Sunuş

Sunuş
Y. DOĞAN ÇETİNKAYA
Zafer Toprak’ın (1946-2023) anısına...

Altı ay önce yayımladığımız Güz sayısının sunuş yazısını “Cumhuriyet’in kuruluşunun 100. Yılını idrak edeceğimiz 2023 yılının Bahar’ında” görüşmek dileğiyle kapatmıştık. Yıldönümlerinde ortaya çıkan kaçınılmaz olarak tekrara dayalı onlarca özel dosya, derleme ve yayın enflasyonu içinde kaybolacak bir sayı yapmak konusunda çekincelerimiz vardı. Bu düşünceler içinde yine de dergimizin misyonuna uygun bir şekilde yeni bir tartışmayı tarihçi ve sosyal bilimcilerin gündemine getirerek 100. yıl yayınları içinde yer almaya karar verdik. Bundan dolayı genel süreklilik ve kopuş tartışmasına hapsolmayacak şekilde spesifik bir tarih olarak 1923’ten ziyade Modern Türkiye’nin kuruluşuna odaklanmak istedik. Bu odağımızın da Türkiye’nin kuruluşunun belli bir veçhesine dair olmasını amaçladık. Türkiye çalışmalarında ihmal edildiğini düşündüğümüz ancak son yıllarda yapılan araştırma ve yayınlarla gelişmekte olduğunu gördüğümüz sermaye ve Müslüman/Türk burjuvazi üzerine bir tartışma kulvarı açmayı hedefledik. Tarih ve Toplum’un ortaya çıkmakta olan Yeni Yaklaşımlar’a sayfalarını açması zaten varlık nedenlerinin başında geliyordu.

Ancak sayımızı derleyip matbaaya göndereceğimiz bir sırada Türkiye’nin önde gelen tarihçilerinden Zafer Hoca’nın kaybıyla sarsıldık. Dergimizi yakından takip eden Zafer Toprak, Güz 2023 sayımız için yıllar önce kendisine emanet edilen bir aile evrakı üzerine yazı yazmak üzere söz vermişti bize. Türkiye’nin en üretken tarihçilerinden olan Zafer Hoca yazı yazmak konusunda heyecanından hiçbir şey kaybetmiyor, yeniden yayın hayatına dönen Tarih ve Toplum’a katkıda bulunmak için sabırsızlanıyordu. Hazırlamakta olduğumuz dosya hakkında da istişarede bulunuyor, değerli fikirlerini alıyorduk. Çünkü Zafer Toprak iktisat tarihi ve iktisadi düşünce tarihi denildiğinde akla gelen isimlerin başında geliyordu. Nitekim dosyamızı oluşturan yazılar da beklenebileceği gibi kendisine yapılan atıflarla örülüydü. Zafer Hoca, magnum opus’u Türkiye’de “Milli İktisat” (1908-1918)’ta Müslüman müteşebbisler ve kurdukları şirketlerden, banka ve kredi kuruluşlarından, milli sanayiden, girişimci dernek ve kooperatif gibi örgütlerden ayrıntılı bir şekilde bahsediyordu. Gerek iktisadi düşünce boyutuyla gerekse de somut iktisadi siyasalar çerçevesinde “milli iktisat”ı çok farklı veçheleriyle analiz ediyordu. Elbette yazıldığı dönemin bakış açısının da bir sonucu olarak Müslüman/Türk burjuvazi bir özne olarak çokça geri planda kalırken aydınlar ve siyasal elitler ön plana çıkıyordu. Kapitalizmin geç de olsa ortaya çıkmaya başlaması da çalışmanın ancak “sonuç” bölümüne kalıyordu. Bu son iki cümlede ifade edilen tutumun eleştirisi üzerine yükselen ve dergimizin bu sayısında bir araya gelen yeni yaklaşımlar da yine bu çok değerli hazinenin üzerinde yükselmeye çalışıyorlar. Muazzam bir malzemenin çok boyutlu bir tartışması ile kitap, literatürde “çığır açıcı” ifadesini fazlasıyla hak eden bir yer edindi. Fakat Zafer Toprak’ın doktora tezi olan Türkiye’de “Milli İktisat” hocanın gençliğinde bıraktığı bir çalışma olarak kalmayarak, nev-i şahsına münhasır bir yaşama sahip oldu. Kendisinden sonra gelen her kuşak farklı bir Türkiye’de “Milli İktisat” okudular. Türkiye’de sayılı kişisel arşive sahip tarihçilerden olan Zafer Toprak, çalıştığı konu ve alanlar aşağıda değineceğimiz gibi çeşitlense de elindeki yeni malzemeler ile kitabı geliştirmeye, yeniden yazmaya hatta yeniden organize etmeye devam ediyordu. Örneğin bizim kuşağın
1990’larda okuduğu versiyonu iki cilt halinde basılmıştı. Daha sonra bu ciltler tekrar bir araya geldi. Farklı yayınevlerinden gelişen içeriklerle basılmaya devam etti. Hoca yeni yazdığı makaleler ile zenginleşen malzemesini kitaba işlemeye devam ediyordu. “Hocam artık kitabı biraz rahat mı bıraksan” eleştirilerine aldırmadan, eklemeler yapmaya devam etti. Nihayet 2022 yılında, kitabın ilk baskısının 40. yıldönümünde, metnin son tekâmül etmiş halini Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan yayımladı. Konu üzerine çalışan çalışmayan herkes için kitabın kırk yıllık gelişim öyküsü ve yolculuğunu incelemek gerçekten çok öğreticidir. Her tarihçinin farklı ve ele alınmaya değer entelektüel yolculuğu olabilir. Ancak böyle bir “tarih”i olan kitap nadirdir. Dergi olarak bu önemli çalışmanın yıllardır hak ettiği eleştirel bir okumasını bu sayıda yayımlıyor olmak bugün bizim için bir sevinç kaynağı. Tam da Hocaya bu sayı ile bir sürpriz yapmak için derginin çıkmasını heyecanla beklerken onu kaybetmemiz, bu sayıyı okuyamayacak olmasını idrak etmek ise derin bir üzüntü veriyor.

Zafer Hoca Türkiye’de “Milli İktisat”tan sonra iktisat ve finans tarihi üzerine yaptığı çalışmaları çeşitlendirerek devam ettirdi. Bu alanda sadece makaleler yazmakla yetinmedi, Türkiye’nin önde gelen bankacılık müzelerini kurdu, birçok serginin küratörlüğünü üstlendi. Türkiye İş Bankası’nın İstanbul ve Ankara’daki müzeleri ile bir açık hava mekânında, Galatasaray Meydanı’nda kurduğu “Cumhuriyet sergisi” bizim kuşağın tarihçilerinin tarihe bakışında farklı pencereler açılmasına vesile oldu. Cumhuriyet’in 75. yılında yarı akademik, popüler bir metni açık havada gezerek değerlendirmek yeni bir tecrübeydi. Yine önemli bir alan olan kurum tarihçiliğinde Türkiye’nin sigorta şirketleri gibi önde gelen kurumlarının tarihlerini kaleme alarak bu alanın yeni bir saha olarak gelişmesine katkıda bulundu. Tarihyazımı ve metodolojisi üzerine kafa yoruyor olması onu yeni alanlara yönlendirdi. Sosyal ve kültürel tarihin Türkiye’de gelişmesi için önemli adımlar attı. Bunların başında elbette popülerleşmelerinden evvel yazmaya başladığı kadın ve işçi tarihleri geliyordu. Türkiye’de sermaye ve girişimciliğin tarihine olduğu kadar emeğin tarihine de 1970’li yıllardan itibaren ilgi gösterdi. Kadınların tarihine ilişkin yazdığı yazılarda kadın sadece bir inceleme nesnesi veya araştırma alanı olarak değil bir özne olarak da ele alınıyordu. Nitekim açtığı bu kapıdan birçok öğrencisi yürüyerek bugüne kadar devasa bir literatür oluşturdu. Öğrencileri bu alanlarda bir külliyat oluştururken o da yıllara yayılan makalelerini Türkiye İşçi Sınıfı 1908-1946 ve Türkiye’de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm (1908-1935) adlı kitaplarda bir araya getirdi. Geçen yıl katıldığı bir televizyon programında bu iki derlemeyi göstererek emek ve kadın konusunu Türkiye’nin geleceğinde hassasiyet göstermesi gereken iki önemli başlık ve kendi mirası olarak sunacaktı.

Zafer Toprak, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü ve Atatürk Enstitüsü’nün kurulması ve kurumsallaşmasına katkıda bulunmasının ve bağımsız bir sivil toplum örgütü olan Tarih Vakfı’nın kurucuları arasında yer almasının yanı sıra Toplum ve Bilim ve Toplumsal Tarih gibi eleştirel dergilerdeki makaleleriyle Türkiye’nin son dönem sosyal bilim dünyasına çok değerli katkılarda bulundu. Sosyal bilimin kesişen kulvarlarının, tarihin farklı alanlarının nasıl bir çalışmada kullanılabileceğini Cumhuriyet’in kuruluşu ve erken dönemleri üzerine yaptığı çalışmalarla ortaya koydu. Atatürk: Kurucu Felsefenin Evrimi kitabı Türkiye’de her yerde olan Atatürk üzerine her yerde bulunamayacak bir bakış açısı ve birikim ile kaleme alınmış her yönüyle öğretici bir entelektüel girişimdir. Keza Cumhuriyet ve Antropoloji, Türkiye’de Yeni Hayat, Türkiye’de Popülizm yüzlerce makalede ele aldığı konuların kendi zaviyesinde damıtılmış metinleri olarak sadece kuru birer akademik inceleme değil aynı zamanda entelektüel ve politik birer deneme olarak da literatürdeki yerlerini aldılar. Gerek çalışmalarında gerekse de kurumsal ve insani ilişkilerinde mesafeli, demokratik, bilimsel yaklaşımını korusa ve birçok fikre açık da olsa Türkiye tarihindeki aydınlanmacı, modernist, ulusalcı ve seküler damarı sahiplendi. Bu politik eğilimine rağmen ılımlı ve iyimser mizacı nedeniyle gerek hocalığı boyunca “muhalif” yaklaşımları olan öğrencileriyle gerekse Tarih Kurumu, Kültür Bakanlığı gibi çeşitli devlet kurumlarında görev alarak çalışmaya son yıllarında dahi devam etti.

Zafer Hoca 40’a yakın kitabı ve 400’e yakın makalesi olduğu için haliyle çok fazla tarihçiye nasip olmayacak çeşitlilikte konu hakkında yazı kaleme almıştı. Bunları kendi akademik sayfasında derlese ve okuyucuya sunsa da bazılarının varlığını kendisinin de unuttuğu oluyordu. Bu sene başında İzmir’de 1923 yılında gerçekleştirilen Türkiye İktisat Kongresi hakkında birlikte yaptığımız özel dosya hakkında konuşurken kendisinin bir dergide tam 30 yıl önce yazdığı bir yazısını bulamamış ve ondan rica etmiştim. Bana “Doğan, yanılıyorsun benim öyle bir yazım yok” demişti. Oysa geçen sene onun için yapılan armağandaki listede makale mevcuttu. Elektronik ortamda, sahaflarda ve kütüphanelerde bulamadığımız bu makaleyi derginin arşivinden bu çağda ancak fotokopiyle elde etmemize çok sevinmişti. İzmir İktisat Kongresi için hazırladığımız dosyaya yazdığı makale ile 30 yıl önce kaleme aldığı yazıyı karşılaştırdığımda Türkiye’de “Milli İktisat”ın yıllara yayılan yolculuğunun aklıma geldiğini hatırlıyorum. Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar Bahar 2023, 21. sayısı, hazırlanırken Zafer Hoca ile de istişare ettiğimiz, “Türkiye Kurulurken Sermaye” olarak adlandırdığımız ve daha çok Müslüman/Türk burjuvazi üzerinde durduğumuz dosya ve onunla uyumlu bir kitabiyat yazısı ile karşınızda. Aşağıda bu dosyanın içeriğini tanıtacağız. Zafer Hoca’yı kaybettiğimiz ay yayımlanan bu dosya ile kendisini uğurluyoruz. Oysa eleştirilerini dinlemek doyumsuz olacaktı. Bu sayımız Emirhan Özçelik’in 17. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Fransa Büyükelçisi olan Achille de Harlay de Sancy’nin merceğinden Osmanlı Sadrazamı Nasuf Paşa’yı ele aldığı makalesiyle açılıyor. Özçelik bir yandan farklı kaynaklar üzerinden Nasuf Paşa’nın biyografisini ele alırken diğer yandan iki ülke ilişkilerini ve imparatorluk içindeki iktidar ilişkilerini irdeliyor.

21. sayının ikinci makalesi dergimizin “tarih dergisi” olma iddiasının hayat bulduğu “başka diyarlar” yazısı. Geçen sayımızda da altını çizdiğimiz gibi Türkçe yazmayan sosyal bilimcilerin farklı ülke ve bölgeler ya da konular hakkında ürettikleri bilgiyi Türkiyeli okuyucu için kaleme almaları önemsediğimiz bir konu. Böylece Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar daha çok Türkiyat
ve Osmanlı-Türkiye Çalışmaları olan süreli yayınlar dünyasının sıkıştıkları alandan özgürleşerek “Tarih” dergisi olma misyonunu önemsemeyi sürdürüyor. Bu çerçevede Stanislav Tarasov Türkçe okuyan okuyucu için bu sayıda 19. yüzyıl başı Rusyası’nda ortaya çıkan ve 1825’te otokrasiye karşı ayaklanan Dekabrist Hareketi ele alıyor. Dekabrist hareketin basit bir siyasi tarihini vermek yerine Tarasov 18. yüzyıl sonundan 19. yüzyılın başına Rus yurtseverliğinin bir düşünce ve duygu olarak nesiller boyunca nasıl dönüşümler geçirdiğini inceliyor. “Babalar” ve “oğullar” metaforu üzerinden nesillere, düşünce ve duygular tarihine ilgi duyanlara Rus deneyiminden yola çıkarak bir örnek sunuyor.

Daha önce de Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar’a katkıda bulunan Funda Berksoy bu sayıda 1910 Münih İslam Sanatı Sergisi’ni analiz ediyor. “Türk savaşları” teması çerçevesinde sergide bir araya getirilen Osmanlı İmparatorluğu’nda üretilmiş sanat eseri ve zanaat ürünleri ile Avrupalı ressamların yaptıkları resimler ve çizimler Berksoy’un odak noktasını oluşturuyor. Özellikle “Lepanto Deniz Savaşı” tablosu üzerinde duran makale sergide Osmanlı’ya ayrılan bölümün tasarımına içkin olan söylemsel anlatıyı ve siyasi rasyonaliteyi araştırmayı amaçlıyor. Sayımızın üçüncü yazısı 17. yüzyıl üzerine yaptığı çığır açıcı çalışmalarla tanıdığımız Baki Tezcan’ın Halide Edib üzerine yazdığı makalesinden oluşuyor. Tezcan 1909 Adana Katliamı sonrası Halide Edib’in kaleme aldığı bir yazı ile daha sonra bir parçası haline geldiği ulusal kurtuluş anlatısı arasındaki farklar üzerinde duruyor. Bir yazarın yaşadığı dönüşümü dönemin gelişmeleri ve dönüşümün saikleri çerçevesinde analiz ediyor. İlk üç yazıdan sonra Bahar 2023 sayısının kapağına taşıdığımız dosyayı oluşturan üç makaleye geliyor sıra. İlk yazı Y. Doğan Çetinkaya’nın 1927 yılında gerçekleşen İtibar-ı Milli Bankası ile Türkiye İş Bankası’nın birleşmesini ele aldığı makalesi. Çetinkaya, literatürde 1926 yılında Mustafa Kemal’e yönelik suikast girişimi sonrası İttihatçıların tasfiyesi ile ilişkilendirilen banka birleşmesini Milli İktisat anlayışının tarihi içerisinde değerlendiriyor. Makale birleşmeyi aynı zamanda Müslüman/Türk burjuvazinin sınıfsal talepleri ve bu sınıfın kredi ihtiyaçları ile ilişkilendiriyor. Bir sonraki makalede Neslişah L. Başaran Lotz, 1914’ten 1932 yılına kadar 23 Müslüman/Türk tüccar ailenin İstanbul, Ankara, İzmir, Trabzon ve Samsun’u kapsayan ticari faaliyetlerini mercek altına alıyor. Bu faaliyetler çerçevesinde Başaran-Lotz Müslüman/Türk burjuvazinin Cumhuriyet’in ilk yıllarında ulusal hükümetin de desteğini alarak girişimlerini artırdığını ve kurdukları ticaret ağları ile ekonomik hayatta etkili olduklarını gösteriyor. Devletin yoktan bir milli burjuvazi yarattığı tezini eleştiren yazar “milli” olarak adlandırılabilecek bir burjuvazinin Anadolu’nun liman kentlerinde ve İstanbul’da, Cumhuriyet ile beraber de Ankara’da yerel bir dinamik olarak mevcut olduğunu iddia ediyor.

Dosyanın son yazısında ise Yaşar Tolga Cora Nemlizade ailesi üzerine odaklanarak bir ailenin Cumhuriyetin ilk yıllarında ne şekilde yerel ve ulusal aktör olmaya devam ettiklerinin hikâyesini anlatıyor. Yazar, Midhat Nemli’nin burjuva yaşamı üzerinden ailenin nasıl 1960’lara kadar etkin olduğunu resmediyor. Makalenin önemli bir yanını ailenin tarihinin izini 1960’lara kadar sürmesi ve neden bu dönüm noktasında konumlarını koruyamadıklarını tartışması meydana getiriyor. Yaşar Tolga Cora uzun bir dönemin ekonomipolitiği içinde etkin olan bir milli tüccar ailesinin ekonomik faaliyetleri ile siyaset ve kültürel sermayeleri arasındaki ilişkileri inceliyor. Bunu yaparken de dosyanın yeni yaklaşımı çerçevesinde, erken Cumhuriyet döneminde milli tüccar oluşumu üzerine egemen olan tarihyazımından ayrışıyor.

Dergimizin bu sayısında tartışma/eleştiri bölümünde yer alan kitabiyat yazısı Zafer Toprak’ın Türkiye’de Milli İktisat 1908-1918 kitabının eleştirel bir okumasını yapan Ezgi Akyol’un yazısından oluşuyor. Yukarıda önemine değindiğimiz bu çalışmanın 40 yılı aşkın bir süre sonra böyle bir eleştirel değerlendirmesi zihnimiz bizi yanıltmıyorsa bu boyutta ilk defa yayımlanıyor. Dergimiz çıkarken hassasiyet gösterdiğimiz hususlardan bir tanesi de “derdi olan” ve kitap tanıtımının ötesine geçen tartışmalar yayımlamaktı. Ezgi Akyol’un makalesi dosya konumuz çerçevesinde bir araya getirdiğimiz yazılarla da bütünleşen etraflı bir değerlendirme. Bahar 2023 sayısı Erdem Sönmez’in Belge/Bağlam yazısı ile sona eriyor. Sönmez Harvard Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulduğu Richard N. Frye’ın evrakı üzerinden “bir arşivde nasıl çalışılır, hangi sorular sorulur, nasıl bir metodoloji izlenir” sorularına verilebilecek cevapların güzide bir örneğini sunuyor. Tarihyazımı derslerinde okutulacak nitelikte olan bu yazı 20. yüzyıl ortasında Türkiye tarihi üzerine hazırlanmış bir okuma listesi ve bir tarihçinin arkasında bıraktığı kutular dolusu evrakı bir tarihçinin nasıl ele alabileceği ve alması gerektiği üzerine gerçekten bir ders niteliği haiz.

Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar’ın 21. sayısına katkıda bulunan yazarlarımıza, anonim hakemlerimize teşekkür eder, tarih dostlarına güzel bir bahar dileriz. Tarih alanına, II. Meşrutiyet ve erken Cumhuriyet tarihi çalışmalarına çok emek vermiş, tarihe eleştirel bakan sayısız öğrenci yetiştirmiş Zafer Hoca’yı saygıyla anıyoruz.