1847’de İstanbul’da doğdu. Tanzimat’tan sonra Takvimhane Nazırlığı yapan, şair, hattat ve vakanüvis Recaizade Mehmet Şakir Efendi’nin oğludur. Küçük yaşta evde babasından Arapça ve Farsça öğrendi, bir süre Vaniköy sıbyan mektebi ile Beyazıt Rüştiyesi ve Mekteb-i İrfan’da okudu (1858). Buradan mezun olduktan sonra Harbiye İdadisi’ne gönderildiyse de henüz ikinci sınıftayken hastalanınca ayrılmak zorunda kaldı. 1862’de girdiği Hariciye Mektûbî Kalemi’nde bir yandan eski şiir anlayışını devam ettiren Leskofçalı Galip ve Hersekli Arif Hikmet Bey ile, diğer yandan da Namık Kemal ve Ayetullah Bey gibi yenilikçilerle tanıştı. Bu arada Fransızca öğrenmeye başladı ve böylece Batı kültürüyle ilişki kurma olanağı buldu; Divan şiiri tarzında şiirler yazmaya ve Fransızcadan bazı çeviriler yapmaya başladı. İlk yazıları Tasvir-i Efkâr ve Hakayıkü’l-vekayi gazetelerinde yayımlandı. Namık Kemal 1867 Mayısı’nda gizli Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin üyesi olarak Fransa’ya kaçarken Tasvir-i Efkâr’ın sorumluluğunu ona bıraktı. 1876’da bir rahatsızlığı nedeniyle tedavi olmak üzere Avrupa’ya gitti ve bir süre Viyana yakınlarında bir kasabada kaldı. 1877’de Şura-yı Devlet âzası oldu. 1878-1887 yılları arasında Galatasaray Sultanisi’nde ve Mülkiye Mektebi’nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Bu okullarda ders kitabı olarak okutulan Talim-i Edebiyat adlı retorik kitabını hazırladı. 1895’te, Musavver Malumat gazetesi sahibi Baba Tahir lakaplı Malumatçı Tahir’le aralarında çıkan kafiye tartışmasında, eski anlayıştan farklı olarak, ilk defa “kulak için kafiye” anlayışını savundu. Tartışma sürerken, Mülkiye Mektebi’nden eski öğrencisi Ahmet İhsan’a, yayımlamakta olduğu Servet-i Fünun dergisini yeni edebiyat anlayışını savunan genç şair ve yazarlara açmasını tavsiye etti. 1896 başlarında Recaizade Ekrem’in önayak olmasıyla Servet-i Fünun dergisi çevresinde Edebiyat-ı Cedide hareketi başlamış oldu. Recaizade’nin Servet-i Fünun kuşağı edebiyatçılarının yetişmesinde önemli payı oldu. Ancak büyük ümitler bağladığı Servet-i Fünun topluluğunun beş yıl gibi kısa bir süre sonra dağılması, ardından çok sevdiği oğlu Nijad’ın ölümü onu çok sarstı ve edebiyat çevrelerinden uzaklaşmasına sebep oldu. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanından sonra kurulan Kâmil Paşa kabinesinde evkaf ve maarif nazırlıklarında bulundu, daha sonra nazırlıktan ayrılarak Meclis-i Âyan üyesi oldu. 1914 yılında İstanbul’da vefat etti. Recaizade Mahmut Ekrem, 1860’lı yıllarda Şinasi ile başlayıp Namık Kemal ve Abdülhak Hâmit ile gelişen yenileşme akımının belli başlı temsilcilerinden biridir. Galatasaray Sultanisi ve Mülkiye Mektebi’ndeki hocalığı sırasında otoriter kişiliği öğrencilerinin saygı ve sevgisini kazanmış, “Üstat Ekrem” unvanıyla anılmıştır. Bir şair olarak bir yandan Divan edebiyatı geleneğini sürdürürken, bir yandan da halk söyleyişleri ile mahallileşme akımından etkilenmiştir.
Ancak bütün bunların üstünde Fransız şiirinin etkisi altında kalmıştır. Şiirlerini Nağme-i Seher (1871), Yadigar-ı Şebab (1873), Zemzeme (I-II-III, 1882, 1883, 1886),Tefekkür (1886), Pejmürde (1894), Nijad Ekrem (1901) başlıklı eserlerinde topladı. Hayatı boyunca “sanat sanat içindir” anlayışını savunan Recaizade’nin tiyatro eserlerinde de bu etkiyi görmek mümkündür: Afife Anjelik (1870), Atala yahut Amerika Vahşileri (1873), Vuslat yahut Süreksiz Sevinç (1874), Çok Bilen Çok Yanılır (1916). Öyküleri ise şu kitaplarında yer almaktadır: Muhsin Bey yahut Şairliğin Hazin Bir Neticesi (1889) ve Şemsâ (1896).