi kültür’ araştırmalarının, bilhassa tüketim üstüne araştırmaların bu bağlamda sağlayabileceği katkılara dikkat çeken yazı, bu yanıyla, “uygarlık süreci” bakış açısından bir okumaya da elverişli olabilir.
Lale Yalçın-Heckmann’ın “Kürt aşiretleri, aşiret liderleri ve global süreçler: Hakkari’de Oramarî örneği” başlıklı makalesini önemli bir katkı sayıyoruz. İçinde “Kürt” kelimesi geçen araştırmaların, devlet politikalarına girdi sağlamaya dönük jeostratejik etüdler dışında, YÖK’ün ve üniversitelerdeki akademik heyetlerin sıkı gözetimi altında tutulduğunu bildiğimiz için önemsiyoruz. Yanlış anlaşılmasın; Yalçın-Heckmann’ın çalışmasının değeri, “aykırı” ya da yasaklanmış bir konunun üstüne gitmesinde değil, yerel-global ikiliği (ya da ikilemi) ve tarihsel gelişmenin eşzamansızlığı gibi revaçtaki kuramsal sorunları antropolojinin imkanlarıyla ve ‘vaka incelemesi’ zahmetiyle içselleştirerek telif edebilmesinde yatıyor.
“2000’lere girerken”, Toplum ve Bilim’de “zaman” kavramı etrafında bir sayı hazırlamayı tasarlamıştık, beceremedik. Çiler Dursun’un modern ve postmodern zaman kavrayışları arasındaki süreklilikleri ve kırılmaları ele alan makalesi, bu bakımdan bizim için bir tesellidir! Çiler Dursun, bu süreklilik-kırılma ilişkisinin berisinde, felsefi, tarihsel-toplumsal ve ekonomi-politik düzlemlerde zaman algısının ve zamanın toplumsal örgütlenmesinin değişkenlerini tartışıyor.
Literatür Eleştirisi’nde, Osmanlı İmparatorluğu’nun ve aynı zamanda geçtiğimiz sayıdaki “Osmanlı” dosyasının bakiyesi olan güçlü bir makale yer alıyor. Tayfun Atay, ‘tüketici’ sıfatını gerçekten hak eden bir ihata ile, Türkiye’de sosyal bilimler literatüründe ve bu literatürle politik söylemin kesiştiği alanda cereyan eden hilafet tartışmalarının eleştirel bir değerlendirmesini yapıyor. Atay, bu münakaşaların dolayımladığı dünya görüşlerini ve gündemleri serimleyerek, hilafet sorununun sadece -hatta belki de hiç!- hilafet sorunu demek olmadığını gösteriyor.
Toplum ve Bilim’in yaklaşık birbuçuk yıllık sayı planını “bu sayıda...” yazısının peşinden gelen sayfalarda duyurduğumuzu hatırlatalım. Gerçi müstakil yazılara da hemen her sayımızda yer veriyoruz ama tabii ki dosya konularımıza ‘isabet eden’ yazılar bizi başka türlü sevindiriyor!
GELECEK SAYILARDA
85 YAZ 2000
Mühendislik: Pratik ve İdeoloji
Özellikle Türkiye’de mühendislik, standart bir “meslek sosyolojisi” etüdünün ötesinde, modernizm pratiklerinin ve ideolojilerinin ‘okunması’ açısından kilit bir konu olma özelliği taşıyor. Teknolojik değişim karşısında mühendislik; bu sürecin mühendislerin sınıfsal konumlarına etkileri... Türkiye’de mühendislik pratikleri ve ideolojileri: değişimler ve süreklilikler...
86 GÜZ 2000
Türkiye’de İşgücü Piyasaları ve Emek Süreçleri
Türkiye’de işgücü piyasalarına ilişkin yerleşik kuramsal yaklaşımların eleştirisi... Bu alanda uluslararası eğilimlerle Türkiye’deki eğilimlerin yerel ve sektörel örnekler temelinde kıyaslanması... Üretim rejimleri ve bunun işçiler üzerindeki etkileri... Sendikacılığın krizinin bu bağlamda analizi...
87 KIŞ 2000/2001
Hukuk ve İnsan Hakları
Amaçlanan, insan hakları kuramını ağırlıkla hukuk teorisi bağlamında zenginleştirmek, bununla beraber hukuk ile insan hakları arasındaki kesişimleri sorunsallaştırmaktır. İnsan hakları felsefesini salt hukuksallaştırmayan, diğer yandan hukuk teorisini araçsal-teknik bir konuma yerleştirerek tüketmeyen yaklaşımlar nasıl geliştirilebilir?
88 BAHAR 2001
Yoksulluk
Yoksulluğun görünmezleş(tiril)mesine ve yerleşik kurumsal, “bilimsel” ve aynı zamanda sanatsal-kültürel ele alınışına dönük bir eleştirinin geliştirilmesi hedefleniyor. Bunun ötesinde, yoksulluğun yeni biçimlerini ve ayrımlaşmasını (kentli-köylü yoksulluğu vb.) inceleyen çalışmaların derlenmesi hedefleniyor. Yeni-popülizm biçimlerine de değinilebilir.
84 YAZ 2001
Köylülük
Köylülük olgusunun toplumsal, politik, iktisadî, kültürel ve tabii akademik gündemden nasıl kaybolduğunun sorgulanması gerekiyor. Bu yitişin muhtelif ‘görünümleri’ bizatihî bir vâkıa olarak ele alınabilir. Dünyada kırsal yapılardaki değişim eğilimleri hülâsâ edilmeli. Ayrıca elbette Türkiye’de köy ve köylülük biçimlerinin tasvirine dönük çalışmalar derlenmeli.