“Karamanlılar”, “Anadolu ahalisi” ve “aşağı tabakalar”: Türkdilli Anadolu Ortodokslarında kimlik algısı
FOTİ BENLİSOY - STEFO BENLİSOY
Bu yazıda, Türkdilli Anadolulu Ortodoksların kimlik algıları, dahası parçasını oluşturdukları Osmanlı Rum milletinin Yunanca konuşan üyeleri tarafından nasıl algılandıkları soruları, dönemin Patriği III. İoakim ile Kutsal Sinod üyeleri arasında 1910 yılının ilk aylarında patlak veren kriz bağlamında ele alınmaktadır. Bu kriz bağlamında ortaya çıkan basındaki polemiklere dayanarak 20. yüzyılın başı gibi oldukça geç bir tarihte dahi İstanbul Rum cemaati homojen olmaktan oldukça uzak; dilsel, kültürel ve sınıfsal olarak oldukça farklılaşmış bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. İstanbul cemaati içerisindeki Anadolu kökenli Ortodokslar Türk dilli olmaları nedeniyle küçümsenmekte; kaba, eğitimsiz ve görgüsüz olmak gibi streotiplerle damgalanmakta ve düşük toplumsal statüleri yerilmektedir. Yazının bir ikinci tespiti, bugün Türkdilli Anadolulu Ortodoksları tanımlamak için Osmanlı tarihyazımında yaygın olarak kullanılan “Karamanlı” sözünün, başta İstanbul olmak üzere kent merkezlerinde Anadolu Ortodokslarını aşağılamak, onların aşağı sınıfsal pozisyonları ve taşralılıklarının getirdiği kültürel ve eğitsel yetersizliklerini, kabalıklarını ve adab-ı muaşeret eksikliklerini vurgulamak için kullanılan aşağılayıcı ve damgalayıcı bir terim olduğudur. Bu anlamıyla da Anadolu Ortodoksları tarafından çoğunlukla tepkiyle karşılanan ve reddedilen bir sözcük olduğunu vurgulanmaktadır.
Anahtar sözcükler: III. İoakim, İstanbul Osmanlı Rum cemaati, Karamanlı, Karamanlıca, Osmanlı Rum basını, Türkdilli Anadolulu Ortodokslar
* * *
Bahailik ve Jön Türk Devrimi
NECATİ ALKAN
Jön Türk devrimi (1908-1909), Osmanlılar için toplumsal ve siyasi açından yeni beklentilere yol açan bir dönüm noktasıydı. Bu hareket, yeni fikirlerin, göreceli de olsa, serbestçe paylaşılabildiği bir ortam yaratmıştır. Dinî cemaatler arasında sayısal olarak göz ardı edilebilecek bir seviyede olsalar da Filistin’deki Bahailer, bu dönemde reformist düşüncelerin nasıl yayıldığına iyi bir örnek teşkil ediyor. Bu makale Jön Türk Devrimi sürecinde Bahailerin önderi Abdülbaha (Abbas Efendi) ve önde gelen Jön Türkler arasındaki ilişkilerle ilgilidir ve içeriği büyük oranda Abdülbaha’nın daha önce yayımlanmamış olan Türkçe mektuplarına dayanmaktadır. Bu mektuplar bize Abdülbaha’nın Akka’daki elli yıllık sürgün hayatından kurtulmasına kimlerin yardımcı olduğu ve kendisinin İttihad ve Terakki Cemiyeti (İTC) ile ilgili fikirleri ve yaklaşımları hakkında bilgi edinme fırsatı vermektedir. Makalenin ilk bölümde, Bahailik’in kurucusu Bahaullah’ın ve oğlu ve halefi olan Abdülbaha’nın “dünyanın ıslahı” ve Osmanlı İmparatorluğu ve İran’daki reform tartışmalarına katkılarını ele alırken, takip eden bölümlerde Abdülbaha’nın Sultan II. Abdülhamid ve rejimi ile olan sorunlu ilişkisine ışık tutmaya çalışıyorum. Araştırmamın odak noktaları, 31 Mart Vakası’nın mimarı olarak görülen Derviş Vahdeti’nin Abdülbaha’dan nasıl bir destek aradığı; Abdülbaha’nın bazı önde gelen Jön Türkler ile ilişkilerinin bilinmeyen yönleri ve Bahai düşüncelerini İTC’ye telkin çabalarıdır. Makalenin son bölümünde ise Bahai önderinin İTC’yle Birinci Dünya Savaşı esnasında kötüye giden ilişkilerine değindim.
Anahtar sözcükler: Bahailik, Jön Türkler, Abdülbaha (Abbas Efendi), Derviş Vahdeti
* * *
Kemalist laikliğin oluşum sürecinde ramazanlar (1923-1938)
SEVGİ ADAK
Bu makale, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ramazanların geçirdiği dönüşüme odaklanarak Kemalist laiklik siyasetinin uygulama ve pratiklerinin farklı toplumsal ve kültürel alanlardaki etkilerine bakmayı amaçlamaktadır. Yeni rejimde devletin ramazanın değişimindeki rolü, ramazan ortamını denetlemek ve düzenlemek için kullandığı mekanizmalar ve bunların kapsamı, sürekliliği ve etkilerinin sınırları makalenin özellikle odaklandığı soruları oluşturmaktadır. Birçok kolektif dinî pratik ve geleneği ile ramazanın Cumhuriyet Türkiyesi’nde toplumsal düzeydeki dönüşümü ve devletin bu dönüşümdeki rolü, Kemalist laiklik ile ilgili önemli veriler sağlamaktadır. Makalenin temel tezi, ramazan odağında bakıldığında, Kemalist laiklik siyasetinin tutarlı ve önceden belirlenmiş bir model izlemekten ziyade zaman içinde oluştuğudur. Laiklik düşüncesinin en başından beri Kemalizm’in önemli bir parçası olduğu göz ardı edilmeden, laiklik siyasetinin kapsam, içerik ve pratiğinin, koşulları ve toplumsal olay ve tepkileri dikkate alarak oluştuğunun altı çizilmiştir. Bir başka deyişle, Kemalist sekülerleşme süreci, daha ilişkisel ve devlet-toplum ilişkileri ile devlet kuruluş sürecinin karmaşık dinamikleri etrafında şekillenmiş bir süreç olarak betimlenmektedir.
Anahtar sözcükler: Kemalist laiklik, Ramazan, Erken Cumhuriyet dönemi Türkiyesi
* * *
1950’lerin iki magazin dergisinin kültürel ve tarihsel bir incelemesi: Bütün Dünya ve Hafta, 1948-1956
FULYA ÖZKAN
Bu makale 1950’li yılların ilk yarısında yayınlanan iki popüler kültür dergisini, Bütün Dünya ve Hafta’yı incelemektedir. Bu dergiler girişimci bir ruhun özelliklerinden bahseden yazılarla doluydu. Buna paralel olarak dergilerde ağır basan “yan söylemler” yaratıcılık ve orijinallik gibi konular üzerinde durmaktaydı. Dolayısıyla yazıların çoğu kolektif eylemlerin önemini es geçerek tek tek bireylerin iradelerinin hüküm sürdüğü bir dünya tahayyül etmekteydi. Çizilen bu resim zaman ve din algısına yönelik belli bir kavramsallaştırmayı da beraberinde getirmekteydi. Buna göre zaman para ile ölçülmekte ve girişimci bir ruhun sahip olduğu kıvraklık, zamanın bütünlüğünü bozarak yaşanan anın altını çizmekte ve geçmiş ve geleceğin, ya da tarih ve umutların, göz ardı edilmesine neden olmaktaydı. Dinin anlamı da daraltılarak girişimci ruhun kullandığı bir enstrümana indirgenmekte ve tamamen dünyevi bir işlevsellik kazanmaktaydı. Kısacası servetin kaynağının bir sır gibi gizli kaldığı bir “köşeyi dönmeler” dünyası resmedilmekteydi. Dergilerin söylemi, bu ideolojik söylemin gerçekçi bir zemine oturmasını sağlayan bir başka özelliği daha ön plana çıkarmaktaydı. Buna göre, her birey onun toplumsal devingenliğini kısıtlayan bir kabiliyete sahipti. Dergilerin söylemi bir başka açıdan daha çelişkili bir resim çizmekteydi. Bir yandan girişimci bir ruhun çalışma ahlakını yansıtırken diğer yandan da uzak tropik adalar, doğaüstü olaylar ya da uzayla ilgili yazılar sayesinde medeniyetin gündelik hayat üzerine dayattığı kısıtlamaları eleştirme ve başka bir zaman, mekân ve boyut tahayyül etme imkânı sunmaktaydı. Yani dergilerin “kapalı,” diğer bir deyişle kendi içinde bir bütün teşkil eden bir söylemleri yoktu. Ayrıca Hafta dergisinin yayınladığı ve Türkiye’de yaşayan gerçek insanların deneyimlerini ele alan makaleler, bu tür söylemler üzerinden verilen ya da verilmeye çalışılan mesajların ancak insanların gündelik yaşamlarında bir takım karşılıkları olduğu ölçüde anlam kazandığına da işaret etmektedir.
Anahtar sözcükler: Bütün Dünya, Hafta, Demokrat Parti, Modernleşme, Popüler kültür, Magazin