Osmanlı mahkemelerinde şüpheli zehirlenme vakaları, adli tıp pratikleri ve tıbbi deliller
EBRU AYKUT
Osmanlı İmparatorluğu’nda İslam hukukunun delil prensipleri gereği, şahitlerin tanıklığı ve zanlının itirafı (ikrâr) hukuk sisteminde ispat müessesesinin temelini oluşturuyordu. 19. yüzyılda çıkartılan yeni ceza kanunları ve yeni kurulan nizamiye mahkemeleri cezai soruşturmalarda şahitlerin ve ikrârın rolünü değiştirmedi. Ancak şer’i mahkemelerden farklı olarak, yeni mahkemelerde ikinci derece (takdiri) deliller, özellikle zanlı suçunu itiraf etmiyor ve şahit de bulunamıyorsa, önemli bir yer edinmeye başladı. Bilhassa zehirlenme vakaları gibi “gizli” suçların aydınlatılmasında adli tabiplerin otopsi ve kimyasal analizlerle sağladığı tıbbi deliller 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu mahkemelerde gittikçe daha önem kazandı. Hukuki reformlara ve ikinci derece deliller üzerindeki bu yeni vurguya paralel olarak Osmanlı Devleti bu dönemde, hekimlerin adli vazifelerini belirleyen prosedürel ve kurumsal çerçeveyi tanımlayarak düzenledi. Yüzyıl sonlarına doğru, şüpheli ölümlerde ölüm nedenini tayin eden ve böylece davalı ve davacı tarafın mahkemede elini güçlendiren tıbbi deliller, sıradan insanlar tarafından da kabul görmeye başlamıştı. Fakat bu sürece teşrih ve otopsiye karşı toplumsal önyargılar, hekimlerin artan adli vazifelerine eşlik eden ödenmeyen harcırah ve maaşları, mahkemelerde kimyevi tahlillerle sunulan delillerin güvenilirliği gibi pek çok husus damgasını vurdu.
Bu çalışmada Osmanlı mahkemelerinde görülen şüpheli zehirlenme vakalarının aydınlatılmasında tıbbi delillerin rolünü, Osmanlı Devleti’nin bu dönemde artan kamu sağlığı ve güvenliğiyle ilgili kaygıları çerçevesinde incelemeyi amaçlıyorum. Konu hakkında pek az akademik çalışma olduğundan, arşiv malzemesi başta olmak üzere adli tıbbın post-mortem muayene, teşrih ve kimyasal analiz gibi farklı veçheleri hakkında ipucu veren ve dönemin hekim ve adli tabipleri tarafından yazılmış olan kitapları inceledim. Bu kaynaklar bir yandan Osmanlı’da profesyonel bir uzmanlık alanı olarak adli tababetin nasıl kurulduğuna dair bilgi verirken, diğer yandan da adli tıp pratiklerinin mahkeme kararlarını nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor.
Anahtar sözcükler: Osmanlı İmparatorluğu, mahkemeler, adli tıp, tıbbi delil-ler.
* * *
Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman emperyalizminin kültürel tezahürleri: Emperyal projeyi tahkim eden tablolar
FUNDA BERKSOY
1870’li yıllardan itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun içine düştüğü siyasi ve ekonomik krizin yanı sıra uluslararası politik ortam, Wilhelm İmparatorluğunu sarayın en önemli müttefiki haline getirmiştir. Bu süreçte Almanlar, Osmanlı’ya yönelik olarak literatürde pénétration pacifique (barışçıl nüfuz ya da yayılma) diye adlandırılan emperyalizm tekniğini uygulamış ve imparatorluğu siyasi, iktisadi açıdan büyük ölçüde kendilerine bağımlı hale getirmişlerdir. Kaiser II.Wilhelm ve Sultan II.Abdülhamid’in yönetimde bulunduğu dönemde, kültür hayatındaki kimi gelişmeler ve eserler, her iki ülke arasındaki emperyal ilişkiyi açık eder niteliktedir. Özellikle Almanya’da devletin yönlendirmesiyle yapılan ve sergilerde yer alan siyasi içerikli oryantalist tablolar ile özel sipariş üzerine hazırlanıp dergilerde basılan resimler, emperyalist politikaları güçlendiren sembolik bir anlatıma sahiptir. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise Alman nüfuzunun, devletin siyasi rasyonalitesi tarafından içerildiği ve bazı tablolar üzerinde etki bıraktığı söylenebilir.
Bu makalenin amacı, Wilhelm Gentz, Max Rabes, Fausto Zonaro, Naciye Neyyal ve Abdülmecid Efendi’nin Osmanlı-Alman ilişkilerini görselleştiren ça-lışmalarını, Alman devletinin uyguladığı emperyalist stratejiler çerçevesinde incelemektir. Yazıda ayrıca, resimlerde var olduğu ileri sürülen ve söz konusu stratejileri tahkim ettiği düşünülen oryantalist söylemler üzerinde durulmuştur.
Anahtar sözcükler: Osmanlı İmparatorluğu, Wilhelm İmparatorluğu, emper-yalizm, oryantalist söylem, resim sanatı.
* * *
Cumhuriyet’in kuruluş dönemi Türk milliyetçiliği karşısında Anadolu Mecmuası
METE ÇETİK
Cumhuriyet’in kuruluşunun hemen ardından hükümete muhalif bir grup Anadolu Mecmuası adında bir dergi yayınlamaya başladı. Yazarları dönemin en yetenekli milliyetçi gençleri arasındaydı. Dergi Türk milleti için yeni bir isim öneriyordu: Anadolu Milleti.
Yazarlar Anadolu coğrafyasının milletin tüm özelliklerini bir araya getirdiğini iddia ediyordu.Bölgenin sınırları aynı zamanda Anadolu Türk Milletinin de ana vatanı idi. Dergiye göre Türk kimliği sadece Anadolu Müslüman Türk nüfusuyla sınırlıydı. Türk bile olsalar Anadolu dışından kimse millete ait kabul edilmiyordu. Bu kabul grubun Atatürk’ü de milletin ferdi kabul etmediğini ima ediyordu.
Dergi o zamanki yaygın Türk milliyetçiliklerinin belirgin özelliklerini taşımı-yordu. Batılılaşma, gayrimüslimler, Türk olmayan etnik gruplar konusunda, ya da irtica konusunda çok az görüş bildiriyorlardı.
Grup yayılmacı değildi ama katı bölgesel dışlayıcılıkları ve iç sömürgeleştirme niyetleri ile ırkçı olarak adlandırılabilirler.
Grup dergide hükümeti, özellikle kültürel ve eğitime ait konularda sert şekilde eleştiriyordu. Dergi 1925 yılında, Takrir-i Sükun Kanunundan kısa süre sonra yayınına son verdi.
Anahtar sözcükler: Anadolu Mecmuası, Anadoluculuk, milliyetçilik, ırkçılık, milli kimlik, Ziya Gökalp, Atatürk Milliyetçiliği, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Mükrimin Halil Yinanç, Ahmet Refik Altınay.
* * *
Erken Cumhuriyet Türkiyesi’nde kamu sağlığı siyaseti ve öjenik (1923-1946)
MURAT ARPACI
Modernleşme sürecinin karakteristik özelliklerinden birisi, başlı başına bir değer olarak görülen nüfusun tıbbileştirilmesi ve kamu sağlığının siyasi bir mesele haline gelmesidir. Modern bir siyasal oluşum olarak ulus devletin inşasında nüfusun biyolojik varlığını korumaya ve iyileştirmeye yönelik kamu sağlığı ve kamusal hijyen gibi politikalar kritik bir yere sahiptir. Türkiye’de özellikle erken cumhuriyet döneminde kamu sağlığı siyaseti açısından önemli bir bilgi birikimi ve deneyim oluşmuştur. Bu dönemde nüfusu biyopolitik kaygılarla tıbbileştiren bakış ve buna paralel bir kamu sağlığı siyaseti, milli çıkarlara uygun nesiller yetiştirme söylemiyle iç içe geçmiştir. Dönemin kamu sağlığı siyaseti anlayışı, üremeyi belirli ilkeler etrafından siyasallaştıran öjenik temelli bir anlayışa zemin sağlamıştır. 1930’larda artan öjenik tartışmalarında uluslararası gelişmelerin etkisi kadar üreme faaliyetlerini siyasetin nesnesi haline getiren mevcut kamu sağlığı anlayışının önemli bir etkisi vardır.
Anahtar sözcükler: Erken Cumhuriyet Dönemi, Biyopolitika, Kamu Sağlığı, Öjenik.
* * *
Profesyonelliğin erken çağında sıradışı bir fabrika takımı: Adalet (1946-1965)
SEVECEN TUNÇ
1946 yılında Adalet Mensucat Fabrikası bünyesinde kurulmuş Adalet Mensucat Gençlik Kulübü’nü ele alacak bu çalışma, aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı sonrası profesyonelliğin benimsendiği futbol dünyamızda yaşanan dönüşüme kulüp perspektifinden ışık tutma amacını taşımaktadır. Adalet her ne kadar varlığını tek parti döneminin fiziki kültür anlayışına borçlu olsa da, sahibi İlmen ailesinin pekçok sanayicinin aksine, profesyonel futbolun bünyesinde barındırdığı ekonomik ve sosyal imkanları görece erken bir tarihte keşfetmesi, takıma hatırı sayılır bir maddi kaynak aktarılmasıyla sonuçlanmıştır. Başarılı ve popüler bir takım olma iddiasıyla yola çıkan Adalet özellikle yaptığı “büyük” transferler ve İstanbul’un önde gelen kulüpleri Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe ve Vefa’yı geride bırakarak Atatürk Kupası’nı kazanmasıyla 1950’li yıllarda adından söz ettirmiştir. Ancak fabrikadan bağımsızlaşamamış kulübün kaderi, tıpkı fabrikanın kendisi gibi 1960’ların ortalarına gelindiğinde tarih sahnesinden silinmektir. Türk futbolunda uzun ömürlü bir varlık gösterememesine rağmen, Adalet’in sadece “Türkiye’de futbolun iş dünyasıyla yakın temasında öncü bir örnek” olarak bile incelenmeyi hak ettiği söylenebilir.
Anahtar sözcükler: Adalet Mensucat Gençlik Kulübü, futbol, cumhuriyet, sosyal tarih.