Toplum ve Bilim’in “Türkiye’de Ortadoğu Çalışmaları’nı Yeniden Düşünmek” başlıklı sayısı Türkiye’de çoğu zaman Türkiye’nin ve Türkiye Çalışmaları’nın dışında ve farklı bir politik-coğrafi uzam ve akademik alan olarak görülen Ortadoğu ve Ortadoğu Çalışmaları’na ışık tutmayı amaçlıyor.
Bu dosyayı 6 Ekim 2023’te başlayan İsrail-Gazze savaşıyla birlikte bölgenin maruz kaldığı dehşetengiz kitlesel şiddet dönemi esnasında planlamaya başladık. Dosyanın okuyucuyla buluştuğu Aralık 2024 tarihinde ise İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırım ve Lübnan saldırıları sonucu yaşanan yıkım ve bu savaşın bölgesel ve küresel siyasi ve sosyal yansımaları devam ediyor. Bu dönem aynı zamanda ABD ve Batı ülkelerinin İsrail’e verdiği koşulsuz destek sebebiyle liberal Avrupa fikrinin büyük ölçüde erozyona uğrayışının zirvesine de işaret ediyor. Bu dehşetengiz zamanlar toplumların fail olmaktan ziyade büyük ölçüde izleyici ve mağdur olduğu bir dönem olsa da gerek bölgedeki gerekse bölge dışındaki toplumsal hareketler emperyal güçlerin ve bölge devletlerinin politikalarına karşı adalet ve eşitlik talebinde bulunmaya devam ediyorlar.
Öte yandan içinden geçtiğimiz dönem Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sonrası bölgede kurulan bölgesel siyasi düzen ve onlara eşlik eden politik ve etnik hiyerarşilerin de sürdürülemez veya ancak şiddet yoluyla sürdürülebilir olduğunun sinyallerini de veriyor. Coğrafi olarak Türkiye ve İran ve 1916 Sykes-Picot Antlaşması’ndan İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Britanya ve Fransız sömürge imparatorluklarının yönetiminde olan geniş bölgeyi içine alan Ortadoğu’da, Birinci Dünya Savaşı sonrası bağımsız Türk ve İran devletleri kurulurken Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin gibi eski Osmanlı-Arap coğrafyasında Britanya ve Fransız manda rejimleri inşa edildi. 20. yüzyılın ilk yarısına ulusal bağımsızlık mücadeleleri ve müteakiben sömürge imparatorluklarının sonunu simgeleyen dekolonizasyon dönemi damgasını vurdu. Filistin dışındaki tüm Ortadoğu ülkeleri bağımsız ulus-devletler olarak uluslararası devletler sistemine dahil oldu. Britanya mandası altındaki Filistin yerine kurulan İsrail’in oluşumunu takiben ise Britanya ve Fransa’nın hâkimiyetinin yerini ABD ve Sovyetler Birliği’nin hegemonya mücadelesi aldı ve bölgenin tarih ve siyaseti akademik yazında ağırlıklı olarak Arap milliyetçiliği, Filistin meselesi, sekteryenizm (mezhepçilik), otoriteryenizm, petrol ve 1980’li yıllardan itibaren daha çok siyasal İslâm üzerinden tartışılmaya başladı. Post-kolonyal dönem, zorlu mücadelelerle kazanılan bağımsızlığın, maalesef toplumsal özgürlüğe tahvil olamadığı yıllara da işaret ediyordu. Yeni kurulan devletlerin ontolojik varoluşunu “egemenlik açığı” kavramı tanımlarken, sömürgeci egemenliğin yerine milli egemenlik kurma hedefi toplumun önemli bir kesimi için sözde kalan bir hayal oldu. Milli egemenlik, büyük ölçüde yönetici elitin tasarrufundaki bir hakka dönüşürken, kadınlar, işçiler, köylüler, sosyalist/İslâmi rejim muhalifleri, etno-dinî azınlıklar ve ulusal kurtuluş mücadeleleri toplumsal özgürlük, adalet ve eşitlik iddia ve talep etmeye devam ettiler.
Türkiye’de Ortadoğu’ya ilişkin akademik veya yarı akademik bilgi üretiminin bilhassa 2011 Arap Ayaklanmaları ve Suriye Savaşı’na kadar oldukça sınırlı kaldığını iddia edebiliriz. Uluslararası bir alaşım muamelesi gören bölgeye genellikle uluslararası ilişkiler disiplini içerisinden ilgi gösterildi. Ortadoğu’ya ilişkin yaygın ilgisizlik bir tarafa bırakıldığında, Türkiye’de Ortadoğu hakkında kaleme alınmış çeşitli eserlerde analitik inceleme kaygısının çoğu zaman politik ve ideolojik lenslerin gölgesinde kaldığı da açıktır. Bu durumun en temel sebebinin Ortadoğu olarak adlandırılan siyasi, dinî, iktisadi, kültürel ve sembolik coğrafyaya izafeten Türkiye’nin nerede konumlandırıldığı sorusu olduğu söylenebilir. Ortadoğu, Batılı oryantalistler ve Türkiyeli muadilleri nezdinde çoğunlukla Araplık, Farslık ve İslâm ile özdeşleştirilerek kendi toplumsallıklarından ve coğrafyalarından farklılaştırıldı. Bölge, arkaik, Türkiye’ye ve Türklüğe uzak ve/veya yabancı bir alan olarak kodlandı. Ulus-devlet sınır ve dış politikalarının yanı sıra 1928’de Latin harflerinin kabulüyle Arap, Fars ve İslâm kültür, siyaset ve kamusal tartışmalarından kopuşun daha da derinleştiği Türkiye’de bu bilişsel ve kültürel kopuş kaçınılmaz olarak sosyal ve beşerî bilim disiplinlerinde de yansımasını buldu. Sekülarist, milliyetçi ve Oryantalist olarak özetlenebilecek bu bakışa göre “Ortadoğu”, Türkiye toplum, kültür ve siyaset analizlerinde teorik bir ilham kaynağı veya karşılaştırma vakası olarak incelenemezdi. Hatta kimi zaman Türkiye modernleşmesi ve siyasetinin antitezi olarak görüldü.
Türkiye’deki milliyetçi, muhafazakâr ve İslâmcı yazında ise “Ortadoğu”ya İslâmi ve/veya mezhepçi gözlüklerle yaklaşıldı. Bölge, İslâm dininin doğup yayıldığı ve İslâm karşıtlığı üzerinden kodlanan Batı, İsrail ve müttefiki olan yerel güçlere karşı verilen İslâmi mücadelenin coğrafyası olarak mukaddesleştirildi. Halbuki “Ortadoğu” siyasi, sosyal, ideolojik, iktisadi, kültürel, dinî ve etnik olarak Türkiye ve/veya Batı gibi (hatta daha fazla) çeşitlilik arz eden, dinamik, modern ve güncel bir yerdir. Bir başka deyişle, ne Batı merkezci argümanlar ve onların Türkiye’deki çeşitli yansımalarında iddia edildiği gibi “Ortaçağ karanlığı”ndadır, ne dinî ve feodal şiddetle yoğrulmuş bir “bataklık”tır, ne de Birinci Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar basitçe “Hıristiyan Batı” tarafından dizayn edilmeye mahkûm ve mecbur bir kukladır.
Okuyacağınız dosyadaki yazılar bu bakış açısına göre belirlenmiştir. Dosyada yer alan katkılarda üç özellik öne çıkmaktadır. Birincisi, katkıların önemli bir kısmı otobiyografik izler taşımaktadır. Türkiye’de bu hususta araştırma yapanların kişisel ilgi ve yönelimlerinin ileride bu konularda araştırma yapacak olanlara tarihsel bir kayıt oluşturabileceğine inanıyoruz. Dosyadaki katkılarda öne çıkan ikinci özellik, Türkiye’de Ortadoğu Çalışmaları’nın sadece akademik bilgi üretimi ve aktarımıyla sınırlı kalamadığı gerçeğidir. Üçüncü nokta, Türkiye’de Ortadoğu Çalışmaları’nın sadece Türkiyeli yayıncı ve araştırmacılarla sınırlandırılamayacağından hareketle, Batı’daki üniversitelerde eğitim alıp ders veren ve bilhassa yerel kaynak ve dilleri kullanarak yerel tartışmalara bakabilen yazarların tecrübeleri de dosyada yer almaktadır.
Bedross Der Matossian’ın çalışması Ermenilerin Ortadoğu’da egemen milliyetçi tarihyazımlarında marjinalize edilmesine odaklanırken, Faisal Hussein Türkiye’de çevre tarihinin bir panoramasını sunuyor. Fırat Bozçalı’nın makalesi Kürt kaçak petrol ekonomileri ve eleştirel Petrol Çalışmaları’nı bir araya getiriyor. Engin Deniz Akarlı, özellikle ABD ve Ürdün’de Ortadoğu Çalışmaları alanında ders verme tecrübesine değinmekte ve Türkiye’de son yıllarda Ortadoğu hakkında akademi dışında araştırma amaçlı derneklere de dikkat çekmektedir. Meliha Altunışık, Türkiye’de Ortadoğu Çalışmaları’nın Uluslararası İlişkiler disiplini çerçevesindeki seyrine yer veriyor. İsmail Kara’nın makalesi İslâmcı düşüncenin Türkçe çeviriler yoluyla Türkiye’ye intikalini konu ediniyor. Mehmet Nuri Gültekin’in makalesi ise hakkında çokça yazılan Suriyeli mülteciler meselesini yeni sorular etrafında yeniden düşünmeye davet ediyor.
Dosyada 2025 yılında otuzuncu yılını tamamlayacak olan Avesta Yayınları’nın kurucusu ve editörü Abdullah Keskin’le yapılan bir mülakata da yer veriliyor. Abdullah Keskin, Avesta Yayınları’nın Ortadoğu hakkındaki yayınlarını, perspektifini ve tecrübesini Toplum ve Bilim okurlarına aktarıyor.
Dosyada ayrıca iki kitap eleştirisi yer alıyor. Yener Koç, Osmanlı-İran sınır bölgesinde Caf Aşireti hakkında Türkiye’de doktora tezi olarak yazılıp İletişim Yayınları tarafından kitaplaştırılan bir eserin, Murat Bozluolcay ise ABD’deki Ortadoğu Çalışmaları’ndan gelen farklı yazarların son beş yıl içerisinde yayımlanmış olup ekonomi politik, iktisat tarihi veya iktisadi düşünce hakkında veya bu alanlarla ilişkilenen altı eserin değerlendirmesini sunuyor.
Böyle kapsamlı ve ihtilaflı bir meselenin özel dergi sayılarında ancak sınırlı bir düzeyde ele alınabileceğini okuyucularımız umarız ki takdir ederler. Bununla birlikte yine de dosyada özellikle toplumsal cinsiyet, kültür, Osmanlı-Arap milliyetçiliği, İran ve İsrail-Filistin çatışması gibi konulara farklı boyutlarıyla yer vermeyi arzu ettik, ancak maalesef bu sayıda mümkün olmadı. Dosyanın önümüzdeki sene yayımlanmasını hedeflediğimiz ikinci kısmında Batı’da Ortadoğu Çalışmaları’nın serencamına ışık tutan metinlere yer vermeyi planlıyoruz.
Dosyadaki katkıların Türkiye’nin siyasi, kültürel ve tarihsel olarak bir parçası olduğu Ortadoğu’nun anlaşılmasına bir katkı sunması dileğiyle...1
1 Bu dosyanın hazırlanması sürecindeki desteği için Metin Yüksel’e teşekkür ederim.